27 Ağustos 1910 tarihinde Danimarka'nın Kopenhag şehrinde toplanan Uluslar Arası Kadınlar Konferansında, dokuma fabrikasında kadınların diri diri yakıldığı 8 Mart' "Dünya Kadınlar Günü" olarak ilan edilmiştir.   
   1975'ten bu yana da Türkiye'de de kutlanmaktadır.  İnsanları anmak, haklarını aramak ve savunmak güzel şeydir, fakat ne acıdır ki hayat tüm dünyadaki kadınların aleyhine çalışıyor. Esas olan bir gününde onları hatırlayıp diğer günlerinde unutmak değil köklü ve kalıcı çözüm yolları üretmek ve hayata tatbikini sağlamaktır.  Gün geçmiyor ki, sokak ortasında onurları ayaklar altına alınarak dövülen, yerlerde sürüklenen, hunharca yakınları ile birlikte öldürülen kadınlarla ilgili haberlere şahit olmayalım. Dünyanın her tarafında hala kadınların bir kısmı eziliyor, horlanılıyor, sömürülüyor, fuhşa zorlanıyor, sırtlarından para kazanmak için reklam aracı olarak kullanılıyor. İslam'dan önceki dönemde de, kadınlara ikinci sınıf muamelesi yapılıyor ve kız çocukları uğursuz kabul edilerek, diri diri kumlara gömülüyorlardı. Kur'an'ı Kerim o günleri şöyle tasvir ediyor; "Onlardan birisine, bir kız çocuğu olduğu müjdesi verildiğinde, yüzü simsiyah kesilir ve içi gamla dolardı. Kendisine verilen kötü haber yüzünden, halktan gizlenmeye çalışır; onu utana utana tutsun mu, yoksa toprağa mı gömsün? Ne de kötü hükmediyorlar!" (Nahl 58 - 59) Cahiliye döneminde, birisine bir kız çocuğunun olduğunun müjdesinin verilmesi 'kötü haber' olarak addediliyordu. İlahi vahyin peygamberimize gelmesiyle birlikte kadın ve kızları aşağılayan, hor gören zihniyetin de nazari temelleri yıkılmıştır. Cenneti anaların ayakları altına getiren bir dinin kadınlara veya kızlara ikinci sınıf muamelesi yapılmasına müsaade etmesi elbette ki mümkün değildir. İslam'ın hayata hâkim olması ile birlikte bu bakış açısı da tamamen değiştirilmiştir. Peygamberimizin tebliğ görevine başladığı coğrafyada tevhit problemlerinin yanı sıra sosyal birçok çıkmazın olduğu da bilinmektedir. Bu problemlerin bir kısmı o gün ki toplum da kadının konumuna dâirdi. Rum Sur. 21'de:" Kaynaşmanız için size kendi (cinsinizden) eşler yaratıp aramızda sevgi ve merhamet peyda etmesi O'nun (varlığının) delillerindendir. Doğrusu bunda iyi düşünen bir kavim için ibretler vardır." Bakara 21'de ise:" … Onlar sizin için bir elbise, siz de onlar için birer elbisesiniz…" Dinimize göre haram ile helal arasında ince bir çizgi vardır. Dinimiz, zinayı haram kılarken, Allah'ın emri üzere evlenmeyi ise helal kılmıştır. Evlilikte nâmusu, nesli ve nesebi korumak esastır. Kur'an-ı Kerim mutlu yuvalar kurmayı, hayırlı ve güzel ahlaklı evlatlar yetiştirmeyi ise tavsiye etmiştir. Hatta Peygamberimiz üç sınıf insan vardır ki onlar ölseler bile amel defterleri kapanmaz buyurmuştur. Onlardan biriside hayırlı ve güzel ahlaklı evlatlar yetiştirenlerdir. İsra 32'de." Zinaya yaklaşmayın, zira o, bir hayâsızlıktır ve çok kötü bir yoldur." diyerek nesli ve aileyi korumuştur. Rahmet Peygamber'i o toplumda ki çeşitli problemlerin, sıkıntıların çözümü için çalıştığı gibi kadınlar ve kız çocukları ile ilgili olumsuz algının ıslahı için de mücadele ederek evrensel mesajını vermiştir. Allah (cc) Resulü Veda Hutbesinde İslam'ı ana başlıklar halinde özetlemiş ve kadın hakları ile ilgili olarak da "Sizin kadınlarınız üzerinde, kadınlarınızın da sizin üzerinizde hakları vardır. Kadınlar hakkında Allah'tan korkun, onlara iyilik etmeyi birbirinize tavsiye edin, çünkü onlar sizlere Allah'ın emanetidirler" Diğer bir hadiste ise "Müminler arasında imanca en olgun olanı ahlakça en güzel olanıdır. En hayırlınız da ailenize hayırlı olandır" (Tirmizi, Radâ 11) buyurmuştur. Peygamberimiz "Cennet annelerin ayakları altındadır" (Nesâi, Cihat 6) derken de cennetin yolu anne gibi annelerin rızasından geçer demiştir. Yine Peygamberimiz "iki tane veya üç tane kız çocuğunu güzel ahlaklı olarak yetiştiren anne ve babanın yeri cennettir" (Müsnet) buyurmuştur.
   Bu gün batı kadın hakları diyor ama geçmişe baktığımız zaman bu konudaki sicillerinin çok da iyi olduğunu söylemek mümkün değildir. 16. Yüzyılda kadınların ruhunun olup olmadığını, cennete girip giremeyeceklerini tartıştıkları bilinmektedir. İslam dünyasında ise ilk kadın teşkilatının Âhi Evran'ın eşi Fatma Ana'nın daha 13. yüzyılda "Bacıyan-ı Rum'u kurarak Anadolu'daki kadınların sosyal ve ekonomik hayata katılımlarını sağladığını görmekteyiz. Kuran'ın ışığında geçmişe baktığımız zaman, insanlığın yaratılışında kadın vardır ve anadır. İslam'ın doğuşunda yine bir kadın var, ilk Müslüman ve Peygamberimizin maddi ve manevi en büyük destekçisi, Müslümanların vefakâr annesi Hz. Hatice. Peygamberimiz Mekke'deki olumsuzluklardan rahatsız olarak ilk vahyin gelmeye başladığı Hira dağına inzivaya çekildiğinde, Hatice annemiz elli beş yaşında olduğu halde iki güne bir Allah Resulüne yiyecek ve su taşımıştır. Umreye gittiğimizde oraya gecenin serinliğinde iki buçuk saatte çıkmıştık. O vefakâr annemiz yüksünmeden, erinmeden gönül huzuru içerisinde bütün gücü ile Peygamberimize destek olmuştur. 
   Yüce Mevla'mız; "Rabbimiz, bize dünyada hayırlısını ver, ahirette de hayırlısını ver ve bizi ateşin azabından koru." (Bakara 201) Diye dua etmemizi isterken, Peygamberimiz de "Ya Rabbi! İşe yaramayan bilgiden, ürpermeyen kalpten, kabul olunmayan duadan ve doymayan nefisten sana sığınırım" diye dua etmiştir.