Kıymetli okurlarım, makalemi okuyup sakın ola amirine karşı -yağcılık yapıyor- diye bir yanlış düşünceye girmeyiniz.(Hakkımı helal etmem)  Çünkü beni yakinen tanıyanlar veya yazılarımı, sosyal medya paylaşımlarımı takip edenler böyle bir hastalığımın olmadığını bilirler. (38 yıllık memuriyetim hayatımda, iki üniversite mezunu olarak, mevcut konumum da bunun en bariz örneğidir. İki farklı alanda uzmanlığım var o da Türkiye 7'si olarak kazandığım sınavla. Yıllar önce bir kuruma talebim olduğunda her şartı tutuyor bir şartı eksik denmişti. O bir şartta maalesef rahmeti babamızın memuriyete başlarken hasta yatağında vasiyeti idi) ''Güzellikler, paylaşıldıkça ziyadeleşir, buna mukabil kötülükler paylaşıldıkça da normalleşir veya insan sevdiğini ölünce değil görünce söylemeli'' sırrınca elim kalem tuttuğunda yazarak, mikrofon tuttuğunda ise konuşarak daima güzellikleri paylaşmaya ve ziyadeleştirmeye özen gösteririm. Genç nesillere rehber olması açısından da olumsuzlukları sadece paylaşmaz akabinde artı eksi tahlil ederek ders alınmasına vesile olmaya çalışırım. Bu zamana kadar mahalli basında yayımlanan 3000 civarındaki makalelerim (Bazı makalelerim mahalli basında 40 bin okundu) de zikren fikren aynı kulvarda olmasak dahi bir davranışı ile takdirimi kazanmış ve ''çam sakızı çoban armağanı'' misali bir makalem ile taltif edilmiş merhum, emekli veya çalışan çok örnekler görülebilir.
''Kitap yazmak mı kolay yoksa yazılan kitabı basımından sonra eşe dostta, okuyuculara arz etmek mi?'' diye bir soru sorulacak olsa cevabım maalesef kitap yazmanın daha kolay olduğu yönünde olacaktır. Çünkü ''En iyi okul tecrübedir ancak okul masrafı birazcık çoktur'' misali insanoğlu, her yeni gün her yeni tecrübe sahibi olur. Buna mukabil, ''Ders alınmış tecrübe kazançtır'' sırrınca da gerekli dersi alabilirse daha sonra kazançlı çıkabilir.
Ortaokul yıllarından beri hayalim olan kitabımı (üç adet) Elhamdülillah okuyucularla buluşturmak nasip oldu. Dördüncüsü ve gelecekler yolda. Bu noktada yüzün üzerinde kitabımın ücretini cebimden ödeyerek öğrencisinden, velisinden, kurum amirlerinden ve 38 yıllık memuriyetimde beraber görev yaptığım farklı konumlardaki -il içi, il dışı- amirlere hediye ederek ulaştırmaya çalıştım. Bundan da büyük mutluluk duydum. Keşke imkânlar el verse de özellikle liselere, üniversitelere hediye edebilsem ve hayata atılacak gençlere tabiri caizse -daha baltayı taşa vurmadan- bir cümle ile katkı sağlayabilsem ama maalesef buna imkânımız yok. 
Bu süreçte yaşadıklarımı şöyle bir tahlil edecek olursak;
* Kimi, randevu talebime evet/hayır diye geri dönme zahmetinde bile bulunamadı.
* Kimi, kitabımı aldı, yüzüne bakmadan bir kenara koydu, israf olmasın(!) diye sadece sağ ol dedi. Odasından çıktım gittim.
* Kimi, kitabımı aldı, şöyle mini inceledi, teşekkür edip çay kahve ikram ile biraz sohbet etti.
* Kimi, kitabımı aldı, genel inceledi, çay kahve ikram edip,  ''Hocam, bu işler kolay değil,  emek ister, bizim de katkımız olsun'' diye zoraki bir miktar ücret verdi ve okuduktan sonra sosyal medyada paylaşıp, hakkında bir iki kelam yorum yaptı. 
* Kimi, en yakın gördüğüm dostlar, mesai arkadaşlarım hatta bir kısım diplomalı akrabalar da dâhil olmak üzere hayırlı olsun bile diyemedi.
* Kimi, sosyal medyada kitap takdim resimlerimi görüp ''Mahir Hoca, bize kitap yok mu? Senin kitabı almak için illa müdür mü olmak lazım?'' türü biraz kabaca sitem etti.
* Kimi, resmi kurumlara  -kitaba en çok değer vermesi gereken- genel fayda için hediye etmeye gittiğimde, ''şuraya bırakabilirsiniz'' cümlesiyle yetinildi. …sizlik açısından da en çok buna üzüldüm.
* Memuriyet hayatımda beraber çalışma imkânı bulduğum veya özel dostluğumuzun olduğu emekli, çalışan yetkililere adreslerini kendilerinden alıp, vefa adına il dışına kargo ile gönderdim. Kimi geri dönüp teşekkür etti. Kimi de teslim aldığı halde bir kelime ile dönüş yapamadı. 
* Kimi de, doksan yaşına merdiven dayamış olduğu halde kitabımın çıktığını duyunca telefon ile tebrik etti. Kendi evden çıkamadığı için bayramda izine gelen evladını ''Git, bu kitabı bul gel, ölmeden okumak istiyorum'' diyerek bana gönderdi. 
* Kimi, il dışından, ücretini ödeyip alanlardan beni çok etkileyici  ''Hocam, psikoloğa gitmeyi planlıyordum. Kitabınızı internette gördüm aldım. Aradığımı okuduğum cümleler arasında buldum. Psikoloğa gitmekten vaz geçtim. Evlilik hayatımızda belki ilk defa bayramlar bayram oldu…'' türü mesajlar aldım. Vesselam, bu kimiler artıya eksiye uzayıp gitti. Gelecek makaleler için de heybeye bir şeyler daha birikti.
Değerli Okurlarım, 
Hayatın akışı içerisinde insanlar amirlerine karşı bazen sevgi besler bazen de kızar. Bu gayet doğaldır. Zamanla amirlik memurluk ilişkisi bittiğinde;  ölüm, düğün, tayin, başarı vb. gibi özel günlerde kendine değer veren, bir kelime ile onura eden amirini, mesai arkadaşını, öğretmenini kolay kolay unutmaz. Unutursa vefasızlık hastalığına yakalanmış demektir ki, Allah şifa versin. Buna mukabil çalışma hayatı ile ilgili aksaklıkları kolayca unutur.  Bu bağlamda, yıllar önce il müdürümüz Abdürrahim Köksal Bey'in tayini çıktığında, merhum bir öğretmen arkadaş, ''Hocam, çok üzüldüm'' demişti. Bende, ''Biri gider diğeri gelir'' deyince, ''Fakat o farklı biri. Çünkü ben 25 yıldır falan okulda öğretmenim daha okul müdürünün bir bardak çayını içmedim. Bir defa yolum il milli eğitime düştü. Müdür Bey beni tanımadığı halde kabul etti. Basit işimi halletti. Bir de üstelik çay ikramı yaptı. Ben bunu nasıl unuturum?'' demişti.
Değerli Valimiz Doç. Dr. Zülkif Dağlı Bey'e kitaplarımı kitabımı takdim etmek için (Önce Sayın Valimizin CV'ne baktım, akademisyen ve kitabı var. Bu beni ayrıca rahatlattı. Çünkü mutlaka farklı olur diye düşündüm ve düşüncemde yanılmadım.) randevu talep ettim. Sayın Valimiz yoğun programlarına rağmen 16 Eylül Cumartesi günü randevu verdi. Doğrusu hem sevindim hem de heyecanlandım.
(Yıllar önce, randevu verilip daha kapı eşiğinde, milletin içerisinde haksız yere yediğim fırça ve içeriye adım atmadan gözyaşımı içime akıtarak geri dönüşüm aklıma geldi. Bir dilekçe vermiştim. Rahmetli Yazı İşleri Müdürü Kadir Bey' de, ''Hocam, Sayın Vali'ye kendini önce bir tanıt'' demişti. Bu tavsiye üzerine randevu aldım. Sayın Vali, daha kapıda ''Yirmi defa geldin… Senden İdareci falan olmaz vb'' fırça ile karşıladı. -hakkımda kim ne dedi ise-  Hâlbuki ilk defa gittim. O da tavsiye üzerine. Çok geçmeden Rize'ye tayin oldu. Bende el yazım ile içimden geldiği gibi üç sayfa mektup yazıp gönderdim. (hatıra olarak saklıyorum) Vali Bey, Rize milli eğitime gidince orada ki yetkiliye beni sorar. O da ''Tanıyorum, çok severim efendim!'' deyince, ''Buraya davet edip, istifade edin. Şöyle çalışkan, böyle çalışkan. Sürekli yazarçizer, sivil savunma adına Çorum'da güzel işler yaptı, Camilerde bile deprem vaazı yaptı vb.'' der.  Arkadaş sevinçle beni aradı. Dedi, ''…Böyle! Böyle!'' Bende, '' Övmesi için Çorum'dan tayin olması mı gerekiyormuş? Sayın Vali'ye mektubum ulaşmış ve muhtemel ki vicdanına dokunmuştur'' dedim. Sayın Vali, üç gün sonra ilgili arkadaşı tekrar arayıp ''Mahir Bey'i aradınız mı, davet ettiniz mi?'' diye yine sormuş. Arkadaşta söylediklerimi aynen aktarmış...)
Sayın Valimize kitaplarımı takdim ettim. Önce kitaplarımın hikâyesini sorguladı. Mini hayat hikâyem ile arz ettim. Hatta Susamak kitabımı incelerken bir şiirim çok hoşuna gitmiş olacak ki, ''Hocam, çok güzel yazmışsınız. Harika! Tebrik ediyorum. Bunlar kolay işler değil, kitaplarınızı baştan sona okuyacağım'' diye iltifatta bulundu. (Ayrıca burada paylaşmadığım bir cümlesini bir amirimden duymak, benim için bir maaş ödülünden daha değerli idi) Bu samimiyet beni çok etkiledi, duygulandım. Sonra kitaplarımın önsözünden başlayarak ara ara sonuna kadar inceledi. Ben bu arada ''Sayın Valimizin vaktini acaba fazla mı alıyorum'' diye tedirginlik yaşıyordum ama bunu hissettirecek hiçbir davranış göremedim. Bu da ayrıca beni çok mutlu etti. Diğer taraftan ikramını yaptı. Bu kısa zamanda ilk defa sohbet etme imkânı bulduğum değerli Valimize yarım asırlık hayat hikâyemizin özetini arz ettim desem yalan olmaz. Akabinde, ''Gel benim resmimi çek be gardaşım / Gün olur hatıram silinir belki / Ömür dediğin bir yayvan torba / Bir gün zeval bulup delinir belki'' misali günün anısına Sayın Valimiz ile fotoğraf çekinerek (Hocam, bir de fotoğraf çekinelim. Kitaplarda görünsün. Bunlar kolay işler değil, emek ister, cümlesini kendilerinden duymak, benim için şeddeli harika ) vedalaşırken, telefonumu not ettirdi.
Eve giderken üç tane ekmek fırınının önünden geçiyorum. Birinde ''dünkü ekmek'' diğerinde ''bayat ekmek'' bir diğerinde ise ''dinlenmiş ekmek'' bulunur yazıyor. Aslında üçü de aynı ekmek. Ama sizin gözünüze hangisi farklı delir? Ekmek alacak olsanız hangisini almak istersiniz? Resmi kurumlarda vatandaşı memnun eden, işinin görülmesi kadar, kendisine değer verilmesidir.  Bir işçi, bir memur özel bir durumda gecenin ikinci yarısı patronunu, amirini arayabilecek cesareti taşıyorsa o patron, o amir kişilik olarak değerlidir. Otuz sene önce sicilime 60 veren amirimin kapısını gece yarısı çaldım. Önüme düştü, samimi olarak ilgilendi. Sicilimi düşük verdiğine takılmıyorum. Şimdi özlemle, rahmetle yâd ediyorum.
Meslek hayatımda 19 tane farklı amir ile çalışmış ve seminerler, konferanslar, tatbikatlar vb. dolayısıyla binlerce farklı kişilerle muhatap olmuş, yedi klasör yazı yazmış bir uzman olarak soruyorum. ''Sahi kazanan kaybeden kim oldu?'' 
Şu fani dünyada vefa soframızda Sayın Valimiz ( Sayın Mustafa Çiftçi Bey'de dâhil asla vefasızlık etmem) farklı bir yer buldu. Belki bu biraz özel ve zincirin son halkası ama diğer taraftan geldiği yerlerden takip edebildiğim kadarıyla çalışkanlığıyla, mütevazılığıyla, gönüllere dokunması ile devlet adamlığı ile Çorumluların gönlünde kısa sürede taht kuran değerli Valimize samimi duygularla ilimize hoş geldiniz diyerek sağlık, sıhhat, afiyet ve yapacağı hayırlı işlerde kolaylıklar diliyorum. Rabbim bahtını açık eylesin.
Yazdıklarımızdan, faaliyetlerimiz ile basına haber olduklarımızdan, TV programlarına katıldıklarımızdan fırça yediğimiz günlerden iltifat gördüğümüz günlere gelmişiz. Böyle Valiler olduktan sonra,  -ilk günkü aşkla yorgunluk olmaz- bu toplumun lehine makale, şiir, kitap yazmaya ne…
BAYAT'TAN İLÇEMİZDEN BİR ANI:
Sayın Valimiz 25 sene önce Bayat ilçesinde Kaymakamdır. Bir köye köprü yapılacaktır. Bunun için ön fiyat araştırması yaptırır. O zamanın parasıyla 105 Milyar çıkar. Bu maliyeti çok bulur. Bizim devletimiz bu kadar zengin değildir, der ve başka formüller aramaya başlar. Netice olarak, köylü devlet işbirliği ile aynı köprüyü sadece ve sadece 5 Milyara yaptırır. Bu küçük anekdot bile -anlamak isteyenler için- Sayın Valimiz hakkında epey ipucu veriyor. 
Değerli okurlarım, bu aziz millet, yapılan güzellikleri de çirkinlikleri de asla unutmuyor.  Geçenlerde Bayat ilçemize görevli gittiğimde aradan 25 yıl geçmesine rağmen bunu ve daha farklı daha farklı güzelliklerini dinledim. İsterseniz gerisini zamana bırakalım… Nasıl olsa meyve verir.
Özetin Özeti: ''İnsanlarla öyle geçininiz ki, ölümünüzden sonra düşmanlarınız bile ağlasın'' (Hz Ali) Dostlar zaten ağlar. Marifet düşmanları ağlatabilmektir. Bunun da en kısa yolu, yangınlara kar, garip gurabaya, mazlumlara yâr olmaktan, değer vermekten geçer.  ''Önemli değildir makama gelirken gelecek çiçekler / Lakin çok önemlidir makamdan giderken güle güle diyecekler''
TAVSİYE: 50 yılın birikimi olan, muhtevasında 660 adet farklı nükteli nasihatin yer aldığı Mahirane Söylemler ve -hikâyeden şiire sızan- Susamak ve Depremle Yaşamak kitaplarımı mutlaka okumanızı ve evlatlarınıza okutmanızı samimi olarak tavsiye ediyorum. Yukarıdaki telefondan iletişime geçerek, benden imzalı olarak temin edebilirsiniz.