Sınıf öğretmenlerinin çoğunun kaderidir köylerde görev yapmak. Of puflarla başlayan ama hayatınıza katkı sunan ortamlardır köyler. Görev yaptığınız süre içerisinde çoğu zaman bu katkıyı fark edemezsiniz. Oradan ayrıldığınızda size kattıklarını daha iyi fark edersiniz.
Sıkıntılı günlerin yaşandığı bir dönemde yine sıkıntılı bir bölgede öğretmen olarak görev yaptım. Göreve yeni başlayan sınıf öğretmenleri çoğu bil(e)mezler. O yıllarda özellikle sınıf öğretmenleri; Yıllık plan, ünite planı ve günlük planlar yapardı.
Hoş, ünite ve günlük plan nasıl yapacağımızı da bilmiyorduk ya. Eğitim Fakültesinde de bununla ilgili bir ders verilmemişti. Her şeyi 1968 İlkokul Programının amaç ve hedeflerini belirten, planın nasıl yapılacağını anlatan, baktığınızda gözünüzü korkutan ama içerik olarak çok kapsamlı program kitabından öğrendik. Oldukça kalın ve 3 ciltten oluşan bu kitap bizim ana başvuru kaynağımızdı. Görev yaptığımız köyde, bırakın interneti haberleşmenin dahi olmadığı bir zaman ve görev yaptığımız köyde bu kitaplar bizim en büyük yardımcımız oldu.
Anekdot olarak da not düşmek te fayda var: Dört yıl bu köyde görev yaptık, bu zaman içerisinde bırakın müfettişle karşılaşmayı, ilçe milli eğitim yöneticilerinden dahi bir kişi köyümüze gelmemişti. Bu bize bir anlamda kendi kendimize öğrenmeyi öğretti.
Bir hafta sonu idi. Lojmanda diğer öğretmen arkadaşımla birlikte oturuyoruz. Her ikimiz de ünite planlarımızı bir an önce tamamlama gayretindeyiz. Vakit öğle vaktini biraz geçmişti. Planlarımızı yaparken çay yudumlamak iyi olur dediğim anda lojmanın kapısına birisi vurmaya başladı.
Her ikimiz de birbirimize baktık. Acaba gelen kim? Diyerek. Gerçi hafta sonları köyün gençleri bizi hiç yalnız bırakmıyorlardı.
Öğretmen arkadaşım Ali Rıza kapıyı açtı.
-Selamün aleyküm hocalar diyerek içeri girdi misafirimiz.
-Aleyküm selam Mehmet amca, dedik.
Gelen Mehmet (Ertuş) amca idi. Mehmet amca uzun yıllar köyde muhtarlık yapmış deyim yerinde ise güngörmüş geçirmiş birisiydi. Zaman zaman bizleri ziyaret eder hasbihal ederdi. İlkokulu bile okumamıştı ama kendi gayretleri ile okuma yazmayı sökmüştü.
Dedik ya güngörmüş birisiydi. 12 Eylül zamanında muhtar olduğunu, kendilerine nasıl baskılar yapıldığını anlatırdı. Gördüğü baskılara rağmen; ülkesini ve devletini seven birisiydi. Köylü üzerinde de sözü geçen birisiydi. Köyün akil insanıydı diyebiliriz. Her geldiğinde muhtarlık zamanında başından geçen olayları anlatırdı. Demlediğimiz çaylarla birlikte samimi sohbetin ardından her zaman olduğu gibi Mehmet amca "Hocalar bana müsaade" dedi. Tam o sırada ben, gayri ihtiyari olarak;
-Kalemlerim burada idi. Bulamıyorum, dedim. Mehmet amca gelip sohbete dalarken plan yaparken kullandığım kalemimi o an bulamamıştım. Kalemlerimi bulamıyorum, dedikten sonra kalkacak gibi olan Mehmet amca geri yerine oturdu. Bir anlam verememiştik.
Mehmet amca ayağa kalktığında biz de uğurlamak için ayağa kalkmıştık. Hocalarım siz de oturun gitmiyorum dedi. Şaşkınlığımız iyice artmıştı. Neden böyle yaptığına bir anlam vermemiştik.
-Hocalarım az önce kalemim nerede demiştiniz ya! İşte bu cümle üzerine kalkmaktan vazgeçtim dedi. Yine anlayamamıştık ne demek istediğini. Ali Rıza ile birbirimize baktık. O da ben de anlamadım şeklinde bir mimikle birbirimize cevap verdik.
-Muallimler, bakın ben buraya gelmeden önce sizin kaleminiz burada idi. Ben geldikten ve sizlerle sohbet ettikten sonra kaleminizi aradınız. Şimdi ben buradan çıkıp gitsem, acaba Mehmet amca mı kalemi aldı diyerek arkamdan su-i zanda bulunacaksın. Hem beni hırsız olarak zanda bırakacaksınız hem de sizler günaha gireceksiniz. Gayri ihtiyari Kürtçe  "Hetta qelemawe nebînim, ez liven dara naçım." Sonra Türkçe olarak "Kaleminizi bulana kadar buradan gitmeyeceğim" dedi.
Aman Ya Rabbi! Bu ne incelik, bu ne zarif bir anlayış. Kafamda şimşekler çakmaya başlamıştı. Bizler ders veren öğretmen iken Mehmet amca bizlere muazzam bir ders vermişti. Oysa o herkesin deyimiyle okumayı sonradan öğrenmiş, diploması bile olmayan cahilin birisiydi.
Aklımın ucundan dahi geçiremeyeceğim bu anlayış hayat tecrübeme çok şeyler katmıştı. Acaba kim cahildi? Cehaletin ölçüsü sadece okumak mıydı? Hayatın inceliği ile bizlere ders veren Mehmet amca mı, yoksa insanlığı tüketen bizler mi cahildik? O gün bugündür diploma kelimesini dâhil etmeden cahilliğin tanımını yapmaya gayret ederim.
Bizlere insanlık dersi veren Mehmet (Ertuş) amcayı hiç unutmadım. Ders vermenin sadece öğretmenlerin görevi olmadığını bizlere hatırlatan Muhtar Mehmet amcaya Allah'tan rahmet diliyorum.
Sevgide kalın, sevgiyle kalın.