İslam dini her konuya açıklık getirdiği gibi eşlerin ayrılma durumların da, çocukların kimin yanında ne kadar veya ne zamana kadar kalacakları konusunda da belli ölçü ve kurallar getirmiştir.  
Şafi ve Hanbelî mezheplerine göre çocuk 8 yaşına geldiğinde kimin yanında kalması konusunda muhayyerdir. Anne babadan kimi isterse ona teslim edilir. Bir gün, bir kadın peygamberimize gelerek ey Allah’ın Resulü oğlumu büyütüp yetiştirdim. Oğlumun bana faydası dokunmaya başlamıştı ki (ayrıldığım) eşim oğlumu benden almak istiyor deyince, Peygamberimiz, Babayı da oraya getirterek; “Ey çocuk, şu baban, şu da annen, hadi bakalım, hangisini istersen onun elini tut. Deyince çocuk hemen, annesinin eline yapışmış, annesi de onu alıp gitmiştir.” (Ebu Davut, Talak 35) Diğer bir hadiste ise Rafi’b. Sinan’dan rivayet edildiğine göre, peygamberimiz’e; Kendisi Müslüman olmuş, karısı ise İslam’ı kabul etmemiş (müşrik) birisinin çocuğu getirilir. Peygamberimiz anneyi bir tarafa, babayı bir tarafa çocuğu da aralarına oturtur. Çocuk annesine meyil edince, “Yâ Rab, ona hidayet ver.” Diye dua etti. Bu sefer çocuk hemen babasına meyletti. Babası da onu alıp götürdü.” Der. (Ebu Davut Talak 26.) Günümüzde zaman zaman TV ekranlarında ve basında, eşine olan kin ve intikamını, çocuğunu bir araç olarak kullanarak, eşim bana çocuğumu göstermiyor diye feryat eden anne ve babalara şahit oluyoruz. Sen annesiysen o da babası veya sen babasıysan o da annesi, hak ve kanunları hiçe sayıp nefsî davranarak çocuğunu annesi veya babasına karşı kin ve nefret duygularıyla yetiştirmek, ona göstermemek, anne veya babaya hiçbir şey kazandırmadığı gibi, hayat boyu çocuğun sıkıntısını çekeceği psikolojik sorunlarla büyümesinin zeminini de hazırlamış olur. Bu tür anne babalar bu tür davranışları ile karşılarındaki eşlerine değil en büyük zararı iki arada bir derede kalan çocuklarına verirler. Bu tür davranışların çocuğun kişiliğinin oluşmasında telafisi mümkün olmayan büyük tahribatlara yol açacağı da hiçbir zaman unutulmamalıdır. 
Geleceğimizin teminatı olup, neslimizin ve nesebimizin devamını sağlayacak olan çocuklarımız en değerli varlıklarımızdır. Batı kültürünün etkisi ve bir takım yönlendirmelerle manevi değerlerimizi bir tarafa bırakarak çekirdek aile yapısına geçerek dede, nine gibi büyüklere ailede yer bırakmadık. Çocuklarımızı onların sevgisinden de mahrum bıraktık. Rızkı verenin Allah (cc) olduğunu unutarak, bakabileceğiniz kadar çocuk yapın gibi yönlendirmeler ve söylemlerden de etkilenerek çocuk sayısını azalttık. Belki terbiye edebileceğiniz kadar deseler hadi neyse. Ben kalabalık aile ortamlarında yetişen çocuklar da pek fazla bir problem görmedim. Ama el bebek gül bebek, ben yapamadım çocuğum yapsın, ben yaşamadım çocuğum yaşasın, gibi söylemlerle, çocuklarının yapacakları işleri de kendileri yaparak, onlara hiçbir sorumluluk yüklemeyerek sorumsuzca yetiştirilen bir veya iki çocuklu aile ortamlarında büyüyen çocuklarda ise birçok problemlere şahit oldum.   Çocuk bir yanlış yaptığı zaman aman ha bir şey söylemeyin tezi de son derece yanlıştır. Usulüne uygun ve güzel bir şekilde uyarılarak yanlışları düzeltme konusunda rehberlik yapılarak doğru olanlar telkin edilmelidir. Peygamberimiz bu konularda da bizler güzel bir örnektir. 
Annenin asli görevlerinden biriside çocuğunu emzirmektir.?Çocuğu ilk defa annesi emzirmelidir. Hiçbir gıda, anne sütünden daha değerli değildir. Anne mümkün olduğu kadar çocuğunu abdestli olarak emzirmelidir. Çocukların yemeği helâl ve temiz olmalıdır. Böyle yapılmazsa, haram gıdaların, yemeklerin tesiri, çocuğun özüne işler çocukta uygunsuz işlerin meydana gelmesine sebep olabilir. Peygamberimiz: “Yiyip içtikleriniz helâl, temiz olsun! Çocuklarınız, bunlardan hâsıl olmaktadır.”?Buyurmuştur. Kıssalarda alınacak hisseler vardır derler. Geçmişte yaşanan bir olayı şöyle anlatırlar; Bir gurup insan, âlim, zahit ve takva ehli bir zata gelerek küçük oğlunun yaramazlık yaparak kendilerine sıkıntı verdiklerinden dolayı şikâyet ederler. Adamcağız çok üzülür ve acaba nerede yanlış yaptık diye kendi kendisini sorgular. Neticede kendisinde bir kusur bulamayınca, hanımına durumu anlatır ve ben kendimde bir kusur bulamadım acaba bu senden mi kaynaklanıyor diye sorar. O da vallahi bey ben bu çocuğa abdestsiz süt bile emzirmedim. Yalnız buna hamile iken komşuya oturmaya gitmiştim. Masanın üzerinde de meyve vardı. Canım çekti, komşu da ye diye teklif etmedi. Belki de aklına gelmedi. O bir iş için dışarı çıkınca ondan az bir şey yiyerek nefsimi körlemiştim. Ondan başkada bir şey bilmiyorum acaba ondan olabilir mi der. Eşi de, komşuya git durumu anlat ve helallik al der. Kadın komşuya giderek helallik aldıktan sonra bir daha o çocuk o yaramazlığı yaparak komşularına sıkıntı yaşatmaz. Bu kıssada verilmek istenen çok güzel mesajlar var. Birincisi anne veya baba öncelikli olarak yaramazlık yapan oğullarına kızmıyor ve acaba nerede yanlış yaptık diye kusuru kendilerinde arıyorlar. Bizler olsak belki, komşu bunda ne var diye, ya çocuğumuzu savunuruz veya çocuğumuza kızarak bağırır, çağırırız veyahut ta döveriz. Ama onlar bunun hiç birisini yapmıyorlar ve kusuru kendilerinde arıyorlar. Bunlar belki mektep bile görmemişlerdir amma feraset sahibi Ârif insanlar oldukları belli. Diğeri ise; yediğinize, içtiğinize ve çocuklarınıza yedirdiklerinize, içirdiklerinize dikkat edin, haramlardan sakının ve çocuklarınızı da haramlardan koruyun mesajıdır.  
Hiçbir zaman şunu unutmamak gerekir ki, çoğu zaman hâl dili söz dilinden daha etkilidir.