Cadde yukarı yürüyordum. Yaşamı cep telefonu ile AVM arasında geçen kız, bir sonraki turuna koşar gibi, hızlı adımlarla yanımdan geçiyordu. Onca kalabalık içinde fark edilmemesi mümkün değildi. En akıllısından bir cep telefonu ve ona bağlı bir kulaklık… Konuşuyordu; Hiç durmadan… Dertliydi. 
Kulak misafiri olmamak mümkün değildi. Ses tonu, onu bize misafir ediyordu aslında… Konu kediydi! Evindeki kediye arkadaşlık eden kedinin ona hoyratça davranmasından yakınıyordu. Meseleye çare bulamadığından, olmazsa misafir kediyi göndermek zorunda kalacağından bahsediyordu. Misafir kedi, evin kedisini kıskanıyormuş. Klasik bir kıskançlık krizi yani… Genç kızın bu mevzuya içerlemesi, yüzünden, sesinden, tüm caddeye taşıyordu. 
Durakta durdu. Meraklandım, ben de durdum. Benden daha çok kedi sevgisi barındıran birisini ilk kez görüyordum. Kimse bir kediyi benden daha çok sevemez diye düşünürdüm. Bu kız beni yanıltmış gibi gözüküyordu. 
Yaptığım şey çok ayıptı. Hiçbir vasıtaya binmeyeceğim o otobüs durağında durmuş, kızın telefon konuşmasını dinliyordum. Kızın heyecanında, tavrında hiçbir değişiklik yoktu. Aynı hız devam ediyordu dert… Annesinin de bu konudan şikâyetçi olduğunu, ona kalsa iki kediyi de evden atacağından yakındı.
O sırada kızın ayaklarına kafasını sürterek bir kedi yanaştı. Sanırım konuşulanları o da duymuştu. Teselli verir gibi, üzülme der gibi bakmaya başladı kıza. Şahit olduğum manzara oldukça ilginç bir hâl almaya başlamıştı. Kızın zaten sıkıntısı boyunu aşmış bir de bu! Kedinin samimiyeti karşılıksız kalmıştı. Bir umut son bir defa sürtündü ayaklarına. Seni en iyi ben anlıyorum dedi belki de… Ama ne çare! 
Bunlar olurken şehrin tüm yönlerine giden otobüsler, geldi geçti… 
Şarkıdaki sarı taksi bile almadı onu!
Dertli kız, caddenin gürültüsü arasında, azalarak, yürüdü gitti.
Durakta kedi kaldı tek…