Ebeveynlerden öğrendiğimiz bilgiler. Gözle süzdüğümüz ve kalben kabul ettiğimiz lakin çoğu zaman akılla idrak etmek için sorgulama yoluna başvurmadığımız, dogmatik sanıp bir ömür peşinden gitmeyi baştan taahhüt ettiğimiz bilgiler...
Ne kadarı örtüşüyor olmamızı istediğimiz hal ile. Ne kadarı ait olmamızı istediğimiz hayat ile doğru orantılı. Çoğuna vereceğimiz cevapları tahmin etmek zor olmasa gerek.
Altı yaşına kadar. Şimdiki eğitim sistemi ile beş yaş oldu. Beş yaşına kadar aileden aldığı bilgiler bir çocuk için olmazsa olmazlardandır. Emeklemek, yürümek, konuşmak ve tuvalet eğitimi gibi. Geriye kalanı asıl olması gereken hayatı olsa da, çocuklar beş yaşına kadar aldıkları aile eğitimi ve davranış biçimini hayatının her alanına yayma eğiliminde bulunabilirler.
Psikologlara her geçen gün ilgi artıyor. Bunun içinde metropol hayatın getirdiği bireyselleşmeden tutun da değerlerimizin gün geçtikçe eriyip yok olmasına kadar her evrede insan bir arayış halindedir. Arayış halinde olmak güzel. Asıl sıkıntı neyi aradığını bilememekten doğuyor. Her bulduğu fikre öz fikriymiş gibi sarılma cehaletine düşüyor çoğu zaman insanlar. Dramatik bir görüntü lakin gerçek.
Anksiyete hastalığı diye tarif edilen hastalık. Çoğu insan için bu da dert mi dedirtse de çoğu insanın kâbusu olmayı sürdürüyor. Anksiyete (Korku, kaygı bunalma, iç sıkıntısı) eser miktarda her insanda olması gereken, kişiyi tedbirli olmaya iten bir iç dürtüdür. Lakin dürtüler insanı uyarmak için vardır. Uyarı tozu aşılınca hastalık olur. Çoğu insanın bir arayış halinde olduğu gerçeğini göz önünde bulundurarak söyleyebilirim ki, insanın aradığı şey. Durmadan kendisinden kaçtığı şeyde gizlidir. Bu kimi zaman sevdikleri, kendisi ve yahut geçmişi olabiliyor. Korkuyu tuş etmenin yolu korkuyla yüzleşmekten geçiyor. Davranışlarımız bizi tam tersine itse de…
Çocukken yeteri değeri görmemiş çocuklar. İleriki yaşlarında da benzer sorunların devam ettiğine, kimsenin sevgisine inanmamaya başlar. Bu öyle ileri bir boyuta ulaşır ki, bu yangından kişinin eşi, çocukları ve yakın çevresi de nasibini alır. Başkalarının hakkında ne düşüneceğiyle o kadar uğraşır ki, başkalarının aklına bile gelmeyecek bir şekilde kendini çıkmaza sokarlar. Hep aynı kısır döngüde gidecek sanırlar her şeyi.
İnsanın arayışı umutla birleşince ortaya güzel manzaralar çıkar. Olmaz denilen şeyler için boşuna üzüldüm pişmanlığı buruk bir tebessümle itiraf edilir. Kişi yeter ki istesin. Beynini kemiren düşünceler elbet çözüme kavuşur. Çözüm belki de bir daha benzer duygular ile uğraşmamakta yatıyor. Çözümü nerede bulacağımız gerçeği, sorunu nerede ihmal ettiğimiz gerçeğinin neticesidir.
İç sıkıntısı gelişi ile anlam bulur. Kısa sürecekse misafirliği güzel. Kimi zaman gitmek bilmeyen bir misafir gibi. Ev sahibini zora sokacak bir hakikat. Yine de hoş karşılayıp uğurlamak lazım. Çünkü hiçbiri kalıcı değildir. Öyle diyor Hz Mevlana.
İç sıkıntısının bir psikolojik birde maneviyat eksikliği olarak iki kategoriye ayırmak lazım. Psikolojik boyutunu anlatmaya gayret ettim. Birde bu işin manevi boyutu vardır. Âlimlerden öğrendiklerimiz ile dilimizin döndüğünce anlatmaya çalışacağım.
İki günü aynı geçiren ziyandadır.)(hadisi şerif) Bu sözü rehber bilip zihinde kalmaya gayret etmeliyiz. Arayışı güzellikler ile süsleyerek devam etmeliyiz. İnsan boşta kaldıkça içindeki sıkıntılar büyür. İçinden çıkılmaz bir hale gelir. Allah inşirah suresinde şöyle buyuruyor. "Bir iş bitince başka bir işe koyul." (İnsirah suresi 7.ayet) Anlayan için ne güzel bir reçete.
Manevî hayatı sağlam tutmanın bir diğer yolu da evrenin ve içinde bulunan her zerrenin yegâne sahibini anmak olmalı. Onu andıkça değişir her şey. Çıkmaz sandığımız sokak aslında çıkmaz değil. Bitmez sandığımız dertler bizi daha güçlü kılmak için gelmiştir. Şeytanın bir oyunu daha boşa çıkmıştır. Bunlar onun için zor değildir. Yeter ki inanalım.
İnandığımız değerler uğruna inandığımız değerde yaşarsak. Verdiğimiz mücadele bizi biz yapmaya yetecek gücü bulacaktır.
Selam ve dua ile...