"Kendi kuyusunu kendi kazmak" deyimi toplumumuzda oldukça sık kullanılır. Kendine zarar verecek davranışta bulunmak anlamına gelen bu deyimi bir yorum katarak açıklayanlar da vardır.
Başkasına zarar vermek isterken ifadesi ekleyenlerin tanımına daha çok katılıyorum. Çünkü kendi kuyusunu kazmak deyimini içerisinde niyetin kötü olduğu başkasına zarar vermenin öncelikli niyet olduğu aşikârdır. Niyet kötü olunca da akıbetin de kötü olması kaçınılmaz olmaktadır.
Düşmanının zarar görmesi için açılan kuyuya kendisini düşmesi üzerine hikâyeleştirilen bu deyim son zamanlarda çok daha karşılaştığımız bir durum halini aldı.
Kapitalizmin bir sonucu olarak her geçen gün tüketimde adeta yarışır hale geldik. Tüketirken tükendiğimizin farkına varmadan bir çarkın içerisinde taklalar atmaya çalışıyoruz.
Her gördüğümüzü alma, her istenileni elde etme arzusu bitmek tükenmek bilmeyen bir hızda hayatımızı sarmaşık gibi çevirmiş durumda.
Telefonun son modelini almak, arabanın son modeline kavuşma isteği, var olan ev eşyalarının eskimesinden ziyade modası geçti bahanesi ile değiştirme gayretleri bizleri tüketime daha da vahimi israfa alıştırıyor.
Almayacağım diyerek içinizden seslendirmeye çalıştığınız dirayetiniz; sizi çevreleyen reklamlar, gittiğiniz AVM'lerle kırılıyor. "Kara Cuma"larla başlayan tepkiler sonucunda "Muhteşem Cuma"lara dönüşen reklamlar sizin beyninize kadar girerek adeta sizi esir alıyor.
Telefonlarınıza indirdiğiniz alışveriş uygulamalarından gelen büyük indirim kandırmacaları, bir alana bir bedava sloganları, ikinci aldığınız ürün 1 TL'ye yutturmaları sizin hoşunuza gidiyor. Dedik ya bir defa sizi kuşattılar mı kurtulamıyorsunuz. Bir süre sonra nerede indirim, nerede kampanya var diyerek artık siz takip etmeye başlıyorsunuz onları.
Televizyonlardaki banka ve kredi kartları reklamlarına hiç dikkat ettiniz mi? Bankanın size getirdiği kolaylıklardan bahseder. Kredi kartları ile her türlü alışveriş yapabileceğinizden hatta bunları taksitlere bölebileceğinizden dem vururlar. Hoş geldiniz faizi veriyoruz diyen banka reklamları öyle cazip bir şekilde sunulur ki; sanki sizlere bedava para veriyorlar. Hangi faiz hoştur ki buradaki faiz hoş olsun diye aklımızdan bile geçirmeyiz. Müslüman mahallesinde salyangoz satmaktan çok öte gidildiğinin farkına bile varmayız. Daha da garibi bu faizli (pardon vadeli) parayı almak için kendimize uygun fetvalar da veririz.
Ya sonrası? Sonrası tüketiciler olarak biz mi bile düşünmeyiz. Çünkü bize gelen cazip kısmı harcamaktır. Nasıl ödeneceği ve nereden ödeneceğini çok sonra düşünmeye başlarız. Çünkü ödemek cazip değildir. Harcama çılgınlığından kurtulmak istediğimizde de maalesef çoğu zaman geç kalınmıştır.
Sonra da bereketimiz kalmadı diyerek feryadı figan eyleriz.
Bu geç kalınmışlığın sonucunda; aile içi kavgalar, icralar, şiddete yönelmeler, icralar, mahkeme kapılarında vakit geçirmeler, cinayetlere varan sonuçlar…
Bu alışkanlık öyle bir alışkanlık ki bizleri bağımlı hale getiriyor. En iyisine, en yenisine ulaşma isteği. Eşimizin, çocuklarımızın da bu istekleri olunca işin içinden çıkılmaz bir hal alıyor. Kurbağa sendromunda olduğu gibi uzun bir süre farkında bile olmuyoruz bataklığın içerisine girdiğimizi.
Farkına vardığımızda maalesef iş işten geçmiş oluyor. Bataklıkta çırpınan ve çırpındıkça bataklığını içerisine sizleri iyice çeken bir girdaptan kurtulamayacağınızı anlamaya başlıyorsunuz.
Bankalararası Kart Merkezi (BKM) verilerine göre, Türkiye'de kartlı ödemelerde 2020 yılında temassız ödemeler ve internetten kartlı ödemeler çok daha fazla tercih edilir hale geldi; toplam kartlı ödeme tutarı da yüzde 17 büyüyerek 1,15 trilyon TL oldu. Ve toplam kart adedi yaklaşık 264 milyona ulaştı.
Yanlış okumadınız. 82 milyon nüfuslu ülkemizde 264 milyon kredi kartı kullanılıyor. Yani ortalama herkesin (küçük bebekler dahil) en az 3 kredi kartı var. Ve bu sayı her yıl yaklaşık olarak %8 dolayında artıyor. Daha da kötüsü harcamalarımızın birinci sırasında elektronik harcamalarımız geliyor. (En büyük oran cep telefonlarında) Türkiye toplam kart adedinde Avrupa'da lider ülke konumunda. Bu sonuca göre işte Avrupa'da lider biziz diyerek kendimizi alkışlamalı mıyız?
Sizce bu çılgınlık değil mi? Sizce bu kendi kuyusunu kazmak değil mi?
Ülkemizde insanlar, değil komşusundan ailesinden bile borç isteyemiyor. Kimsenin borç bile vermediği bu ortamda bankaların kapısında metrelerce kuyruklar oluşuyor. Kredi boyunduruğuyla kendine çalıştığını zanneden fakat aslında bankaya çalışmaya başlayan özgür birey kölelik kapısından içeriye girmiş oluyor.
Kriz dönemlerinde tüm üretim ve hizmet odaklı şirketler reklam kalemlerinde kesintiye giderken bankalar reklama harcadıkları para anlamında rekorlara koşarlar. Çünkü kriz demek "borç ve borçlu" demektir. Parası olanlar için de "faiz geliri" demektir. Dikkat edin pandemi sürecinde karlarına kar katan kuruluşların başında bankalar yer almaktadır.
Günümüzde yeni ekonomi anlayışının yaygınlık kazanması sonucu tüketiciyi borçlandırarak tüketmeye teşvik eder hale gelmiştir. Oysa ekonominin temel kurallarında birisi; gideriniz gelirinizden fazla olmamalıdır.
Kendi kuyumuzu kürekle değil kepçe ile kazmaya başladığımızı, tüketirken tükendiğimizin ne zaman farkına varacağız?
Sevgiyle kalın, sevgide kalın…