"Dinamik sabır; sadece başa gelenlere karşı tevekkül etmek değildir aynı zamanda fiili olarak başa gelenlere karşı mukabelede bulunmaktır. Dinamik sabır demek karşılaşılan imtihanlar, kaybedilen mallar, canlar, ürünler; hissedilen açlık ve korkular karşısında durabilmek ve iman ile ayakta kalarak müjdelenmek demektir."

Kahramanmaraş merkezli meydana gelen depremler, ülkemizde büyük can ve mal kaybına yol açmıştır. Kaybettiğimiz canların sayısının artarak devam ettiğine dair haberler, üzüntümüzün de katlanarak artmasına neden olmuştur. Elbette ki yaşanılan bu felaket döneminde insanlara doğrudan vaaz türü tavsiyeler pek de uygun düşmemektedir. Sosyal bilimci bir akademisyen olarak o insanları psikolojik açıdan rehabilite etmek üzere bu aşamada depremden etkilenenlerin ellerinden samimiyetle tutup, gözlerine bakmak, onların önce acil ve zorunlu maddi ihtiyaçlarını gidermek ve sonra da onları dinlemek, anlamaya çalışmak ve en sonunda da eğer arzu ettiklerini hissedersem şu konuları onlara iletmek isterim.

Deprem, hayatın gerçeğidir. Yağmur yağması, güneş doğması, gece karanlık olması gibi doğal bir tabiat olayıdır. Tabiat olaylarında mesela yağmurun azlığı da fazlalığı da nasıl ki doğal hayatı doğrudan etkiliyor, sosyal yaşantılara yansıması oluyorsa depremler de hayatımızı doğrudan etkiliyor. O halde, deprem hayatın bir gerçeği ise ve ne zaman oluşacağı da tam olarak bilinemiyorsa öncesinden ona göre tedbirler almak, olası yıkıcı etkilerini en aza indirgemek durumundayız.

Allah Resûlü (sav) şöyle buyurdular:

“Müminin durumu ne hoştur! Onun bütün işleri hayırlıdır. Başına sevinecek bir hâl geldiğinde şükreder; bu onun için hayır olur. Darlık ve sıkıntıya düştüğünde ise sabreder, bu da onun için hayır olur. Bu duruma müminden başka hiç kimsede rastlanmaz.”

Buna dinamik sabır diyebiliriz. Dinamik sabır; sadece başa gelenlere karşı tevekkül etmek değildir aynı zamanda fiili olarak başa gelenlere karşı mukabelede bulunmaktır. Dinamik sabır demek karşılaşılan imtihanlar, kaybedilen mallar, canlar, ürünler; hissedilen açlık ve korkular karşısında durabilmek ve iman ile ayakta kalarak müjdelenmek (Bakara, 2: 155) demektir.

Dinamik sabrın topluma ve devlete düşen tarafları vardır ama biz bu yazıda daha çok bireysel dinamik sabırdan hareketle bazı noktaların altını çizmek istiyoruz.

İMANIMIZ EN BÜYÜK GÜÇ KAYNAĞIMIZDIR

Biz inanan kişiler olarak her şeyin yaratıcısının Allah olduğuna (Nisa, 4: 7; Zümer, 39: 62) inanırız bunun yanında insanların da kendi özgür irade ve tercihleriyle eylemde bulunduğuna (Müminun, 40: 85; Bakara, 2: 286; Fatır, 35: 45) da iman ederiz. Buna dini olarak kader deriz. Demek ki “kader, başımıza gelenin takdir edilmesi değil, kâinattaki tüm varlığın varoluş bakımından özellikleri, imkân ve tabiatları, kabiliyet ve oluşları, kuvvet ve zayıflıkları gibi tüm nitelik ve niceliklerinin ezelde adeta kodlanması anlamına gelmektedir”. Sözgelimi bir insan -20 derecede korunaksız bir şekilde sokağa çıksa ve gün boyu dışarıda yazlık elbiselerle dursa hasta olur, bu davranıştan kaçınır ya da önlemini alırsa hasta olmaz. Bunların her ikisi de kaderdir. Bunlardan birini tercih edip yapması ise kazadır, olasılıklardan birinin gerçekleşmesidir. Ama insan kendi eliyle kendini tehlikeye atmamalıdır. (Bakara, 2: 195) Tedbir almalı, tedbirli olmalıdır.

ALLAH’A SIĞININ VE KORKUDAN KURTULUN

Allah’a iman insana güç verir, güven aşılar, imkan sağlar, her şey onun elinde olduğuna ve her şeye gücü yettiğine göre imanın imkanından tatmin olma zamanıdır bu tür zamanlar. Bu tür zamanlar yas zamanlarıdır ve belirli bir süre sonra şok ile veya şok atlatılınca başa gelen bu afetin anlamlandırmasında sorumlu aranabilir veya gönül kırıklığı, sorgulaması olabilir. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.v) çocuğunu kaybeden kadına bir şeyler söyleyecekti de kadın O’nu tanımadan “git başımdan, benim başıma gelenler senin başına gelmedi” demişti. Efendimiz o kadına hiç bir şey demedi. “Ben de bu kadar evladımı kendi ellerimle toprağa koydum” bile demedi. Döndü gitti, çünkü insanın kalbini ve gönlünü o çok iyi biliyordu. O anlık sözlerin o şok haliyle söylendiğini biliyordu. Daha sonra kadın yanına geldiğinde ona güzel güzel nasihat etti. Kızmadı, azarlamadı. “İsyan ettin sen” demedi. Çünkü evladını kaybetmek ne demek yine en güzel O bilirdi.

ACIYLA BAŞ ETMEYİ ÖĞRENMELİYİZ

Acıyla nasıl baş edilir, hayatımıza anlam katarak… Okumak, düşünmek, ibadet etmek, yazmak, konuşmak, ağlamak, dinlemek vb. bunların hepsi acıyla baş etme yöntemleridir. İnsanların durup durup ağlama veya konuşma hisleri de olabilir. Bu aşamalarda bunlardan geri durmayarak acıyla yaşamayı ve baş etmeyi öğrenmemiz gerek. Kayıp acısı Hz. Eyyüb’ün de imtihanı olmuş, Hz. Peygamber’in de… Onlar da hayata anlam katarak onunla baş etmişler. Ne diyor Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v) “Göz yaşarır, kalp hüzünlenir, fakat biz Rabbimiz’in hoşnut olmayacağı bir şey söylemeyiz.” Bu, bir anlamda acıyla anlamlı baş edebilmiş bir babanın ifadeleridir.

UMUDUMUZU CANLI TUTMALIYIZ

Umut olmadan cennet, cehennem, hak ve adalet olmaz. Umut insan psikolojisinin en temel omurgasıdır. Açıkçası sonuçları itibarıyla artık bu imtihanla baş etmek durumundayız ve Allah yokmuş gibi haşa davranamayız. O var, bizim her halimizi biliyor ve mutlaka bizim için hayatta daha güzel şeyler de hazırlamış olabilir. Hayata dair umut, imtihanı başarıyla sürdürmenin de en temel saikidir. Kaybedilmiş bir sınav yoktur, sınav devam etmekte ve sonunda rıza-ı ilahiyi kazanma ve dünyayı da imar etme imkanı vardır. Hudeybiye Antlaşması sonrası bazı Müslümanların Peygamberimiz’in emrini bile hemen uygulamadıkları ortamda O’nun hiçbir zaman umudunu kaybetmeden kalkıp önce kurbanını kesmesi, sahabesine olan umudu kadar süreci iyi yönetmesi bir örnektir.

Yaşama tutunmalı, sarılmalı ve hayata tutunmak için vesileler bulmalıdır. Yeni başlangıçlar, göçler, yer değiştirmeler ve maddi/manevi kaybetmelerin ne kadar ağır olduğu belli ancak bize düşen yok olanı değil var olanı saymak; yok olanlara bir süre yas tutsak da var olan maddi manevi kabiliyetlerimize yoğunlaşmak ve bunları geliştirmektir.

GERÇEKLİKTEN KAÇMAMALIYIZ

Gerçeklikten kaçmadan onlarla yüzleşmeliyiz. Kendimizi kandırmamalıyız, dünyevi olarak çok şey kaybettik ve büyük kısmı telafi edilebilir ama hatıra ve hafızamızdaki pek çok şeyi kaybettik. Belleğin bir kısmı adeta boşaldı ancak bu gerçeklikten kaçınamayız ve bunu kabul etmek durumundayız. Çünkü gerçekten kaçarak sanal ve hayali şeyler üstünden dünya kurmak köleleşmektir. Oysa asıl olan gerçekliğe tutunarak özgürleşmektir.

Unutmayın deprem çok büyüktü ve pek çok şeyi alıp götürdü ama sorayım hangi deprem daha büyüktür, Allah’ın rızasını kaybetme depremi mi? Vicdanı ve ahlakı, dinin güzelliklerini, kardeşliğini görmeyerek yaşamak mı daha büyük depremdir?.

Büyük acılar ve sorunlar belki de ileride daha fazla çıkacaktır. Ama umutsuzluğa hiçbir şekilde gerek yoktur. Bizden öncede pek çok insan böyle büyük felaketler yaşadı ve onlarla baş ettiler ve hatta bazıları bu büyük felaketten sonra büyük sonuçlar da çıkardı tıpkı 1347 yılında kara veba sonrası Avrupa’nın yaşadığı gibi.

Bizim varlığımız her şeyin ölçüsü değildir. İnsan bütün varlık ve eşya ile birlikte bir bütünün parçasıdır. Mal da mülk de makam da birer emanettir ve bunlar bizim malımız değildir. Emanete riayet etmek müminlik şiarıdır, ihanet ise münafıklıktır. Mal, mülk, makam arızidir, sonradan kazanılmıştır. Kaybedilse dahi yine elde edilebilir. Kimse, mal ve mülkle birlikte doğmamıştır. Kaybedince de insanlığını kaybetmeyecektir. O halde insan olarak kalabilmeli ve insanca yaşama becerilerini ortaya koyabilmeliyiz.

HERKESİ KUCAKLAMAYI SÜRDÜRMELİYİZ

Deprem sürecinde, insanlar yardım ve dayanışma amacıyla herhangi bir ideolojik, dinsel veya kültürel bir ayrım yapmaksızın depremzedelere destek oldular ve böylece kardeş olduk, toplum olduk ve insan olmanın erdemliliğini gösterdik. Bunu provoke etmek isteyenler veya politik/dini/ekonomik amaçlarına rant devşirmek isteyenler olabilir ama onlara kulak asmamalı ve fırsat vermemeliyiz. Ayrışma değil kaynaşma ve yardımlaşma kanallarını beslemeliyiz.

Düzen için acele etmemeli ama düzen kurmalıyız. Deprem nedeniyle insanların alışageldikleri yaşamları değişmektedir. Mevcut sosyal düzenin sarsılması ve sosyal çözülmelerin artma ihtimali toplumda yeniden düzenlenme ihtiyacını doğurmaktadır. Çoğu afetzede için kalıcı bir biçimde kurmuş oldukları sosyal düzenleri altüst olmuş, gelecek hakkındaki ümitsizlikleri yoğunlaşmış, geniş anlamda ‘yabancılaşma’ ve ‘güç çatışmaları’ yaşanmaya başlamıştır. Sosyolojik olarak ‘yabancılaşma’ insanın kendi özünden uzaklaşması gibi geniş anlamda tanımlandığı gibi güçsüzlük, savunmasızlık, kırılganlık olarak da tanımlanabilir. Ayrıca, kendini yalnız hissetme de bir yabancılaşma boyutudur. Bu aşamada bireysel bazda yaşanması muhtemel yabancılaşma karşısında başta devletin ilgili kurumları olmak üzere STK’lar insanlara samimi ellerini uzatmalı ve onların yalnız olmadığını önce fiili sonra da maddi/manevi destekleriyle göstermelidir. Çünkü sosyal düzenin alt üst oluşu belirli bir süre sonra muhasebesi yapılacak bir işlemdir. O işlemin yapıldığı anda bireylerin yanında olması gerekenler olmadığında daha ağır toplumsal sorunlar baş gösterecektir.

Üstelik, depremin bireyde meydana getirdiği travma tecrübesi, kaygı, aşırı korku, öfke, suçluluk, ümitsizlik, yorgunluk ve güvensizlik gibi psikolojik problemler şeklinde belirse de kimi zaman ağır depresyonlara da sebep olan bu durumlar, bireyin içinde bulunduğu çevreden uzaklaşmasına, hatta yabancılaşmasına da yol açabilmektedir. Burada kendisine uzanacak samimi bir “kardeş” eli ve desteği bu aşamada bireyin yalnız olmadığını ona hissettirecektir. Bu noktada çok ciddi psikolojik desteklere ihtiyaç olacaktır. Bu psikolojik desteğin en önemli tamamlayıcısı ise hiç şüphesiz dünyanın bir imtihan yeri ve kendisinin de bu imtihanda oynayacağı role göre mükafatlandırılacağı bir varlık olduğu bilinci ve kabulü olacaktır.

AİLEMİZE SARILMALIYIZ

Depremzede aile üyelerinin gündelik yaşamları ani ve olumsuz bir şekilde değişti ve sosyal ilişkileri tahrip oldu. İlk şokun atlatılması sonrası aile içinde yoğun dayanışma olabileceği gibi aile içerisinde geçimsizlik, şiddet ve boşanma gibi problemler de yaşanabilecektir. Birbirini suçlamalar veya sorumluluktan kaçış gibi iddialar pekiştirici olabilir. Oysa aile insanın içinde sükûn bulacağı (Rum, 30: 21) ve cennete namzet olacağı dünya hayatının kalesidir.

Müslüman, Müslüman’ın kardeşidir. Bir tarağın dişleri gibidir. Bir elin parmakları gibidir. Kardeşler zor durumda birlik olmalıdır. İmkanlarını paylaşmalıdır. Sevdiklerinden infak etmelidir. Bu gün sana ise yarın bana olabilir diye düşünmelidir. Mağdur olan herkese imkanlarını ve gönlünü açabilmelidir. Empati yapmalı ve kardeşlerini sahiplenmelidir. Ensar-Muhacir kardeşliği gibi dostluk ve kardeşlik köprüleri kurulmalıdır. Ülkemizin deprem kuşağında olması ve yaklaşık her on yılda yıkıcı bir deprem felaketi yaşanması nedeniyle yukarıdaki duygu ve düşüncelerin canlı tutulmasında, felaket anında dinamik sabır gösterilmesinin anlam ve öneminin zihinlere iyice yerleştirilmesinde yarar olduğunu düşünüyorum. Mevcut durumda deprem felaketini yaşayan ve hayatta kalan insanlara sabır diliyorum. Millet olarak o insanlar için kapılarımızın ve gönüllerimizin açık olduğunu ifade etmek istiyorum.

İşin sonu selamettir, dinamik sabırla nasıl ki Mekke yeniden fethedilmiş, gönüller kazanılmış, Türkiye işgalden kurtarılmış ve yeniden büyük bir devlet olmuş, şimdi sıra sıcaklığımız ve farkındalığımızla kollarımızın altında sakladığımız samimi duygularla sonucu dinamik olarak beklemek olacak ve inanıyorum ki bu günleri de geride bırakacağız…