O yaz çok uzun geçmişti. Bitmek bilmedi. Girdiğim son sınavı da kazanmış, atama sonucumu bekliyordum. Yaşça küçüklerimin iştahlı çağrılarına olmaz diyor, büyükçe cevaplar veriyordum.  Katılsam da olurdu onlara ama büyük rolümü şimdiden sevmiştim. Pek keyifliydi. İşim var, meşgulüm gibi cevaplar beni havaya sokuyordu. 
Atama yeri, beni hiç düşündürmüyordu. Fark etmezdi…  Kendimi ayaklarımın üstünde hissedebileceğim her yer olabilirdi. Tüm ihtimalleri düşünüyor, annemin üzerimdeki müşfik duygularına yaslanıyordum. "Kurban olsun seni verene" tonundaki sesi hep, kulaklarımın bir kenarında asılı duruyordu. 
Nihayet sonuç haberi gelmiş Ankara - Keçiören' e atanmıştım. 4 saatlik yol uzak sayılmazdı. Mezun olduğum okul da oradaydı. Bildiğim yerlerdi… Kiralık bir ev bulacaktım sadece. O kadar… Hepsi hallolurdu. Öğretmen olmuştum ya! Gerisi kolaydı.
9 Kasım… İlk gün.
Okula vardığımda hava kararmak üzereydi. Evrakları elden dolandırmak uzun sürmüştü. Trafik, dolmuş şoförleri, yağmur, çamur…Gecekondu mahalleleri arasında, kalabalık bir ortaokuldu. Teneffüsü biten öğrenciler, akşam karanlığında son derse giriyorlardı. Hızla koşan bir çocuk beni fark edemeyip, çarptı. Pardon abi dedi. Binanın giriş boşluğu hizmetli odasına bakıyordu. Kızarmış yağ kokusu beni buyur etti. Hizmetli küçük tüpün üzerinde makarna yapıyordu. Yeni atandığımı ifade edip müdürün odasını sordum. Makarnasının güzel olduğunu söyleyip elime bir kaşık tutuşturdu: Bu kaçmaz, sonra gidersin müdüre…  Karnımın açlığından mıdır nedir, makarna nefis olmuştu. Müzik öğretmeni olduğumu söyleyince, duvarda asılı bağlamayı gösterdi. Ben de çalarım deyip, törenlere kendisinin de katıldığından bahsetti. 
Müdürün odasına girdiğimde, eşyalarını topluyordu. Önce alacaklıymışım gibi baktı. Kararnamemi gösterince de klasik müdür duruşuna büründü. Elindekileri kenara bıraktı, bıyıklarını düzeltti… Üzerindeki takım elbiseden, kolundaki saate kadar, önemli bir aktörün huzurunda olduğumu hissettiren bir eda ile yüksekten konuşmaya başladı: "Müzüğü çok severim. Hayat yolunda bu branşı seçerek rikis almışsın…" 
10 Kasım - Okulun ilk günü.
Ertesi gün okula doğru inen yokuştan yürüyordum. Yaşantıma açılan en önemli kapılardan birisinin eşiğinde duruyordum. Attığım her adım beni mahalledeki oyunlarımdan, çocukluğumdan, anamdan, babamdan uzağa, ötelere götürüyordu… Adımlarımı küçülttüm. Bir ara korktum! Başrolünü oynayacağım bu hayata henüz hazır değildim. Yaşım 21… Çok eksiğim vardı. Düne kadar onlardan birisi olduğum bir sınıf dolusu insana, büyük birisi gibi nasıl seslenecektim? Müdür doğru söylüyordu. Hayat risk almaktı ve bu hissettiklerim onun bir parçasıydı. 
Sağdan soldan, ara sokaklardan yürüyüşüme katılan çocuklar, doğru istikamette olduğumu gösteriyordu. Bahçe kapısında kızının montunun fermuarını boğazına kadar çekip uğurlayan anneyi gördüm. Annemi… Hepimiz, henüz bizi nereye götürdüğünü tam da kestiremediğimiz bir yola çıkmıştık. Evet! Hepimiz aynı yolun yolcusuyduk. Bu düşünceler bana yakışmıyordu. Hayallerimin, çabalarımın, dileklerimin, beni taşıdığı yerdeydim. Daha ne istiyordum ki? Zihnimi böyle boş şeylerle meşgul etmemeli işime odaklanmalı, iyi bir öğretmen olmalıydım. Biraz önce gördüğüm o kız çocuğu bana emanet edilecekti. Onu çocuğum gibi benimsemek, anasının üzerindeki dualarına, umutlarına bir katkı sağlamak,  çocuğunuz emin ellerde diyebilmekti mesele; Bunu bilmek bana yetmeliydi…
Okulun girişi kalabalıktı. Gece yağan yağmur, çamuru da beraberinde getirmişti. Ayakkabılarındaki çamuru temizlemeye çalışan çocuklar, müdürün kontrolünden geçebilirse okula girebiliyorlardı. Müdürü girişte elinde bir sopa ile görünce ben de ister istemez ayakkabılarıma baktım. Temizdi… 
Öğretmenler odasına girmek çok zor oldu. Kapısında beklediğim, hayran olduğum kişiliklerin bulunduğu yerdi orası. Ben ise bir aday sadece… Sonra içeride, üzerimde emeği olduğuna inandığım öğretmenlerimin, hasretle beni beklediklerini düşündüm. Bu odayı henüz hak etmediğime inansam da onları daha fazla bekletmemeliydim. Burada oturmaya, bulunmaya yüzüm olmalıydı. Güler yüzle karşıladılar. Hoş geldin, hayırlı olsun dediler… Yaşlı olanlar bana bakıp iç çektiler. Ah ah… Ben de böyleydim bir zamanlar… Bir süre bu odaya giremedim. Hizmetli odasına gittim. Bahçede turladım teneffüste… Henüz o odayı hak edecek bir duruş sergilediğime inanmıyordum.
24 Kasım Programı bu sıkıntımın giderilmesini sağladı. Yetenekli çocukları bulup bir program hazırladım. Çok heyecanlıydım. Hizmetli bağlaması ile eşlik etti. Program güzel oldu. Öğretmenler memnuniyetlerini ifade ettiler. Her teneffüs öğretmenler odasındaydım artık. Çay söylüyordum onlara. Arkadaşlarıma…
Bir akşamüstü eve dönüş yolunda, o kız çocuğunun evinin önünden geçiyordum. Anne, umutlarını yolcu ettiği aynı yerde bekliyordu. Günlük yaşamın en sıradan ama bir o kadar muhteşem sahnesinin aktörleri olduklarını bilmeden…  Kavuşma sahnesi… Çocuk, beni göstererek: Anne bak bu bizim yeni öğretmenimiz dediğini duydum. Birden bütün sahne ışıklarının üzerime odaklandığını hissettim. Günün yorgunluğunu unutup, sallanan adımlarımı düzelttim. Bir öğretmen gibi yürümeliydim. Emin, güçlü, kararlı… Buna ben de inanıyordum artık: Evet, ben öğretmenim!