Vatandaşlık görevi için çıktım yola. En önemli göstergesi, budur vatandaşlığın! Sevgi, saygı, fedakârlık, vefa, eşitlik, sorumluluk, çalışkanlık, üretkenlik… Bu saydıklarım, hepimizde az ya da çok bulunabilir ama seçme seçilme hakkı hepsinin üzerinde!         

Vatandaşlık görevi için çıktım yola. En önemli göstergesi, budur vatandaşlığın! Sevgi, saygı, fedakârlık, vefa, eşitlik, sorumluluk, çalışkanlık, üretkenlik… Bu saydıklarım, hepimizde az ya da çok bulunabilir ama seçme seçilme hakkı hepsinin üzerinde!         

Kahvaltıdan sonra, seçmen kâğıdım, TC kimliğim, sakin kafamla birlikte yola koyulmuştum. Oy verilecek adayların adamlığını tartıştılar günlerce. Oysa hepsi de bu memleketin yetiştirdiği, bu anaların doğurduğu, bu havanın, bu suyun büyüttüğü, bu eğitim sisteminin son şeklini verdiği, bu adalet sisteminin tamir ettiği adaylardı. Seçim meselesinin, sevgi, saygı, fedakârlık, vefa, eşitlik, sorumluluk, çalışkanlık, üretkenlik kavramlarının üzerindeki saltanatını hiç anlayamıyordum.

Yolumun üzerindeki büyük marketin köşesinde kediler, kendileri için konulan küçük kapların başındaydılar. Bir tanesi yerken diğerleri bakıyordu. Kabın içerisinde hepsine yetecek kadar nevale varken, diğerlerinin bekleyişine bir anlam veremedim önce…  Dikkatli bakınca öncelik verilen kedinin zayıf, çelimsiz ve kötürüm olduğunu gördüm. Zayıf kedi işini bitirene kadar diğerleri onu izlemeye devam etti. Diğer kediler hep alışık oldukları bir şeyi yapıyor gibiydiler; Zaten yapmaları gereken… Bu durum, sonradan öğrenilecek bir şeye benzemiyordu.

Baharın tüm coşkusunu, gözümüzü çevirdiğimiz her yerde görebileceğimiz bir gündü. Biraz ötede, kaldırım taşlarının arasından bir yol bulan karıncaları gördüm. Gelenlerle gidenlerin yolu ayrıydı. Onca karınca birbirlerine sataşmadan, dokunmadan mükemmel bir ahenk içerisinde işine gücüne bakıyor, koşturuyorlardı. Hepsinde, aynı yolun yolcusu görüntüsü hâkimdi. Birisini diğerinden ayırt etmek mümkün değildi. Bazılarının yükü diğerlerinden ağır olsa da buna gıkını bile çıkarıp sorgulamadan, azimlerinden bir gram eksiltmiyorlardı. Başa gelen çekilir atasözü kesinlikle karıncalar içindi!

Oy kullanacağım okul Turizm Meslek Lisesiydi. Sistemimiz bu okulu Hitit ile başlayan bir isimle anıyor. Daha önceden birkaç yanılma tecrübesi yaşadıktan sonra öğreniyorsunuz. Öğrenmek kolay olmamalı! Öbür türlü önemi kalmaz, kıymeti bilinmez! Bu okulun karşısındaki Mustafa Kemal Ortaokulu da aynı görevi almış. Bu iki okul tarafına bağlanan, Buhara 3. Cadde ile 6. Sokağın kesiştiği dört yol ağzı, insanların almış oldukları eğitimin sorgulandığı bir yerdi. Caddeyi kesen bir sokak, dört taraftan seçim yerine gitmeye çalışan insanlar… Sağa sola gelişigüzel park edilmiş araba, kamyon ve tırlar… "Oyumu verip çıkacağım heeri" diyen herkes, kural tanımazlıkta birbiriyle yarışıyordu. İki okul arasındaki sokak, yan yana konulan arabalarla neredeyse kapanmıştı. Bir araba bu vaziyetteki sokağa, anlaşılamaz bir ruh haliyle son sürat daldı. O anda savrulan yayalar küfürle karışık el kol hareketleriyle müdahale ettilerse de adamın hiç umurunda olmadı. O da belli ki vatandaşlık görevine gidiyordu. Mutlaka önemli bir işi vardı! Zira normalde durup, arabadan inip, levyeyi kapıp milletin üstüne yürümesi gerekirdi! Adam iyi adammış!

Okulda asansör yoktu. Merdivenler düzensiz ve oldukça dikti. Bu durumda sandığın en üst katta olması ise tamamen bir talihsizlikti. Yolda kalmış yaşlılar gördüm. Bir yerden sandalye bulmuşlar, köşede dinleniyorlardı. Birkaç mola sonra yukarıdaki sandıklarına ulaşacaklardı. Yaşlı bir amcanın kolunda serum takma aparatı vardı. Belli ki hasta yatağından kalkmıştı. Sandığa ulaştığımda önümde genç bir kız duruyordu. Yaşlı amca da henüz çıkabilmiş, nefes nefese kalmıştı. Ben ona buyurun deyip yol verirken genç kız, çok işinin olduğunu söyleyip sırasını veremeyeceğini ifade etti. Tam da o an adam fenalaşıp, tutunduğu oğlunun kolları arasına yığıldı. Ambulans çağırdılar. Okulun önündeki kargaşadan ambulans uzun süre gelemedi. Ben de adamla ilgilenmeye başladım. Kolonya buldum bir yerlerden. Oğlu çaresizdi. Kendi kendine söyleniyordu. Gelme dedim, iyi değilsin dedim. Memleketi senin oyun mu kurtaracak, ne işin var dedim… Yok, ölürüm de gideceğim dedi!  

Aşağı indiğimde ambulansın sokağın başında durabildiğini gördüm. Adamı oraya kadar sedye ile taşıdılar. Düzensiz park mağduru başka birisi, aracının başında çaresiz bekliyordu. Kendisini esir eden araç sürücüsü geldiğinde hiç hesap sormadı. Biliyordu ki hayatının en mühim işini yapan birisini beklemişti. Böylesi bir bekleyiş ne kutlu bir bekleyişti! Arabanın kapısını açtı. Sigarasını yere atıp üzerine bastı. Görevini tamamlamış adam huzuru ile birlikte uzaklaştı.

Dönüşte geldiğim yoldan yürüdüm. Karıncaların mesaisinin hız kesmeden devam ettiğini, kedilerin kabının boşaldığını gördüm. Hayatlarından çok memnun gibiydiler. Seçtikleri bir liderlerinin olduğu kesindi. Evet! Biz görmesek de böyle bir seçim mutlaka vardı. Yoksa bu düzen, intizam, işleyiş, huzur nasıl hâsıl olabilirdi?