Geçtiğimiz haziran ayında Almanya'da tanıştık onlarla. Aslında asıl tanışma bundan yıllar önce başlamıştı. Gurbetçi kelimesinin hayatımıza girdiği yıllarda. Bu bağ, hemen herkesin eş, dost, akraba ya da yakını vasıtası ile bir şekilde kuruldu… Sonra gelişti. Siyasiler 67 vilayetimizin olduğu zamanlar Almanya için 68. Vilayet derdi. Edirne'den sonra başlayan ülke Almanya olsaydı, hakikaten de böyle olabilirdi…
Tarih sayfalarında karşımıza çıkan yaşanmışlıklar: Birinci Dünya Savaşındaki müttefiklik, İkinci Dünya Savaşında, Nazi Almanya'sından kaçan Yahudilere uzatılan elimiz, yine İkinci Dünya Savaşı sonrası Almanya'nın imarına dönük yardım talebine yoğun ilgi… Tüm bunlar yabancı kelimesini sorgulamamızı ve esas yerine oturtmamızı sağlayan yaşantılar olmuştur. Hâl böyleyken, Almanya'nın haritadaki bulunduğu konumun bir önemi de kalmamıştır.
Çorum Güzel Sanatlar Lisesi ve Alman Bad Nauhiem Musik Schule arasında gerçekleşen proje ile yukarıda anlattığım giriş cümlelerinin testi yapıldı sanki. Geçen haziran Avrupa'nın ortasında ve yine Avrupa'yı tam olarak ifade eden bu büyük ülkedeydik. Konu komşu duymuş geldiğimizi. Aralarında program yapmışlar. Bölüşmüşler tüm öğrenci ve öğretmenlerimizi… Bizim buralarda alışık olduğumuz bir tarzda, içten… Eskilerin bahsettiği 68. Vilayete gelmişiz gibi… "Yarın bendesiniz" diyor bir tanesi. "Bırakmam" diyor diğer bir komşu ısrarla… Aralarında gurbetçi Türkler de var… Memleketten akrabaları gelmiş gibi bakıyorlar, sıcak… Yoğun ilgi mahcup ediyor insanı. Elinde tepsi servis yapıyor ev sahibi… Bardağı, tabağı biteni takip ediyor. Sanki annenle güne gitmişsin! Aynen öyle…
Julliane, Charlotte, Laurina, Levin, Adelina… İsimlerinin bir önemi yok. Yabancı değiller ki! Öğrenciler Alman ailelerin evlerinde kaldı. Kuzenleri gelmiş gibi ağırladılar. Yaşıtları ile birlikte Almanya'da uyandılar sabaha… Üzerlerindeki çatının aynı olduğunu, güneşin, rüzgârın, havanın herkese eşit davrandığını gördüler. Tanrı'nın Almanlara farklı davranmadığını da…
Müzik tüm bu yaşananların tutkalıydı. Onları birbirine kenetleyen. Ama ya da, aslında gibi cümlelerin kurulmasını engelleyen… Başladığında herkesin susup dinlediği ve diğer tüm meselelerin önemini yitirdiği bir şeydi müzik… Müzik ne güzel bir şeydi! Sorgusuz sualsiz, insanları yan yana getirip, dost yapan…
Geçtiğimiz hafta da onlar bizdeydi. İadeyi ziyaret… Bu sefer hayran ve şaşkın bakışlar onlardaydı. Önceden tanışıklığın verdiği rahatlıkla daha sıkı bir kaynaşma oldu. Patrick'i biz aldık. Gür, kıvırcık saçları vardı. Annesi Amerikalı olduğu için çok iyi İngilizce konuşuyordu. Benim gibi okul İngilizcesi konuşan birisi için ağır bir misafirdi. Anlaşılır ve tane tane konuştu. Vegan olduğu için, geleneksel ikramlarımızı yapmakta zorlandık. Kuru fasulye, barbunya, patates… Annemin yaptığı lahana sarması için hayatımda tattığım en muhteşem şey dedi. Haklı… Bu konuda ben de hemfikirim! Çok candan ve sıcak bir çocuktu. Bize oğullarımızın sarıldığı gibi sarıldı. Çalışmalardan fırsat kaldığı kadar birlikte olabildik. Birbirimizi anlamada zorlanmadık. Bir amaç için bir araya gelen insanlar teferruata bakmazlar. Hedef, onlar için en önemli olandır. Ve bu hedefe su taşıyan herkes özeldir. Bahane bulup, işi yokuşa sürmezler. İşine odaklanmış her bir üye için, öğretmenlerinin yönlendirme ve motivasyonu yeterlidir. Yaşları 12 ile 19 arasında olan bir grup nasıl idare edilebilirdi ki başka türlü?
Salı günkü programın icracılarından birisi gelemediği için program son anda şekil değiştirdi. Bu değişikliği tolere etmek için olağanüstü bir çaba sergilendi. Programın yetişebilmesi için Jannick ve Başak öğretmenler Pazar kahvaltısına katılmayıp, çalıştılar. Buhara Kültür Merkezini dolduran hiç kimse oluşan bu aksaklığı hissetmedi. Gitarın zarif tınıları halâ kulaklarımızda…
Çarşamba günkü konser tam bir kültür köprüsü oldu. Çorum Devlet Tiyatrosu da buna benzer sunumlara geçmişte şahit olmuştu. Bu bağlamda o salonda izlediğim en etkileyici an, Rus Ordu Korosu'nun "Üsküdar" yorumu olmuştur. O muhteşem koronun birkaç sene sonra uçak kazasıyla aramızdan ayrılması beni çok üzmüştü. 
Konserin son bölümünde Karma Koronun seslendirdiği Beethoven'in kulaklara kazınmış o meşhur ezgisi yankılandı salonda. Sözleri Almanca ve Türkçe olarak, hep bir ağızdan: Kardeş olun ey insanlar, bunu ister tanrımız. Bu dünyada her şey geçer en son sana dost kalır… O an herkes bir an da olsa, Beethoven'in çağrısı üzerine oraya geldiğini düşündü. Evet! Ortamı anlatan cümle tam da buydu. Çağrıya kulak veren bir salon dolusu insan… 
Ulrich ile Ulu Cami'ye gittik. Cami'nin meşhur minberini göstermek için seslendim. O an hiç beklemediğim bir tepki aldım. Bir ibadet yerinde olması gerekenden fazla seslendiğimi hissetmiş olmalı ki, parmağını dudağına götürüp bana susma hareketi yaptı. Sonra bana bir Müslümanın ibadet şekli ile ilgili sorular sordu. Anlattıklarımı şaşkınlık ve hayranlıkla dinledi. Huşu içerisinde ayakta, dakikalarca, sessiz kaldık öylece… Sanırım içinden dua ediyordu. 
Dünyanın en dar sokağında fotoğrafını çektim. Oradan Arasta 'ya geçtik. Saraçların arasında dolanırken, kemer ihtiyacı olduğunu söyledi. Kemerci Abdullah'ın yanına gittik.  Giderken köşedeki simitçiden üç simit almayı da unutmadım. Abdullah çay söyledi. Sonra bir muhabbet… 
Veda programı Çorum Belediyesi'nin müthiş misafirperverliği ile taçlandı. O gece Çorum Obasında bizim bile tahmin edemeyeceğimiz bir tablo içerisinde çok güzel bir akşam geçirdik. 
Ayrılık zor oldu. Gözyaşları içerisinde gerçekleşen ayrılma sahnesini oluşturan herkesin aklında şu cümleler vardı:
Neydi müzik? 
Müzik sevgiydi, müzik emekti… 
Müzik neydi?
Müzik samimiyet, müzik barış, müzik dostluktu…