Fotoğraf çektirmek mi, fotoğraf çekinmek mi tartışmasını Türkçe öğretmenlerimize bırakarak bugünkü yazıma başlamak istiyorum.
Fotoğraf özellikle sosyal medyada en çok kullanılan objelerden bir tanesi. Akla ve kalbe de hitap eden en güçlü görsel kültür ürünü. 
Bir insan niçin fotoğraf karesinde yer almak ister? Fotoğraf karesinde yer almaktan ziyade neden herkesin görebileceği mecralarda paylaşır? Neden en özellerini herkesin görebileceği şekilde paylaşır?
Arkadaşları ile birlikte ya da ailesi birlikte yemek yerken çekilen fotoğrafların paylaşıması da ayrı bir görgüsüzlük desek yanılmış olmayız herhalde.
Belki de reklamını yapmak içindir. Ya da yumuşatarak söyleyelim. Kendini tanıtmak için. Nasıl olsa "Reklam her şeydir", "Reklamın iyisi kötüsü olmaz" mottolarını zihnimize yerleştirmiş isek (ki bunda hiç şüphe yok) fotoğraf çektirmek çok daha önemli hale getirecektir. 
Fotoğraf çektirmekteki amaç bazen kendinizi tanıtmak bazen yaptığınız çalışma ya da ürünleri tanıtmaktır. En yakınızdan başlayarak bu tanıtımları yapmayanımız nerede ise yok. Bir anlamda çevremizle de iletişim sağlamış oluyoruz. 
Çoğu zamanda mesaj vermek için kullanırız. Bak ben buradayım, bak ben mutluyum, ben hayvanları çok seviyorum, ben falanca şehirdeyim gibi…
Hiç bir slogan, hatta tek bir kelime kullanmadan sadece fotoğrafla reklam ve propaganda afişleri hazırlanabilir. Fotoğraf o kadar güçlü bir iletişim aracıdır ki, bazen tek bir kare temel bir yargıyı kökten değiştirir ya da yıllar boyunca inşa edilmiş bir itibarı yerle bir edebilir. Yani vezir ettiği gibi rezil de edebilir. 
Yok, fotoğraf çektirmekteki amaç dostlar alışverişte görsün ise o zaman işin aslı değişiyor. Dostlarınız zaten sizi görüyor ve alışveriş yaptığınıza dair yorumlar da yapıyorlar. Ancak bu alışverişin bir alış mı yoksa veriş mi olduğu yönünde farklı yorumlarla karşılaşabilirsiniz.
Fotoğrafların jest ve mimiği yoktur demek pek de yanlış olmayacaktır. Fotoğrafı çektiren tarafından farklı amaçla kullanılırken fotoğrafı çeken tarafından çok farklı bir amaçla kullanılabilmektedir.
Fotoğraf çektirmenin öncesinde ya da sonrasında muhakkak kısa da olsa bir görüşme olmuştur. "Biz aslında bir şeyler konuştuk ve bu fotoğraf da konuşmanın belgesidir" anlamını taşımaktadır bu fotoğraf.
Toplum olarak fotoğraf çektirmeyi çok severiz. Ancak çektirdiğimiz fotoğraflar bir manzara, bir deniz ya da hayvanlarla ilgili fotoğraflardan ziyade ziyaret fotoğraflarıdır. Bazen çocuğumuzun karne fotoğraflarını dahi paylaşırız. Hatta üst amirlerimizden aldığımız Başarı belgelerini dahi paylaşmaktan geri kalmayız.
Yorgun, hasta veya zamanım yok desek de selfie çektirmekten, fotoğraflarımızı paylaşmaktan geri kalmıyoruz. Ailemizin en özel bilgilerine kadar fotoğraflarını çekip paylaşmaktan gaye ne olabilir ki?
Aslında bu paylaşımlar göründüğü gibi değildir. Konjoktüre göre paylaşımlar yaparız. Makam sahibini ziyaret etmek ve sonrasında fotoğraflar paylaşmak sadece bunlardan birisidir. Bu paylaşımdaki amaçlardan bir tanesi de, makam sahibini ziyaret ettiğinizi herkesin görmesini istemenizden öte gücün ve makamın arkanızda olduğunun mesajını vermek değil midir? Bak ben kimlerle görüşüyorum pozudur bu. Fotoğrafı paylaşan kendini bilmez birisi ise ben sizi gösteririm pozuna kadar gider.
Kitap fuarındaki ziyaretim sırasında makam sahibi olmasından kaynaklı yazarın, bir kitap alıp bunu imzalatmak için saatlerce sırada bekleme ve en sonunda çektirebilirseniz fotoğraf çektirmek de aynı pskolojik travma değil midir? O kişi bir makam sahibi olmasaydı acaba kaç kişi kitap alır ve imzalatırdı? Sorusunu kendime sormadan da geçemedim. Muhtemeldir ki imzalattıkları kitabı bile okumayacaklardır. Ancak makam sahibi yazarla çektirdikleri fotoğraf onlar için çok daha önemliydi. Verdikleri pozlardan bu anlaşılıyordu zaten.
Hayvanlar Günü'nde tesadüfen yakaladığımız bir hayvanı severken çekildiğimiz fotoğrafı arşivlerden çıkararak paylaşmamız da konjoktörden faydalanmak ya da günün anısına önem verdiğinizi ispatlama çabasının bir sonucudur. 
Derdini çekmediğimiz olayların, şiirlerini dahi okumadığımız şairlerin, kitaplarını dahi okumadığımız yazarların vefatından sonra (varsa) onlarla birlikte çektirdiğimiz fotoğraflar ya da arama motorlarından bulduğumuz fotoğraflarını paylaşmakla ne kadar samimi (!) olduğumuzu ispat etmeye gayret ederiz.
Demem odur ki çekilen ya da çektirilen fotoğrafların arka planları hiç de öyle bizim gördüğümüz gibi olmayabilir.
Gülücükler atarak "Peyniiir" diyerek çektirdiğimiz bazı fotoğrafların 3 saniyeden sonra eziyete dönüştüğüne hepimiz şahit olmuşuzdur. Bir süre sonra yüzünüzdeki gülücüklerin yerini sahte bir tebessüme bırakır. Kaslarınızı ve dudaklarınızın iki yanını kulağınıza doğru yanaştırmaya çalışarak mutluyum/huzurluyum pozları verseniz de netice tatmin edici değildir çoğu zaman. 
Aslında hepimizin her an fotoğrafı salise salise çekiliyor ve bize her karesi izletilecek. Bu karelerin bir kısmı hatalarla dolu olacak beğenmeyeceğimiz bu resimde olmasaydım diyeceğimiz cinsten.  Yaşarken bu kötü kareleri sildirme şansımız var bir daha böyle bir poz içerisinde olmayacağımıza söz verip iyilik ve güzellik resimleri içerisinde olmak duasıyla…
Şimdi, mutlu mesut olarak çektirdiğimiz fotoğraflar dâhil olmak üzere 10 yıl sonra keşke mi dedirtecek yoksa sevinçten gözyaşı mı dökeceksiniz?
Sevgiyle kalın, sevgide kalın…