1.HAFTA
Kar tatili, aşı tatili, bayram tatili, seçim tatili... Birçok tatil çeşidi görmüştüm geçen zamanda.  Ama otuz tanesi yan yana geldiğinde bir milimetre olan bir canlının memleketi esir alabileceğini hiç düşünemezdim. N'apalım! Başa geldi bir kere... İşimize bakacağız. O gün ajanslarda haber geçince eve su ve ekmek aldım fazlaca.  Eşim benden daha katıydı. Çıkmayacağız dedi. Ekmeği de biz yapacağız diye devam etti. Sağlık bakanının her akşam televizyonda gördüğüm yüzü, bizim hanımınkinden daha halliceydi. Tamam dedim. Ne de olsa içişleri bakanı. Evde onun üzerine otorite yok. Otorite hiyerarşisinde içişleri bakanı, sağlık bakanından önce gelir. İkilemedim. Küçük oğlum yüzünde gizleyemediği, biraz da muzip gülüşünün altından: yarın da mı gitmeyeceğiz okula? Yine o gün, kara haber düşmemişken okulda öğle nöbeti tutuyordum. Öğretmen lavabosuna girdiğimde, iki öğrencinin ellerini yıkamaya çalıştığını gördüm. Lavabo ağzına kadar köpük olmuştu. Belli ki sıvı sabunu oldukça fazla kullanmışlardı. Aniden beni karşılarında görünce mahcup olup özür dilediler. Akşam olup da televizyonlarda izolasyon, temizlik, sosyal mesafe öğretilerini dinlemeye başlayınca, o çocuklar aklıma geldi. Haklıydılar. Bu işin en çok etkileneni onlardı. Toplumun en temiz ögeleri olmalarına rağmen "daha iyi" temizlenme çabası... Onlara kızdığıma üzüldüm. Çünkü sonraki günler herkes evlerinde, o çocukların yapmaya çalıştığı şeyi yaptı. Hatta abartıp kimyasal madde içenler bile oldu. Okullar açılınca ilk işim o çocukları görmek olacak.
İlk görev yaptığım Ankara'daki okulda, bir öğretmen abim vardı. Obsesifti. Yani takıntılı... Ellerinin temiz olduğuna kani olmaz, bir daha bir daha yıkardı. Sanırım onu kınadım.
Abimiz de geldi ertesi gün. Üniversiteler de tatil. Eve adam lazım. Yalnızlık Allah'a mahsus.  Sabah uyandığında, yaşananların bir rüya olmadığına kendimi inandırmak en güç olanıydı. Yemek konusunda her kafadan bir ses çıkmasa iyi. Birinin tercih ettiğini diğeri beğenmiyor. Üçüncü ve dördüncü günler en zoruydu. Bu günlerin sabahı çok güneşli ve sıcaktı. Bizim evin rakımı, bulunduğu konuma göre yüksek ve ufku açıktır. Allah sanki bana bu evi bu günleri düşünerek vermiş. Sıkılmıyorum. Karşı sitenin çatısında oturan baykuş çift, her zaman kuruldukları yerden daha bir samimi bakıyorlar bana. Akşam sana gelebilir miyiz der gibi.  
Sağlık bakanı vaka sayılarını açıkladı. Bir sürü istatistik. Almanya şöyle, İtalya böyle... Teselli olacak çok şey var aslında. Yeter ki ara bul! "Ya İtalya'da olsaydık."  

2. HAFTA
Karşı sitenin üçüncü katındaki adam sık sık sigara içmeye balkona çıkıyor. Bahçeyi de küllük olarak kullanmasa iyi!  Yirmi - Altmış beş kuralına uyan yok. Yanımızdaki parkta herkes muhabbette. Polise söyleyelim diyor ufaklık. "Yok" diyorum. Olmaz. Terastaki yemek masasında masa tenisi oynamaya başladık. Çocukların kutulu oyuncaklarını iyi ki elden çıkarmamışım. Dışarı çıkmamaya direnmek ne zormuş. Allah'tan havalar soğudu tekrar. Yine o apartmandan siyah dumanlar yükseliyor. Koca mahallede bir tek o... Mahallenin akıllısı diyorum onlara. "Kömür daha iyi ısıtıyormuş!" 
Karşı sitedeki adam yine bahçeyi küllük olarak kullanmaya devam ediyor. Bizde hiç işe yaramayan, kimsenin kullanmadığı bir küllük var. Gidip ona hediye etsem ayıp mı olur diye düşündüm. Akşam baykuş pencerenin pervazına geldi. Yanına kadar sokuldum. İyice yaklaştım. Kafasını yüz seksen derece çevirdi. Korktum. Göz göze geldik bir süre... "Şimdi anlamaya başladınız beni" der gibi bakıyordu. Sonra gitti. Karşı sitenin çatısındaki malikânesine kondu yine. Eşi de oradaydı. Bir an baykuş' un bizden daha özgür olduğunu düşündüm. O gelebiliyordu. İstediği gibi konabiliyor, kafasını küstahça yüz seksen derece çevirip hava bile atıyordu. Haberleşme yolunu da bulmuştuk. Her ötüşüme karşı cevap veriyordu. 
Alışverişlerimizi internet üzerinden yapıp, kargo elemanlarıyla muhatap olmaya başlamıştık. Artık kargocular, "evde yoktunuz" mesajı bırakıp kaçamıyorlardı. Çünkü böyle bir ihtimal kalmamıştı. Çalan her kapının ardından, özel bir operasyona hazırlanır gibi tefrişatımızı tamamlıyor, eldiven, maske, kolonya üçlüsünü hazırlıyorduk. Gelen her kargocuya "dünyanın bütün virüslerini üzerinde taşıyan adam" muamelesi yapıyorduk.  Kapıya yaklaşmasına izin vermeksizin iki metre ötede bıraktırıyorduk. Görevini yapan adama bir uçan tekme atmadığımız kalmıştı. Belki onu da atarız da ya virüs bulaşırsa! Burada virüsün tek derdinin insan olmadığını aynı zamanda insanlıkla da çekiştiğini gördük.

3. HAFTA
    Nihayet baykuş, eşini de alıp geldi. Haberleşme sonuç vermişti. Erkek evde oturduğundan daha iriceydi sanırım. Baykuş gibi yabani bir hayvanın insana yaklaşmasına şaşırmakla beraber, hoşuma da gidiyordu bu durum. Her zamankinden öttüler. Ben de... Durumun farkında gibiydiler. Teselli eder gibi, biraz da hüzünlü baktılar. Korkmayayım diye kafalarını çevirmediler. Sonra müsaade isteyip karşıya, evlerine geçtiler. 
Oğlanlar masa tenisini çözdüler. Televizyondan eğitimde ciddiyeti sağlamak zor oldu. Yemek seçimi konusunda huzursuzluk çıkarana, diğer aile fertleri koro halinde "zıkkımın bekini ye!" demeye başladı. Eski resim, evrak, dosyaları elden geçirdim. Evde onarılacak yerler vardı. Daha çok bozarım diye hiç elimi sürmedim. Kemal Sunal filmi gibisi yok. Postacı en güzeli.

4. HAFTA
Televizyonda Salgın'a dair bir şey izlememeye karar verdik. Yaptığımız ekmekler değme fırıncılara taş çıkaracak cinsten. Salgın geçince fırın açmayı bile düşünüyoruz. Yine kargocu geldi. Adama iyi davrandım bu sefer. Balkondaki adam, yanındaki birisiyle sigara içiyor. Küllükleri de var! Anladım bu adam yalnız olduğunda bahçe aklına geliyor. Misafir şart.
Evde kimsenin gözünün yaşına bakılmıyor artık. Herkes önüne konulanı yiyor uslu uslu. Saç tıraşı için makine getirdi kargocu. Tatbikatı büyük oğlanın üzerinde yaptık. Sonuç fena değildi.
Hiç bu kadar elimi yıkadığımı hatırlamıyorum. Sanırım obsesif oldum. Yıkama sonrası üstüne kolonya sürülmeyen el, az temizlenmiştir.
Hababam sınıfı da iyi gidiyor. Birazdan ne diyeceğini ezberlediğimiz o filmin karesine, pusudaki kahkahamız hazır, bir daha bir daha eşlik ettik.
Baykuş gelmiyor birkaç gündür; ama görüyorum onları.  Erkek olanı uzaktan izliyor, yanındaki eşine bizi çekiştiriyor: "Bak görüyon mu, insanlara imreniyordun. Bizden beter oldular!"