Yeni eğitim öğretim yılı başladı. Yeni umutlar, yeni nefes, yeni öğrenciler… Bir de yeni okul!
Çalıştığım Lisede son sınıflar müzik dersini seçmeyince ders saatimiz azaldı. Tüm çocuklar hep bir ağızdan biz beden eğitimi isteriz demişler! Bu durum 30 yıl boyunca her hafta 30 saat derse giren bir öğretmen için problem değildi. Eğitim öğretim faaliyetlerimizin sağlıklı bir zemine oturması hepimizin arzusudur. Bireysel tavır ve tutumlar yüce hedeflerin yanında çok sığ kalacağı için kimse bu mevzulara girmez, girmekten de ar eder! Sene başı müdürler toplantısı, istihdam ve ihtiyaç analizlerinin yapıldığı bir ortam olarak bilinir. Okul müdürleri isteklerimizi bu toplantıda dile getirir, mesele hallolurdu.
Bu sene öyle olmadı!
Maaş karşılığı ders saatimi dolduramadığım için mecburi bir tamamlama durumu ile karşılaştım. Bu vazife bana yumuşatılarak bildirildi. Tercih edilip istendiğim ifade edildi.
Beğenilmek, istenilmek… Çok güzel şeyler bunlar. Duyduğumuzda kulağımızın okşandığı… Ne güzel bir haber bu! Ruhum okşandı o an… İnsanı ayakta tutan şey bu kelimelerde saklıydı. Yepyeni bir okul, taptaze umutlar… Başımı döndüren bu düşünceler geçtikten sonra gerçekleri hatırladım. Ortaokul gerçeği ve derslerin 40 dakika olması! Bunca sene sonra olacak bir iş gibi görünmüyordu.
Ders saatlerini başka bir arkadaş ile bölüştük ve yeni okula başladım.
Karşımda yaşları 11 - 15 arası çocuklar; Hepsi pırıl pırıl… Işıltıdan başım dönüyor. Oturup bir nefes alıyorum. Can kulağıyla bana bakıyorlar. Şapkamın altından neler çıkacak diye nefeslerini tutmuş, sadece bana… Bu sahneyi çok seviyorum. Özlemişim… Eğitimin en sevdiğim aşaması; Sıfır noktası! Buradan alıp yürümek… Dosdoğru götürmek. Doğru elden tuttuğunu düşünen insanları hayal kırıklığına uğratmamak!
İlk ders enstrüman seçimi; Flüt dedim. Melodika diyenlere neden olamayacağını anlattım. Pahalı dedim. Pahalı olmasına, sesin boru içerisinde kaybettiği tepkime süresine, çantaya sığmadığına, çok ses çıkaran gümbürtüsüne dikkat çektim. "Tamam öğretmenim" deyip ikilemediler.
Sonraki hafta flütler geldi. Anlatmıştım onlara iyi ve ucuz flüt özelliklerini. Bir tanesi herkesten önce uzattı flütü… Bununkisi onlardan değildi. Üflediğimizde de flüt sesi çıkması şüpheli gibi duruyordu.
- Babam bunu almış!
Tamam, güzel dedim…
İşin içine baba faktörü girerse durum değişir. Babaya niye bunu aldın denmez. Babanın sözünün üstüne söz söylenmez. Baba ne yaptıysa en iyisini yapmıştır. Çocuğa baba kötülenmez!
Ders boyunca herkes flütten ses üretmeye çalıştı. Temel davranışları kazanmaya uğraştı. Herkes sağlıklı ses üretmeyi başardı. O hariç… Yapamadıkça, güzel ses üretemedikçe çocuğun suratı düşüyor, bana ve arkadaşlarına karşı mahcup oluyordu. Çocuğun bu durum karşısında bir suçu günahı yoktu. Flütün merdiven altı bir üretim olması tek sebepti. TRT sanatçısı bile olsa o flütten ses üretmesi mümkün değildi. O sıra bir bahane ile çocuktan flütü istedim. Sebep olarak da diğer sınıflara örnek olarak göstereceğimi söyledim.
Diğer teneffüs çocuk yanıma geldi ve flütünü sordu. Kırıldı dedim. Özür diledim. Hatanın benim olduğunu, bu yüzden de bir dahaki ders ona yeni flüt getireceğimi söyledim.
Sonraki hafta sınıfın en güzel ses üreteni oydu. Enstrüman, adamı vezir de eder, rezil de… Enstrüman kader değildir! Tercih edilebilir. Tercihlerimiz ise bilgiye ve tecrübeye dayanır. Öğretmen enstrümanı tanır ve en doğrusunu öğrencisine tavsiye eder. Bize düşen sadece öğretmene güvenmektir…