Yine yaz tatili geldi. Oysa okul ne güzeldi! Kimsenin ne yapıyorsun, yatmanın sırası mı, boş gezeni Allah sevmez demediği mükemmel bir sorumsuzluk alanıydı okul! Derslerine katıl, yoklamada var gözük, öğretmene çalışkan çocuk görüntüsünü ver, tamam! Neyse; Yapacak bir şey yok! Boş gezmediğimizi, bir şeylerin peşine düştüğümüzü, işe yaradığımızı gösterecek, büyüklerimizin yüreğine su serpecek zamanlar gelmişti. Herkesin büyürken büyüklerine göstermesi gereken, umut vaat eden hareketleri olmalıdır! Bunlar olursa evde de huzur olur. Olmazsa olmaz! Yediğiniz yemek, sofranın keyfi burnunuzdan gelir! Kafasında bin türlü tereddüt ve endişe ile oturulan masadan kim keyif alabilir ki?
Bu yaz geçen yaz gibi kâğıt torba yapma işi olmamalıydı. O iş biraz çocukçaydı. Hem öyle satış garantili bir iş bir daha nerede bulunabilirdi ki? Şemsi Bakkal gibi yüce gönüllü bir insanın da üzerine bu kadar gidilmez ki!
Bahçe kapısından çıkıp dışarıdaki dünyanın çetin ve acımasız ortamları ile yüzleşmenin de zamanı gelmişti. Bu iş için uygun bir arkadaş bulmalıydım.
Bizim apartmanlarda oturanların hepsi memur çocuğuydu. Onlarla bu iş olmazdı. Zira anne babaları izin vermezlerdi. En iyisi yine Mustafa’ydı. O tamam derdi. Gözü pek ve atılgan bir yapısı vardı. O da benim gibi okulun umutsuzlarındandı. Sanayiye çıraklığa gidecek kadar da cesaretimiz yoktu.
Pazarda bir şeyler satalım dedik. Bu fikir aklımıza yattı. Ortak bir sermaye ile iki yüz kilo patates aldık hal’den. Bir at arabasına yükleyip Çarşamba pazarına getirdik. Pazarda boş bir yer bulup patatesi oraya yıktık. Mustafa tartı olarak kurban bayramında kullandıkları el kantarını getirdi yanında. Her şey hazırdı.
Büyüklerin çetin ortamına adım atmıştık nihayet! Yanımızdaki pazarcıların yanında fark edilen acemiliğimizi örtmeye çalışıyorduk. Pazarcı literatüründeki kelimeleri öğrenmek zor olmadı. Patates satan birisi “Bağdil’in patatesi” diye bağırıyordu. Biz de öyle bağırmaya başladık. Bağdil nerededir, ilçe midir, köy müdür bilmem! Patatesi meşhur bir yer olsa gerekti. Sesimizi duyan insanlar yavaş yavaş tezgâhımıza yaklaşmaya, bakmaya, incelemeye başladılar. İki kilo, üç kilo derken satışımız başlamıştı…
Teyzenin birisi şüpheli bakışlarla “Bu Bağdil’in değil!” dedi. Sonra devam etti. Niye yalan söylüyorsunuz? Mustafa savunmaya geçti: Bize hal’den satanların yalancısıyız teyze, öyle dediler! Sonra uzun bir süre satışımız durdu.
Bu diyalogdan sonra kendimizi sahtekâr gibi hissetmeye başladık. Bu yaptığımızın doğru olmadığını biliyorduk ama malımızı satmak için yapabileceğimiz masum bir seslenmeydi bu yol. Sonuçta patates işte! Kızartması yapılır, yemeği de güzel olurdu. Nereden olduğu ne kadar önemli olabilirdi ki?
Sonra benim teyzem geldi. Halimize baktı. Sordu; Nasıl gidiyor? Acıdığını belli etmedi. İki kilo verin dedi. Teyzemi gören başka kadınlar da geldiler. Bağdili soran olmadı bir daha. Biz de bağırmayı kestik. Yalansız da satabildiğimizi gördük.
Akşama doğru patatesin yarısı duruyordu hâlâ… Kalan patatesi Mustafa ile bölüştük. Annem bize düşen kısımdan konu komşuya dağıtmış. O sıralar uzun süre patates yedik.
Pazarcılık deneyimimizden aklımızda kalan, o teyzenin çıkışmasıydı. Foyamızın ortaya çıkışı! Utanıp, kızarıp, yakalanma duygusu… Bu hisler belki de çocukluktandı. Küçükken oluyor böyle duygular. Safken, temizken!
Sonrasında pop sanatçısı Burak Kut o şarkıyı yazdı:
Yaşandı bitti saygısızca
Aldatmanın tadına varınca
Doğru söylesen kimin umurunda
Gözüme inanırım haydi zıpla!
Televizyonlarda dolandırıcılık ve sahtekârlık haberleri aldı başını gidiyor.
Neden bu hale geldik diye de soruluyor devamında. Cevap ortada: Burak Kut!
Şaka maka aslında onun bile parmağı var diyebiliriz. Böyle şeyleri hafife almak, şirin göstermek, ne var bunda, ne olmuş yani gibi ört bas edici yaklaşımlarda bulunmak en büyük sebeptir. Söz konusu şarkı, onu dinleyen birisinde, aldatma konusunda bir hoşgörü, bir önemsizlik, bir sıradanlık oluşturuyorsa suçludur! En azından Burak Kut bu mevzuda çok da masum değildir!
Daha sonra ben kendime yeni işler buldum. Tartı ile adam tarttım. Tartı yüz kilo üzerini tartmıyordu. Çok kilolulara bunu anlatmak zor oldu. Ama söyledim. Su ve sakız sattım. Suyu evden doldurduğumu, sakızı nereden aldığımı da söyledim.