Mevlana’nın gönül dünyası ve hoşgörüsü:
Mevlana Celaleddin Rumi’nin mesajının günümüze kadar ulaşmasının sırrı, onun ihlasında ve gönül dünyasında aranmalıdır. Ölümsüz özdeyişleri, asırlara öğüt niteliğindedir:
*Eğer huzur istiyorsan, hayatın dengesini iyi kavra. Körler çarşısında ayna satma. Sağırlar çarşısında gazel atma.
*Cahil kimsenin yanında kitap gibi sessiz ol. Zira kargalar ötmeye başlayınca bülbüller susar. Bil ki edep, her edepsizin edepsizliğine tahammül gösterebilmektir.
*Aklım, kalbime sordu, din nedir? Kalbim de aklımın kulağına eğildi ve fısıldayarak: Din, edepten ibarettir, dedi.
*Gülün güzel kokulu olması, onun dikenlere katlanmasındandır. Zira gülün dostu dikendir.
*Bir insanın nasıl güldüğünden terbiyesini, neye güldüğünden zekasını ve seviyesini anla.
*Gönlün yitirdiği hikmet kumaşı, gönül ehlinin katında ele geçer. Katı taş olsan, mermer kesilsen bile, bir gönül sahibine ulaştığın zaman inci olursun. Malumdur ki kuş, ancak kendi cinsinden kuşlarla uçar. Allah ile oturup kalkmak isteyen kişi, veliler huzurunda otursun. Velilerin huzurundan ayrılırsan, helak oldun gittin demektir.
*Ne kadar zengin olursan ol, ancak yiyebileceğin kadar yersin. Denize testiyi daldırsan, alabileceği kadar alır, gerisi kalır.
*Nefsin tuzağı dünya malıdır. Dünya malı, kimini sarhoş eder, aldatır. Aç gözlülük ve dünya nimetlerini eldi etme hırsı, insanı hakkı olmayan şeyleri elde etmeye zorlar. Köpek bile kendisine atılan bir kemiği veya ekmeği koklamadan yemez.
*Gönle doğru sefere çıktım, yola düştüm. Fakat onun bulunmadığı hiçbir yer görmedim.
*Gönlün ne olduğunu ancak gönül sahipleri bilir. Sen, gönlü ancak Allah’ın kapısında, ilahi dergâhta bulabilirsin. Çünkü Allah, gönlü ev edinmiştir.
*Gözlerimiz, bakışlarımız gönle bağlıdır. Gönül isterse göz, zehre veya yılana bakar. Gönül isterse göz, ibret ve ders alacağı şeylere bakar.
*Gönül isterse göz, görülecek şeylere, dünyaya, dünya nimetlerine bakar. Gönül isterse göz, manaya, gizli hallere, ilahi sırlara bakar.
Mevlana, gönülden gönle açılan pencereden bakar insanlığa. Gönüllerde sevgi şimşeğinin parlaması gerektiğine işaret eder.
İnsanların farklı olabileceğini vurgular: “Şu anda dünyada yaşayan insanlar, yüz renkli ve yüz gönüllüdür. Böyle bir dünyada tek renkli alem nasıl bulunabilir?”
Çok renkli dünyada herkesi haliyle hoş görmeyi ve olduğu gibi kabullenmeyi savunur. Başkalarının ayıplarını araştırmayı reddeder: “İnsan, evvela kendisindeki kin, kıskançlık, hırs, merhametsizlik gibi kötü huyları görüp, onları ıslah ettikten sonra başkalarını kınamalıdır,” der. “Eğer din kardeşinde bir ayıp görürsen o ayıp sendedir. Halbuki sen, onda görürsün. Âlem ayna gibidir. Kendi nakşını onda görürsün. Âlemde her ne varsa senden hariç değildir. Dilediğin her şeyi kendinde ara.”
Böyle düşünen Mevlana, yetmiş iki milletle de barışıktı:
“Yetmiş iki millet, sırrını bizden dinler. Biz, bir perde ile yüzlerce ses çıkaran bir neyiz.”
Mevlana’nın yetmiş iki millete aynı gözle bakması, onun cenaze merasimine de yansımıştır. İşte bu nedenle cenaze törenine her din ve mezhepten çok kalabalık bir insan topluluğu katıldı. Müslümanlar onu Hz. Muhammed (sav)in nuru ve sırrı, Hıristiyanlar kendilerinin İsa’sı ve Museviler de kendilerinin Musa’sı olarak gördüler ve sevdiler.
Onun bu hoşgörü dünyasını anlayamayanlar da vardı. O yetmiş iki milleti hoş görürken İslam ümmeti arasındaki yetmiş üç mezhebi de İslam potasında eritmek istiyordu. Bazıları, onun bu düşüncesini fitne çıkartmak için bir fırsat olarak gördüler. Önce yeni yetme bir molla ayarlayıp gönderdiler. Yeni yetme molla, büyük bir kalabalığın huzurunda “Sen, yetmiş üç mezheple beraberim diyormuşsun. Doğru mu?” diye sordu. Mevlana de evet deyince başladı küfür ve hakaret etmeye. Mevlana, gülerek cevap verdi: “Bunca söylediklerine rağmen seninle de beraberim.”
Böylece fitne kıvılcımı, ateşlenemeden söndü. Sevgi ve hoşgörü galip geldi. Gönül adamı olmak, gönül fethetmek çetindi, zordu. Mevlana, nefsini yenip dünyaya böylesine sevgiyle bakabilmişti. O, dünyalıkların dünyada kalacağının bilincindeydi. Dünyadan götürülecek tek şeyin gönül olduğuna inanıyordu. Zira Yüce Allah, insanın bedenine değil gönlüne bakacaktır. O, bunu biliyor ve buna inanıyordu.
Mevlana, özellikle alçak gönüllülüğü övmüştür. Bunu şöyle bir örnekle anlatır: “Üzerinde pek çok meyveleri bulunan dalı, meyveleri aşağı doğru çeker. Meyvesiz bir dalın ucu ise selvi ağacı gibi havada olur. Meyve arttıkça meyvelerin büsbütün yere düşmemesi için direk dayarlar. Peygamber (sav), çok alçakgönüllüydü. Çünkü her iki âlemin meyveleri onda toplanmıştı.”.