Uyarmak ya da ikaz etmek, Türk Dil Kurumunun sözlüğünde "Bir kimseye bir davranışta bulunmasını veya bulunmamasını söylemek" olarak tanımlanmaktadır. Uyarının mahiyetini kelimeler, cümleler belirlediği gibi sizin mimik ve jestleriniz de belirlemektedir.
Bunu yapmamalısın ile bunu yapma arasındaki fark gibi.
Yalan söylüyorsun demekle sen doğru söylemiyorsun cümlelerinde olduğu gibi. Sesinizin tonu dahi sizin hangi amaçla uyardığınızı belirleyebilmektedir.
Bir annenin bağırması ile yabancı birisinin bağırması arasında da çok ciddi fark vardır. Hatta aynı cümleleri kullanan uyaran bir öğretmen ile arkadaşı için dahi farklı anlaşılmaktadır.
Anlaşılacağı üzere uyarının kimden geldiği çok önemlidir. Bir dostun uyarısı gerçek manada bizim dikkatimizi çekmekle kalmaz uyarı doğrultusunda yapılan yanlışlıkları düzeltme yoluna da gideriz.
Son zamanlarda bir kısım insanlar, kendisinin uyarılmasından rahatsızlık duymaya başladığı görülmektedir. Uyarılardan rahatsızlık duyanların, eleştiriye tahammülü olmayanların genel özelliği; öz güven eksikliği, cahil olması, liyakatten uzak olması, kaprisli olması, makam sahibi olmasından kaynaklanan egolar, eleştiriye kapalı olması değil midir?
Dikkat edilirse sayılan bu özellikler aslında inananlar açısından da kötü davranışlar olarak sıralanmaktadır.
İnsanlar değişik gerekçelerle de olsa birlikte yaşamak zorundadır. Birlikte yaşamak aynı zamanda birbirimize sorumluluklar yüklemektedir. Ne zaman sorumluluklarımızdan vazgeçtik, ne zaman ki "bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın " demeye başladık işte o andan beri dünya hayatı hepimiz açısından çekilmez oldu.
Sorumsuzluk beraberinde kargaşayı kaosu doğurur. Bati bireyselleşme üzerine inşa etmiştir aydınlanma çağını. Bireyselleşen bencilleşir. Egosu semizleşir. Günümüzde maalesef insanlık teknolojinin de etkisiyle bireyselleşip yalnızlaşmaya doğru hızla ilerlemekte. Artan nüfus yalnızlaşan insan ne garip değil mi?
Bir dosttan yapılan uyarının her zaman dikkate alınması aslında Allah'ın da emridir. Âl-i İmran Suresi 104. Ayette "İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir" şeklinde inananlara bir görev vermektedir. Bu görev iki taraflıdır. İyiliği emreden taraftan olmak ve etrafımızdaki insanların da iyiliği emreden kötülüğü meneden gruptan olmasıdır.
Bizi bağlayan kısmı da "Ey Müminler" diyerek Müslümanlara vazife yüklemesidir. Dostlarımızı hatalarından veya kötülükler konusunda uyarıda bulunurken, dostlarımızın da bunu dikkate alması hem çok önemlidir hem de farzdır. Burada en önemli husus dostlarımızı seçerken özen göstermemiz ve onların uyarılarını dikkate almamızdır.
İnsanların ziyanda olduğunun beyan edilmesinden kaynaklı dostlarımızı ziyandan kurtarmak gerekmez mi? Bu anlamda hatalarını söylemek onların iyilikleri adına yapılmış güzel bir davranış değil midir?
Bir de olaya uyarılan kişi açısından bakalım. Bu kişiler öncelikle uyarıların kim ya da kimler tarafından geldiğine dikkat etmelidir. Bu bakımdan güzel dostlar edinmek önemlidir. Dosttan gelen uyarılar değerlendirilmeli, hırs ve egolara yenilmeden düşünülmeli ve ona göre karar verilmelidir.
"Marifet iltifata tabidir" ifadesince birbirimizin iyi yönlerini tebrik etmek ne kadar güzel ise ve hoşumuza gidiyorsa dostlarımızın hatalarını yüzümüze söylemesi de aslında bir o kadar güzeldir. Dosttan gelen uyarı yapıcıdır. Dert sahibi Bana ne deme hakkına sahip değildir. Uyarmalar bizim daha iyiye ulaşmamızı sağlayacaktır.
"İnsanları doğru yola çağıran kimseye, kendisine uyanların sevabı gibi sevap verilir. Başkalarını sapıklığa çağıran kimseye de, kendisine uyanların günahı gibi günah verilir." düsturu bu anlamda önemlidir.
"Neden insanları doğru yola ulaştırmak için çabalayayım ki? Bana ne onların yaptıklarından anlayışı önce bireylerin sonra da toplumun yozlaşmasına neden olacaktır. Bizi uyaran dostlarımıza da "Sana Ne" diyerek yozlaşmaya katkı sunmamak gerekir.
"Bana ne" demeden ve "Sana ne" diyenleri umursamadan bize düşeni yapmaya sebatla devam etmeliyiz. Tüm değerlere kapalı ama kendi tercihini mutlaklaştıran çağın insanı bir çıkmazın eşiğinde çırpınırken bakış açısını değiştirmeyi istemek de bir vebal değil bir sorumluluktur.
Sana ne demeden eleştirileri üzerimize almak egolarımıza fırsat vermeden istişare yolunu kapatmamak gerekir. Unutulmaması gereken bir diğer husus ise; yazımın başında belirttiğim gibi söylemek istediğinizi nasıl söyleyeceğiniz çok önemlidir. Yine bu konuda Âl-i İmrân Suresi 159. Ayetindeki, "Sen onlara sırf Allah'ın lütfettiği merhamet sayesinde yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı kalpli olsaydın, hiç şüphesiz etrafından dağılır giderlerdi" emri bizim için en güzel mesajdır.
Unutmamak gerekir ki Bana Ne? Demek ile Sana Ne demek bir vebaldir. Bize düşen Sana ne ve Bana ne demekten uzak durmaktır.
Hz. Ömer ne diyordu: "Ben yanlış bir şey yaparsam ve yanımdaki beni uyarmazsa, benden uzak dursun, çünkü onda hayır yoktur. O beni uyarır da ben onun uyarısını dikkate almazsam, o kişi yine benden uzak dursun, çünkü bende hayır yoktur."
"Ömer yanlış yaptığında onu uyaran bir ümmeti var" diyenlerden olmak için Sana ne, Bana ne demekten vazgeçmeliyiz.
Sevgiyle kalın, sevgide kalın…