UKRAYNA: BATI CEPHESİNDE DEĞİŞEN BİR ŞEY VAR MI?
Putin, iktidarda olduğu yirmi yılda Çeçenistan'dan başlayarak Suriye'ye kadar sivil, asker demeden; çocuk, yaşlı, kadın ayrımı yapmadan şehirlerin ortasına bomba yağdırarak, on binlerce savunmasız insanı katletmek suretiyle kolay zaferler elde ettiğinde, artık hiç kimsenin kendisini durduramayacağına inandı ve sıranın Sovyetler dağıldığında terk etmek zorunda kaldıkları bölgelere geldiğini düşünmeye başladı. 
2014 yılında bir referandum tiyatrosuyla ilhak ettiği Kırım'ın, geçmişte Ukrayna’ya bırakılmasını, “o zaman güçsüzdük ve sadece yutkunmakla yetindik” diye izah etmişti bir konuşmasında. Aslında Putin bu sözüyle o gün, Ukrayna ve diğer eski Sovyet Cumhuriyetleri ile ilgili ne düşündüğünü de dile getirmiş oluyordu. 
Kırım gibi Ukrayna’yı da sorunsuz bir şekilde yutabilse idi, sırada güneybatısında yer alan, bir kısmı Transdinyester adıyla daha önce kendisinden kopartılan güçsüz Moldova'nın olacağı aşikardı. Sonra da sıradaki gelsin. Nerede duracağını kimsenin bilmediği Putin, bir programda sahneye çağırdığı küçük bir çocuğa "Rusya’nın sınırları neresi" diye sormuş, çocuğun cevabını beğenmeyince "Rusya’nın sınırları yoktur” diyerek cevabı kendisi vermişti. 
Putin, sınır koyamadığı hedefleri için iyi de çalışmıştı. Her ne kadar, Çeçenistan ve Suriye’de olduğu gibi cihatçı (!) teröristleri bahane ederek batı kamuoyunu arkasına alamamış olsa da, Ukrayna’nın NATO’ya girme talebinden dolayı sınır güvenliğinin tehlikede, Donbas'ta nüfusun çoğunluğunu oluşturan Rusların da tehdit altında olduğu gibi propagandaları, dünyanın bir çok ülkesindeki eski tüfek solcular üzerinde etkili oldu ve Ukrayna'yı işgale hakkı olduğuna inandırdı. 
Grozni’de, Halep’te, İdlib’de on binlerce masumu katleden, Gürcistan’ı parçalayan, Kırım’ı yutan başkası imiş gibi,  işgalin başladığı ilk günler, kimsenin etlisine sütlüsüne karışmayan, kendi halinde yaşayıp giden bir barış ülkesi olan Rusya’nın kışkırtıldığı, NATO tarafından köşeye sıkıştırıldığı ve kendisini savunmak zorunda bırakıldığı yorumları yapıldı. Hatta Perinçek gibi freni patlamış kimileri, Rusya’nın Ukrayna’ya barış getirmek için girdiğini bile söyleyebildiler. 
Güç zehirlenmesi yaşayan bütün diktatörler gibi Putin de çok fazla hesap yapmayı gereksiz gördü ve Ukrayna’nın Kırım’dan daha kolay elde edileceğini düşünerek harekete geçti. Yaklaşık yüzde yirmisini oluşturan Rus nüfus yanında, bir direnişle karşılaşmaları halinde  ülkenin her tarafına yerleştirilmiş sabotajcı güçler harekete geçecek ve birkaç gün içinde Polonya sınırına inilecekti. 
Ama öyle olmadı. İşgalin başladığı günden bugüne geçen bir haftalık zaman, olmayacağını da gösteriyor. Yıllardır karşısına ciddi hiçbir engel çıkartılmadan yaptığı işgallere, işlediği cinayetlere göz yumulan Putin, egosu o kadar şişmiş durumda ki, burada yaşayacağını sezdiği bir yenilgiyi hazmedemeyeceği için, caydırıcı güçlerinin özel savaş durumuna geçirilmesi talimatı verdiğini söyledi. Bu bir nükleer savaş tehdidi olduğu için dünya şimdi uzun yıllar cinayetlerine seyirci kaldığı katilin böyle bir çılgınlığı yapıp yapamayacağını konuşuyor. 
Evet, ABD başta olmak üzere Batı dünyası, sarışın ve mavi gözlü Ukrayna’ya gelinceye kadar olan biteni boş gözlerle seyretti. Öyle anlaşılıyor ki, Putin’in Ukrayna ile yetineceğine inansaydı yine de rahatını bozmayacaktı. Ancak sırada Sovyetlerin dağılmasından sonra AB’ye ve NATO’ya üye olan Doğu Avrupa ülkeleri olduğuna emin olduğu için, ayak sürüyerek de olsa harekete geçtiler ve bir hayli sert siyasi ve ekonomik yaptırımlarla Ukrayna’yı yedirmeyeceklerini gösterdiler.     
Kuşkusuz geç de olsa Batının mazlum Ukrayna halkına sahip çıkması önemlidir, değerlidir. Dünyayı üçüncü büyük savaşa sürüklemekten kaçınmayacak kadar gözü dönmüş bir caniye karşı topyekün bir duruş, elbette ki saygı değerdir ve desteklenmelidir. Ancak insan Batının bu tutumunu görünce, on iki yıldır devam eden iç savaşta Esed'in en büyük destekçisi olan bu adama seyirci kalınmasına, hatta cesaretlendirilmesine hayıflanmadan edemiyor. Önce İran, sonra da Rusya olmasa idi Suriye’de on binlercesi işkenceden olmak üzere bir milyon insan ölmeyecek, nüfusun yarısı da topraklarını terk etmeyecekti. Bugün Ukrayna'ya verdikleri desteğin onda biri Suriyeli mazlumlara da verselerdi, ne göz göre göre bir ülke mahvolacak, ne bu kadar insan ölecek, ne de mülteci akınını önlemek için sınırlara jiletli tel çekmek gibi bir utancın içine düşeceklerdi. 
Ama yapmadılar, hala da yapmaya niyetleri yok. Niyet olmaması bir yana, hala ikiyüzlü davranmaya, sihay-beyaz, Suriyeli-Ukraynalı ayrımı yapmaya devam ediyorlar. Savaştan kaçmaya çalışan Afrikalı, Ortadoğulu öğrencileri gözleri mavi, tenleri beyaz olmadığı için Polonya sınırında trenlerden atabiliyorlar. Batı bildiğimiz batı işte, vicdansız, çıkarcı ve bencil. 
Ukrayna olayı kimseyi yanıltmasın. Aynı şey Türkiye'nin başına gelse NATO üyeliğine rağmen rahatlarını bozar da, risk alırlar mı? Belki şartlar öyle gerektirirse jeopolitik kaygılarla davranabilir, bir koruma sağlayabilirler ama kesinlikle bunu insani kaygılarla yapmayacaklardır. İnanmayan Suriye'ye baksın. Bombalardan kaçarak canını kurtarmaya çalışan mültecilerin botlarını nasıl batırdıklarına baksın. Sınır boylarında üzerlerine tarım ilacı sıkılan kadınlara çocuklara, elbiseleri soyulup, paraları alınarak ölüme terk edilen donmuş cesetlere baksın. Hâsılı garp cephesinde değişen pek bir şey yok.