Öğrencilik yılları Necip Fazıl, Osman Yüksel, Osman Turan, Ahmet Kabaklı gibi fikir adamlarını tanıdığım gibi Cevat Rifat Atilhan'ı da tanımıştım. O, Kuvayi Milliye kumandanlarındandı. Milli duyarlılığı ile ön plana çıkmış bir isimdi. İslamı iyi bilirdi. Yahudiliği çok iyi incelemişti. Masonluğu, ilkelerini, tarihi seyrini ve amaçlarını iyi kavramıştı. Ben de bu konuları ilk defa onun eserlerinden öğrendim.
Elimde sadece "İğneli Fıçı" adlı eseri kaldı. Elli yıl önce almıştım. Özenle saklıyorum. Şimdiye kadar kimseye emanet vermediğim bu eseri, yılda en az bir kere okurum. İlginçtir ki bu eserin ilk basımı, 1937 yılında gerçekleşmiştir. Sağlığında başaramadıkları bir konu vardı ki bu kitabın yayınını engellemek; yazarın sağlığında da yapamadılar ama ölümünden sonra eserin bir daha basımını göremedik.
İğneli Fıçı nedir? Bu sorunun cevabını tıpta aramayın. İğneli fıçı, çöp bidonu büyüklüğündeki bir büyük fıçı… Dıştan içe doğru çakılmış yüzlerce çivi… İçerisine bir insan atılıp dönderildiği zaman ne hale gelir? Biraz düşünün…
Buradan sizi alıp Yahudi tarihine götürelim. Hz. Musa Mısır'dan sürüldüğü zaman Sina Çölü'nde Kenan diyarında bir avuç insanla sıkıntılı günler yaşar. Ağaç kabukları ve otları ezerek yemek yaparlar. Günlerce ekmek bulamazlar. İşte o günü anmak için Yahudiler, tarih boyunca Resah (Hamursuz) Bayramı'nda Mısır esaretinin hatırı olarak içinde hamur olmayan şeyler yerler.
Yahudiler, maddi imkana kavuştukları ilk günlerde bu bayrama hazırlık olarak bir kuzu veya oğlak kesip kapılarının önünde ellerinde baston ile yola çıkacakmış gibi hazır vaziyette beklermiş. Ancak bu, zamanla şekil değiştirmiş.
Hamursuz Bayramı ya Yahudi sinegoklarında ya da büyük bir salonda yapılır hale gelmiş. Burada katılımcılara içinde hamur işi bulunmayan fındık, fıstık, badem, incir gibi kuruyemişler ikram edilir. Ancak bu çerezin üzerine kırmızı bir sos ekilir. İşte bu noktadan itibaren "İğneli fıçı" devreye girer.
Yazarımız kitabına 1127/1709 tarihli bir olayı naklederek başlar. O tarihte İstanbul kadılığı/mahkemesi, iğneli fıçıya atılmak üzere kaçırılan Ahmet isimli küçük çocuğun katilleri ile ilgili bir hüküm vermiştir. Masumu kaçıran Menahim, Sebetay Aram isimli Yahudilerin suçları sabit görülerek idamına; olaya karışan Haham Avram ve Haham İlya ile yardımcıları Aron ve Yako'nun da aileleriyle birlikte Sakız Adası'na sürgün edilmesine karar vermiştir.
Bu, tarihte ilk olay değildir. Sadece Osmanlı topraklarında değil, Rusya, Çin, Hindistan, İspanya, Fransa, Libya, Mısır, İngiltere, Norveç… gibi ülkelerde de benzer şikayetler vardır. Kitapta bunlardan onlarca olay sıralanmıştır.
Yahudilerce kutsal sayılan ve Tevrat'ın tefsiri olarak da tanınan Talmud'a göre Yahova'yı memnun edecek iki kanlı bayramdan biri Pesah (Hamursuz) Bayramı'dır. Yine Yahudilerce kutsal sayılan bir kitapta şöyle deniyor: "…Hayvanlardan bir farkı olmayan yabancıların öldürülmeleri hakkında bir ayet vardır. Yahudi dinine inanmayanların, Allahımıza kurban edilmeleri icap eder"
Nisan ayının ortalarında 10 gün kadar süren bu Hamursuz Bayramı'nda dünyanın kim bilir nerelerinde Yahudi olmayan kaç çocuğun kanı, Yahudi çerez tepsilerine sos oluyor!..
Yazarın kaydettiği önemli bir konu da Yahudileri uşaklıkla görevli olan Farmasonlarla ilgilidir. Bu teşkilatın gizli protokollerinin onbeşinci maddesinde "Bize silah çekenlerin cümlesi yok edilecektir" denilmektedir. Şu anda Filistin'de yaşadıklarımız, bu genelgeye tamamıyla uygundur.
Şimdilik Filistin'i, sonra tüm Orta Doğu'yu, Nil'in ve Fırat'ın doğduğu ve suladığı toprakları Arz-ı Mev'ud (Yahova tarafından Yahudilere vadedilmiş mülk olarak gören İsrailliler, kural tanımaz bir millet olarak oralarda dolaşıyorlar. Dilediklerinin evlerine el koyup oraya yerleşiyorlar, diledikleri şehirleri, kasabaları boşaltıp Yahudilere konut yapıyorlar. Bunlara utanmadan "yerleşimci" diyorlar. Aslında onlar zorba işgalciler ve hırsızlardır.
Önce Sultan Abdülhamit Han'dan bir çiftliklik arazi istediler. Alamayınca Osmanlıyı mahvettiler. Şimdi de Filistin'e yerleştiler ama sürekli genişleme derdindeler. Arkasında Siyonist teşkilatın desteği, ABD, Avrupa gibi Hıristiyan dünyasının ağabeyleri var. Birleşmiş Milletler de etkisiz, Güvenlik Konseyi de yetkisiz. Her şey Yahudi kurallarına göre yürütülüyor.
Gazze şeridinde 2,5 milyon Müslüman kuşatma altında. Elektrik yok, su yok, yiyecek yok, doğalgaz yok. Hastanelerde ilaç yok. Tedavi edebilecek cihaz yok. Yaralıyı hastaneye götürmek bile yasak. Buna rağmen insanlar hastaneye gidecek olurlarsa Amerika'nın güdümlü füzeleriyle vurmak, Yahudiye serbest. Hem de vurdukları, İngiliz Anglikan Kilisesi'ne bağlı olan Babtis Kilisesi'nin avlusunda bulunan el-Ahli Hastanesi… İlk anda 500 şehit… Sayı bini aştı. Ama onlara göre ölenler, birer sayıdan ibaret…
İnsan hakları havarisi geçinen batı sessiz, suskun… Uluslararası ceza mahkemelerinden bir tepki duymadık. Yahudiyi Koruma Konseyi (BMGK) de tepkisiz veya etkisiz.
Bizler, sadece lanet okumakla yetiniyoruz. Şehitlere rahmet, mücahitlere dua etmekle meşgulüz. Zira elimizden başka bir şey gelmiyor. Ama zamanında Kur'an-ı Kerim'in şu buyruğuna uysaydık bunlar başımıza gelir miydi?
"Ey iman edenler! Yahudileri de, Hırsitiyanları da kendinize dost edinmeyin. Zira onlar, ancak birbirirnin dostudur. İçinizden kim onları dost edinirse, o da onlardandır. Şüphesiz ki Allah, o zalim topluluğu başarıya erdirmez." (Maide-51)