Sanatçılar, topluma vizyon kazandıran ve medeniyet seviyesini ilerleten önemli figürlerdir.Toplumlarda parmakla gösterilen kanaat önderleri arasında sanatçılar, bilim insanları, mucitler ve yöneticiler yer alır ancak kitleleri derinden etkileme potansiyeli en yüksek olan grup sanatçılardır. Sanat ve ekonomi arasındaki ilişki döngüsel bir yapıdadır. Ekonomik refah, sanatın gelişimini desteklerken, sanat da toplumların ekonomik ve kültürel kalkınmasını sağlar. Bu nedenle sanatçılar, toplumsal yapıyı analiz ederek eserlerinde yansıtır ve gelişimin öncüsü olurlar. Sanat, sadece estetik bir alan değil, aynı zamanda toplumun değerlerini koruyan ve geliştiren güçlü bir araçtır.Sanat, halkın talepleriyle şekillenir ancak bu taleplerin niteliği de sanatın seviyesini belirler. Shakespeare gibi edebiyata ve düşünceye cüz'i sanat manasında katkı sunmuş bir isimle, yalnızca popüler kültürün parçası olan figürleri aynı kefeye koymak, toplumsal algının gerilemesine yol açar.Gerçek sanatçı, toplumsal değerlere katkı sunan, insanlığın ortak mirasına anlam katan kişidir. Popülerlik adına sanatın içeriği boşaltıldığında, bu durum toplumsal bilince zarar verir ve zaman kaybı oluşturan bir araç haline gelir.Toplumların, gerçek sanatı talep etmesi ve desteklemesi, kültürel yozlaşmanın önüne geçmekte en önemli unsurdur. Sanat, sorumlulukla yükselir sanatçı da toplumun bir ferdi olarak bu sorumluluğu taşımak zorundadır.
Her dönemde sanatçılar ortaya çıkmıştır, ancak bu yüzyılda sanatçı sayısının nüfusa oranla artışı dikkat çekicidir. Gerçek sanatçılar, nadir yetişir ve toplumun değerlerine uzun vadeli katkı sunar. Ancak günümüzde, toplumun hızlı kabulüyle bir kişi bir günde "sanatçı" ilan edilebilmekte ve bu durum, sanatın nitelik kaybına uğramasına neden olmaktadır. Bu durum sadece kültürel değil, ekonomik dengesizliklere de yol açmaktadır.Sanat adı altında büyük mali döngüler oluştuğunda, karşılıksız para ekonomiye girerek üretim veya hizmetle desteklenmeyen fiyat dengesizliklerine sebep olur. Şarkı söylemek ya da rol yapmak gibi faaliyetler, fiziksel bir çıktıya sahip olmadığından katma değer oluşturmaz. Bu tür aktivitelerin eğlence sektörü olarak meşrulaştırılması, değerlerimizle bağdaşmayan bir taklitçilik örneğidir. Ekonomiyi güçlendirmek ve dengeyi sağlamak için kültürel ve ekonomik bakış açılarımızı yeniden değerlendirmeli, tüketim odaklı bu yapıyı sorgulamaya açmalıyız.
Ekonomi, bir ülkenin tüm ihtiyaçlarını ithalata bağımlı olmadan karşılayabilmesiyle büyür ve güçlenir. Ancak, sözde sanatçıların ve eğlence sektörü figürlerinin toplum üzerindeki etkisi bu süreci olumsuz etkilemektedir. Örneğin, sahne performansı ile kısa sürede ömrü boyunca çalışan bir işçinin kazanamayacağı kadar büyük paralar kazanan bu kişiler, üreticiler ve emekçiler üzerinde bir hayal kırıklığı oluştururlar.Çiftçi yada işçi yaptıkları işi sorgulamaya başlar ve üretimden uzaklaşıp şaşalı hayatlara heves eder. Sonuç olarak, yeni nesil, üretime yönelmek yerine, kısa yoldan kazanç sağlamanın yollarını arar ve bu da ekonomik yapının temellerini sarsar ayrıca bu sözde sanatçıların kazandığı yüksek meblağlar sürekli gündeme getirilir. Bu durum, insanların dikkatini ve hevesini üretimden uzaklaştırıp, popülerlik peşinde koşmalarına neden olur. Böylelikle, ülkenin büyüme potansiyelinin önüne set çekilir.
 Ekonomi ve sanat arasındaki ilişkiye dair yaygın bir yanılgı, döviz girişinin her koşulda faydalı olduğu düşüncesidir. Ancak bu anlayış hem yanlıştır hem de eksiktir. Özellikle sosyal medya üzerinden kazanılan gelir, karşılıksız döviz girişi olarak değerlendirilmelidir. Üretime dayanmayan döviz, sadece bu gelirleri elde eden bireyi güçlendirirken, toplumun genel ekonomik yapısına zarar verir. Döviz girişi üretimle desteklenmediğinde, ülkenin para birimi  (kdv ve gelir vergisi dışında kalan kısmı hariç) değer kaybeder, ekonomik dengeler bozulur ve halkın alım gücü zayıflar. Bu durum, uzun vadede sürdürülebilir ve bağımsız bir ekonomi inşa etmeyi oldukça zorlaştırır. Bu nedenle, ekonomik büyüme yalnızca döviz girişine dayanarak değil, üretimin artırılması ve istikrarlı bir ekonomik yapı kurularak sağlanabilir.Bir diğer sorun, çalışan bireylerin kazançlarını sözde sanatçılarla kıyaslamasıdır. Sahte şöhret ve kısa sürede kazanılan yüksek paralar, işçilerin çalışma motivasyonunu düşürür. Sabahın erken saatlerinde işe giden bir birey, ekranlarda gördüğü lüks hayatlara özenerek yaptığı işi değersiz hissetmeye başlar. Eğer bu algı topluma yayılırsa, kimse işine severek gitmez ve üretimden uzaklaşan bireyler, sosyal devletin yükümlülüğüne girer. Bu durum, devletin organizasyonel yapısını zorlar ve uzun vadede ekonomik ve sosyal sorunlara yol açar.
Eğlence sektörü adı altında oluşturulan bu yanıltıcı yapı, küresel sermayedarların toplumları ekonomik olarak bağımlı hale getirmek için kullandığı araçlardan biridir. Çözüm olarak, toplumun sanatçı kavramını yeniden tanımlaması, fayda-zarar dengesini sorgulaması ve para dağılımını adil bir şekilde yaygınlaştırması gerekmektedir. Vergilendirme sermaye odaklı yapılmalı, faiz sistemi kaldırılmalı ve üretim teşvik edilmelidir. Bu yaklaşım, yalnızca bir ulusun değil, tüm insanlığın ortak çıkarları için gereklidir.