Eşimin göz muayeneleri için Ankara'daydık. Akşamleyin yemeğimizi yedik, çay içiyorduk. 15 Temmuz 2016 Cuma günü akşamı, kasvetli bir gecenin başlangıcıydı.
Gece on civarında savaş uçakları havalanmaya başladı. Alçaktan uçuşla korku salıyorlardı. Üçü beşi uçtu gitti, onları diğerleri izledi-Sayamadık kaç uçak havalandı. Bir tur attılar, apartmanların üzerinden geçerek belli bir istikamete yollarına devam ettiler. Sonra güzergâh netleşmeye başladı. Evde torunlarım, bana neler olduğunu sordular Ben de tecrübelerime dayanarak "İhtilal oluyor ama bu ihtilal başarısız olacak" dedim.
O akşam, televizyonlar da darbe girişimi diye naklen yayma başladılar. Bağdat'ın Amerikalılarca bombalanışını seyreder gibi Başkent Ankara'nın bombalanışmı seyre koyulduk. Ama bu farklıydı. Sadece televizyonda canlı yayınla darbe seyretmekle kalmıyorduk. Uçakların ses duvarlarım zorlayan, kulakları sağır edecek kadar gürültüyle alçaktan uçuşunu da izliyorduk. Kendimizi Şam veya Halep'te Beşar Esad'ın pilotlarının bombardımanında gibi hissediyorduk.
Bulunduğumuz yer, Beştepe Külliyesi'yle Meclis Binası'nın tam ortasıydı. Oradan atılan bombaların şiddetinden binalar, altı derecelik depremle sarsılır gibi sallanıyor, kapılar, pencereler birbirine çarpıyordu. Yüksek katlı binalarda oturanlar ne yaptılar, bilemiyorum. Ancak bu gürültüden korkmayan, yüreği hoplamayan kimse yoktu. Kalp hastalarından kaçı bu vesileyle rahmetlik oldu, hamilelerden kaçı düşük yaptı, bilinmiyor ya da hiç kimse bunların derdinde değildi.
Bu kargaşa ortamında Başbakan Binalı Yıldırım, Kastamonu İlgaz tünelinden bir açıklama yaptı: "Bu, ordu içindeki bir grup vatan haininin darbe girişimidir. Ancak biz, görevimizin başındayız. Bu hainlere gereken en ağır ceza verilecektir."
Tahminim, doğru çıkmaya başladı. Devletin vaziyete hakim olduğu, darbenin başarıya ulaşamayacağı anlaşıldı. Onu, diğer bakanların açıklamaları izledi. O gece eski başbakan Davutoğlu'nun ve eski cumhur başbakanı Gül'ün açıklamaları da yüreğimize su serpti.
Bir yandan bunları izliyor, bir yandan üzerimizden geçen savaş uçaklarının dehşetini yaşıyorduk. Alçaktan uçuş nedeniyle ses bombası gibi seslerle sokakları ve evleri inletiyordu. Meclise atılan bombalar, sokağın başına düşmüş gibi hissediliyordu. Her bomba sesinde çocuklar büyüklere sarılıyor, evcil hayvanlar sahiplerine sokuluyor, adeta beni koru derecesine imdat istiyordu.
Kimdi bu hainler? Amerika'dan gelmiş caniler miydi? Yoksa Rusya'dan havalanan Putin'in fedaileri mi? Ya da Suriye'nin Muhaberat ajanları mıydı? Bir işgal kuvveti miydi?
Televizyonda ana muhalefet liderinin uçağının Yeşilköy havaalanına inişini ve kendisini korumalar eşliğinde oradan sağ salim çıkarıp yolcu ettiklerini gördük. Ama Muğla'dan hareket ettiğini duyduğumuz Recep Tayyip Erdoğan'ın uçağından hiç haber yoktu. Muhalif televizyonlar, Yunanistan'a kaçmış olabileceği haberini yayıyorlardı.
TRT'nin işgali sonucu zorlu okutulduğu anlaşılan "Yurtta Sulh Konseyi"nin bildirisinden anlaşıldı ki bu girişimin başında ve içinde olanlar; dışarıdan gelmiş işgal kuvvetleri değil, içimizden çıkmış hainlermiş. Ordudan kaçırdıkları uçaklarla, tanklarla Türk halkına savaş açacak kadar alçalmış bir avuç satılmışlarmış.
Meğer yıllarca bu gece için askeri okulların, polis okullarının sorularını çalıp dershanelerinde gençlere vererek onları köşe başlarına yerleştirmelerinin ardında bu hazırlık varmış. Hâkimlik, savcılık sınavlarından alın da üst düzey her makama, akademik göreve adam yerleştirmenin tek amacı devleti ele geçirmekmiş. Devlete rağmen paralel devlet kurmanın gayesi, devletin tümüne hâkim olmakmış.
Hem de devletin ve milletin parasıyla yetişip devletine, meclisine, ordusuna ve milletine kurşun atacak, bomba sallayacak kadar gözü dönmüş hainlermiş. Hasan Sabbah'ın fedaileri Haşhaşiler gibi sapkın kişilermiş.
Bunların yetişmesinde fitre ve zekâtını vererek destekleyenler, bilmem ne düşünüyorlar? Daha önce pek çok şeyi iftira deyip geçiştirenler, bu olaylar karşısında ne diyorlar? Hala aynı safta mı yer alıyorlar?
Verdikleri kurban elleriyle semizleşmiş olan hainleri, gizli gizli alkışlıyorlar mı? Yazık oldu bizimkilere deyip ağıt, döküyorlar? Yeniden diriliş için gün sayımı mı düşünüyorlar? Yoksa mahkeme önlerinde yine cevşen okumayı mı planlıyorlar?                                 
Biz, o gece hiç uyumadık. Gün doğana kadar canlı yayınla birlikte uçakların intihar dalışlarını izledik. Gece yarısı okyanus ötesinden bir yolcunun gelme ihtimalinden bahsedilmeye başlandı. Humeyni'nin Tahran'a dönüşü gibi Mehdi/Mesih'in Halife sıfatıyla Ankara'ya geleceği konuşuluyordu. Kendisi için İncek'te yapılmış olan Beyaz Saray benzeri konuta yerleşip Kâinat İmamı olarak oradan fermanlarını dünyaya duyuracağı söyleniyordu. İlerleyen saatlerde ihtilalcilerin başarısız oldukları anlaşılınca bu ihtimal de ortadan kayboldu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın gizlice İstanbul Yeşilköy havaalanına inip bir televizyon kanalında Hande Fırat'a cep telefonuyla bağlanarak halkı sokağa, havaalanlarına çağırması bütün oyunları bozdu. Sokaklardaki tanklar, teker teker kaçmaya başladılar. Gözü dönmüş olanlar da halkın üzerine sürdüler, karşı çıkanları taradılar. Meclis binasını, Beştepe külliyesini, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Müdürlüğü'nü binasını bombaladılar. O karmaşada 251 kişiyi şehit ettiler. Onlarca insanı da yaralayıp sakat bıraktılar.
Fakat halk sokaklara inip de tanklara siper olmaya başlayınca tankların çoğu kaçmaya başladı. Darbeci subaylar tutuklanmaya, pek çoğu da görevden uzaklaştırılmaya başlayınca jetlerin hızlı kesildi. Günün ağarmasıyla birlikte sis bulutları yavaş yavaş kayboldu.
Yukarıdaki bomba seslerine rağmen meclisi terk etmeyen milletvekillerimizi, ölümü göze alarak ihtilale direnen devlet adamlarımızı, cumhurbaşkanının çağrısına uyarak bir ay sokaklarda nöbet tutan halkımızı tebrik ediyorum, onlara minnettar olduğumuzu ifade etmek istiyorum.
Gözümüzün önünde bütün iğrençliğiyle sergilenen darbe girişimini basit bir tiyatro diyerek alay konusu yapmak isteyenleri de lanetliyorum. Bunu, hayali söylemiyorum. Ankara'dan geldikten sonra 15 Temmuz 2016 gecesi yaşadıklarımı anlattığımda hiç ummadığım bir öğretmenin "Hocam, sen de mi inandın buna? Bu bir tiyatro... Bu bir kontrollü darbe..." demesini hiç unutamıyorum ve hiç affedemiyorum. Meğer o öğretmen, hızlı bir FETÖ'cüymüş. Sonra bu söylemin kaynağının Pensilvanya'dan geldiğini duyunca mahiyetini anladık. Ondan olanlar, kendi sözleriymiş gibi tekrarlamaya devam ettiler.
Aslında tiyatroyu iyi bilirim. Oradaki oyuncular rol icabı sahnede ölümü canlandırabilirler ama bu esnada gerçekten ölen hiç yoktur. Tiyatronun sonunda sahneye çıkıp seyircileri selamlarlar. O gece çok farklıydı. 251 gerçek şehidin verildiği o geceye tiyatro demek, en hafifinden cehalettir.
Ben, o günlerde Pensilvanya'daki zatın çıkıp "Ben, bu hain girişimi lanetliyorum. Türk yurduna göz diken, halka kurşun atan melunlarla asla benim işim olamaz. Ben, onlardan değilim, devletin yanında ve emrindeyim..." gibi sözler söylemesini beklerdim. Belki o zaman milletin gönlünde tekrar yer alabilirdi. Ama heyhat!... O zaman da kendisini inkâr etmiş olurdu. Kendinden emir alıp da ihtilale kalkışanlara ve onları doyurup koşanlara söyleyecek sözü kalmazdı.