Toplumda bozulma, yozlaşma giderek artıyor. Toprak, hava ve su insanoğlunuın en temel ihtiyaçlarındandır. Toprağımız aç gözlü, kindar, bozguncu insanlar tarafından bozulmakta. Kimyasal ilaçlar ve gübrelerin  saldırısı altında daha fazla ürün alma açgözlülüğü ile çürüyor, niteliği ve tabiatı bozuluyor. Toprak bozulunca yetişen ürün de bozuk oluyor. İnsanlara bir çok hastalık bu topraklardan yetişen yiyeceklerle bulaşıyor. Neticede sadece toprak bozulmuş olmuyor yiyecekleri tüketen insan da bozuluyor ve çürüyor. 
Eskiden hazır şişe suyu içen mi vardı. Oysa şimdi kimse çeşmelerden akan suyu içmiyor. Toprağı bozdukları için sularımızda bozuldu. İnsanımıza çeşmelerden akıttığımız suyu sağlıklı ve temiz olarak içiremiyoruz. Su sektörüne teslim olmuş durumdayız. Dev hazır su firmaları son yirmi yılda çığ gibi büyüdü. Bu yolla muazzam paralar kazanıyorlar. Su ile ilgili bilgi kirliliği, oluşturulan suni algılar ve dev reklamlarla insanların hazır su içmeleri sağlanıyor. Tüm sistem buna teslim olmuş durumda. 
Toprakla, suyla bozulan insanın sağlıklı olması beklenemez. Ama bu yetmez insanoğlunun daha çok sömürülmesi, bozulması gerekli, hatta hastalanması lazım. Çünkü dev ilaç firmalarının çok para kazanması ve buradan kazanılan paralarla dünyaya hükmetmesi zorunludur. İnsanları hasta etmek için de yine başvurulan yöntem algı, reklam ve korku. Televizyonlarda, sosyal medyada bilim adamı, akademisyen, siyasetçi  türünde kişilerin konuşmaları açıklamaları bunun için yeterli. 
İnsanlar insani ve ahlaki değerlerinden soyunup soysuzlaşmasına neden olan şeyler; politik, ekonomik ve sosyolojik mikroplardır.
Bazı insanlar vardır. Dindar görünür , ağzından'' inşallah'', ''maşallah'' eksik olmaz, sünnetin kolay olanlarına ve görsel olanına çok güzel uyar. Lakin yalan, dedikodu, iftira, kul hakkı, doğruluk-dürüstlük, merhamet, yardım konularında pek zayıf olur. Hele bir de bir sendikaya, vakıfa, tarikata, cemaate girmiş ise cennetin bileti cebindedir. Kitap okumaz, kendini geliştirmez, herşeyi bilir ve kimseyi beğenmez hep eleştirir. 
Bazı insanlar vardır. Sosyal demokratım, layiğim, atatürkçüyüm, çağdaşım  der. Lakin kendi gibi düşünmeyene haritadan yer teklif eder, giyimine, kuşamına karışır, dindarları sevmez ülkenin onlar yüzünden geri kaldığı saplantısından kurtulamaz. Kendisi, dinin doğrularını yapmak yerine hep dindarların eksik ve hatalarını eleştirir ona istikamet çizer...
Bazı insanlar vardır. Ben milliyetçiyim der. Milliyetçilik öyle lafla, sözle olmaz. Ülkesine ve milletine içten ve dıştan gelen siyasi, ekonomik ve askeri her türlü tehlike ve oyunları görmek, anlamak ve karşı durmakla, tavır koymakla olur. Kişisel menfaat ve ikballer uğuruna savrulmakla olmaz. Yeri geldiğinde makamını, ünvanını ve canını ortaya koyup bedel ödemeyi gerektirir...
Siyaset ahlakı, ticaret ahlakı, meslek ahlakı ayaklar altında... Kimse işini düzgün yapmıyor. Helal, haram, kul hakkı, kamu malı anlayışı ve adalet anlayışı kalmamış. Her şeyimizi sosyal medyaya havale etmişiz. İki güzel söz, birkaç fotoğrafla, algılarla birbirimizi kandırıyoruz. Nabza göre şerbet veriyoruz. Bir şeyin dinen ve ahlaken doğru olmasına değil de verilen tepkilere göre hareket ediyoruz. Hakkı , çok bağırana, ağlayana ve dayısı olana veriyoruz. Sesini duyuramayana zulmediyoruz...  
Ahmet Hamdi Tanpınar Mahur Beste adlı eserinde şöyle diyor: ''Sen bir medeniyetin iflası nedir bilirmisin? İnsan bozulur, insan kalmaz; bir medeniyet insanı insan yapan manevi kıymetler manzumesidir. Anlıyormusun şimdi derdin büyüklüğünü? ... Cahilsin, okur öğrenirsin. Gerisin, ilerlersin. Adam yok,  yetiştirirsin. Paran yok, kazanırsın. Her şeyin bir çaresi vardır. Fakat insan bozuldumu bunun çaresi yoktur...''
Bize gösterişi seven, yapmacık, çıkarcı, samimiyetsiz insan değil, adam oğlu adam, emrolunduğu gibi dosdoğru olan insanlar gerek... 
Unutma! Kök kurursa, gövde yaşamaz.