Giriş:
Ülkeler değil, gönüller fetheden nice insanlar vardır ki utulmazlar. Hep sözleri nakledilir, halleri ve davranışları anlatılır. Unutuldu sanılanların binlerce ziyaretçileri, binlerce Fatiha okuyanı vardır. Ziyaretine gelenler, yüzyıllar sonra bile gönül diliyle konuşurlar, halleşirler.
Geldikleri yerleri gönül diliyle fetheden ve yurt edinen Anadolu Erenleri, bu ülkenin manevi mimarlarıdır. Yunus Emre, Hacı Bektaş-ı Veli, Şeyh Edbali gibi Mevlana da gönüller fethetmiş, bu coğrafyanın Türkleşmesi ve İslamlaşmasında öncü görevi üstlenerek yer etmiş büyük bir velidir.
Hayatı:
Mevlana, aslen Horasanlıdır. 604/1207 yılında Horasan’ın Belh şehrinde dünyaya gelmiştir. Asıl adı, Muhammed’dir. Babasının asıl adıda Muhammed b. Hüseyin el-Belhi olmasına rağmen Bahaeddin Veled olarak şöhret bulmuştur. Annesi ise Mü’mine Hatun’dur.
Kendisine “Efendimiz” anlamında Mevlana unvanı verilmiştir. Doğduğu şehre nispetle Belhi, Anadolu’da yaşadığı için Rumi, müderrisliğinden dolayı Molla Hünkar denilmiştir. Celaleddin ise lakabıdır.
Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin babasının soyu Hz. Ebubekir’e, annesininki ise Hz. Ali’ye ulaşır. Babasıyla Belh’den ayrıldığında beş yaşındadır. O yaşta babasıyla hacca gitmiş, Bağdat, Kufe, Şam’ı dolaşmıştır. Anadolu’ya geçince Malatya, Sivas, Erzincan derken Akşehir ve Karaman’da birkaç yıl kalmıştır. Babası alim bir insan olduğundan önce Akşehir ve Karaman’da, sonra Konya medreselerinde müderrislik yapmıştır.
Mevlana’nın ilk hocası ve mürşidi babası Bahaeddin Veled’dir. Ondan sonra babasının müritlerinden Seyyit Burhaneddin Tirmizi’dir. Babasından sonra onun manevi terbiyesini o sürdürmüştür. Bununla da yetinmeyip devrin alimlerinden ders almış ve iyi bir öğrenim görmüş olmalı ki iyi derecede Arapça ve Farsça bilirdi. Fıkıh, tefsir, hadis gibi dini ilimlerin yanı sıra akli ilimlerden de icazetliydi. Alimdi ve müderristi.
Mevlana, babasının ölümünden iki yıl sonra (1233) Seyyid Burhaneddin ile birlikte Halep’e gitmiştir. Orada Kemaleddin b.Adim’den ders almıştır. Oradan Şam’a geçip Muhyiddin İbnü’l-Arabi, Sadedin Hamevi, Şeyh Osman er-Rumi, Evhadüddin Kirmani ve Sadettin Konevi ile uzun uzun sohbet etme imkanı bulmuştur. Buralarda yedi yıl kadar kalmıştır. Konya’ya döndükten sonra vaaz ve irşat faaliyetlerine başlamıştır. Bu arada uzun bir riyazet dönemi geçirmiştir.
Mevlana, hep tasavvufa yönelmiş, ilahi aşkı aramıştır. Mevlana’nın gönlünde gerçek anlamda tasavvufi aşkı yakan Şems-i Tebrizî olmuştur. Medreselerdeki dersleri, müritlerin irşadını bırakıp hep onunla sohbet etmesi halk arasında tepkilere neden olunca Şems, Konya’dan gizlice ayrılmıştır. Buna çok üzülen Mevlana, şimdiki Mevlevi kıyafetlerine benzer bir kıyafetle sema yapmaya, sema meclisi kurmaya başlamıştır.
Şems-i Tebrizi’nin ikinci gelişi de uzun sürmemiştir. Yine onların dostluğunu anlayamayanlar, fitne ve fesat yaymaya başlamışlardır. Hızlarını alamayan bu bağnaz grup, Şems’i ortadan kaldırmayı bile göze almışlardır. 5Aralık 1247’de esrarengiz bir biçimde niyetlerini gerçekleştirmişlerdir.
Mevlana, Şems’den ayrı kalmaya dayanamamıştır. Dersleri ve sohbetleri tamamen terk edip kendisini tasavvufa vermiştir. Bu ayrılıktan sonra Mevlana’nın aşka gelip şiir söylediği ve gece gündüz sema yaptığı dönem başlar. Ünlü Mesnevi’si ve Divan-ı Kebir’i bu dönemin ürünüdür.
Mevlana Celaleddin-i Rumi, ilimle başladığı yola aşkla devam etmiş ve ilahi aşk çemberinde vecdle ilerlemiştir. Bu yolculukta hep azık biriktirmek kaygısındadır. Maşukunun, Allah’ın huzuruna eli boş gitmekten hep endişelenmiştir. “Dostların ziyaretine eli boş gitmek, değirmene buğdaysız gitmektir. Ecel verileni almadan önce, verilmesi gerekeni vermek gerekir.” düşüncesindedir.