Emek sömürüsünün ve kul hakkının en çok ihlal edildiği haram kazanç yollarından birisi de alış verişte kusurları gizlemek, yalan söylemek, fahiş fiyatla satmak, ölçüde ve tartıda hile yapmaktır. İnsanlık tarihi boyunca, kazanma tutkusunu amaç edinen ve Allah Teâlâ'nın emirlerini hiçe sayan fert ve toplumlar, bu suçu çok işlemişlerdir; hâlen de işlemektedirler. Bu tür hileli ve haram yoldan kazanç sağlamak kul haklarının en büyüklerindendir. Kul hakkının gasp edildiği bu suçu bir dünya görüşü hâline getirip iktisadi kötülüğe kapitalizme batan toplumları Yüce Allah helak etmiştir. Bilirsiniz eski çağlarda yaşamış 'Medyen kavmi' sadece ölçü ve tartıda hile yaptıkları için helak edilmişlerdi. 
Bugün adına pazarlama numaraları ile tüketime sunulan ürünlerden 'çalmak' çok moda bir davranıştır. Bunlar artık ticaretin bir gereği halini almıştır. Böyle yapmayanların ayakta kalamayacağı kanıksanmıştır. Herkes yapıyor ben neden yapmayayım anlayışı hakim olmuştur. 
Ambalajlardaki litre ve kilogram farkları ile net-brüt farkları tüketiciler açısından genellikle yanıltıcıdır. Örneğin dondurma (diye satın aldığınız ancak süt içermeyen gerçekte ise buzlu yiyecek olarak tanımlanan bir ürünün) ambalajında 1 litre ibaresi bu ürünün 1 kğ olduğu hissi uyandırır. Gerçekte bu ürün 570 gr'dır. Tereyağının içine margarin eklemek ve tereyağının ağırlığını artırmak ve tuzu yağ fiyatına satmak için tuzu ve suyu gerektiğinden fazla eklemekte aynı hile yöntemlerinden biridir. Ekmeğin gramajını düşürmek, süte su katmak, etiket ve gramaj hileleri ile vatandaşı kazıklamak, satılan ürünün gramını düşürerek aynı fiyattan satmak gibi hileler günümüzde sıkça rastladığımız durumlardır.
İnsanların çoğu, geçmişten gelen alışkanlıkları gereği ve ucuz oldukları düşüncesiyle her hafta semt pazarına giderler. Günümüzde bu pazarlar pek fazla ucuz olmadığı gibi hile ve yalanın kol gezdiği bir yer haline gelmiş gibi. Bazı pazarcı esnafının kaba, saygısız tavırları ve insanları azarlaması da cabası. Öyle hale gelmişler ki ''alırsan al almazsan git başımdan'' der gibi hareketler sergiliyorlar. Belli ki epeyce zenginlemişler ve tok satıcı olmuşlar. En büyük numaraları ürünün en iri ve iyisini tezgahın önüne yığmaları ve size verirken kendi önünden ve dipten küçük ve çürük doldurmaları. Seçmenize de izin vermezler. İnsanlar bunu görüyor ve biliyor lakin çaresizlik! Bu yönde bir denetim var mı derseniz ne gezer! Vatandaş mahkum. Semt pazarından alışveriş yapmak avantajlı mı? Çürükleri çıkarsanız bir de arabanızın benzin parasını hesap ederseniz pek karlı gözükmüyor. Ama yine de biz pazarlarımızdan vazgeçemeyiz değil mi? Bu arada dikkatimi çeken bir konu da şu. Soğan, patates 20 tl iken sera domatesler 10 tl hayret! Bu işte bir iş var sanki…
Günümüzün esnaf odalarına benzer bir işlevi olan Ahilik, iyi ahlakın, doğruluğun, kardeşliğin ve yardımseverliğin kısacası bütün güzel meziyetlerin birleştiği bir sosyo-ekonomik düzendir. Daha çok geçmiş dönemlerde hakim olan ve bugün unutulmaya yüz tutmuş Ahilik bilincini tüm esnaflarımızda görmek ve yaşatmak en büyük hayalimizdir.
El Alvarlı Efe bir şiirinde ticareti şöyle tanımlıyor: Alırken satanı gözet, satarken alanı gözet Kârında bul bereket, Mevladan al Mevlaya sat. 
Bir şeyi alırken Allah'dan alıyor gibi, satarken de Allah'a satıyormuş gibi davranmalıyız ki, ticaretimiz helal ve bereketli olsun.
Fatih Sultan Mehmet İstanbul'u fethetmeden önce bir sabah tebdili kıyafet ederek, Edirne'de çarşıya çıktı. Alış veriş yapmaya başlayan Fatih, birinci dükkândan bir şeyler istedi. Dükkân sahibi ilk istediğini verdi ancak ikincisini vermedi. Fatih Sultan Mehmet, istediği şeyi olmasına rağmen vermeyen dükkân sahibine, neden vermediğini sordu. Adam "ben sana sattığımla sabah siftahımı yapmış oldum, diğer istediğini de karşıdaki dükkândan al. O henüz siftah etmedi" diye cevap verdi. 
Nereden nereye! Bugün birbirlerinin müşterisini çalıyor, malı ucuza veriyor diye yıllarca birbiriyle kavgalı ve dargın olan dükkan komşularını görmekteyiz.
Yabancı bir kumaş taciri Osmanlı?da bir kumaş imalathanesinin mallarını beğenip hepsini almak ister. Mal sahibinin kumaşları ayarlarken bir top kumaşı ayırdığını görür. Yabancı tacir bu hareketin sebebini sorunca "Onu sana veremem, kusurludur" yanıtını alır. Yabancı tacirin "ziyanı yok, önemli değil" dese de Osmanlı esnafı o kumaş topunu vermemekte direnir ve şöyle der: "Benim malımın kusurlu olduğunu siz biliyorsunuz. Ama onu kendi memleketinizde satarken alıcılarınız benim bunu size söylediğimi bilmeyecekler ve ben onlara kusurlu mal satmış olacağım. Burada Osmanlının gururu, şeref ve haysiyeti rencide olacak, bizi de hilekâr zannedecekler. Bu yüzden bu kusurlu topu size veremem." 
Ne yazık ki günümüzde bu değerler unutuldu ya da bize unutturuldu. Kapitalist sistemin kuralları dayatıldı. Kültürüne, inancına bağlı, geçmiş değerlerinden kopmamış nesiller yetiştirdiğimiz zaman dürüst, iyi esnaf ve tüccarlar çoğalacaktır. Sistemsizlik ve denetim yetersizliğini de aşmamız lazım. Hayırlı alış-verişleriniz olsun.