Daha önce ki yazılarımızda mahşer günü cennetliklere verilen müjdelerle, cehennemlikleri bekleyen acı akıbetler ile ilgili ayetleri gözler önüne sermiştik. Bu makalemizde ise üzerinde duracağımız konu ahiret.

Ahiret; İnsanların dünyada iken yapmış olduğu amellerinin, işlerinin inceden inceye sorgulanarak karşılığını aldığı, ilahi adaletin tecelli ettiği zamandır. Cenâb-ı Hakkın her işinde ve her fiilinde mutlaka adâletin tecellisi vardır. Allah (cc) ne hükümlerinde, ne emirlerinde, ne kahrında, ne gazabında, ne celâlinde, ne de cezasında asla zulmetmez. Acele de etmez. Ama hesap vermekten hiçbir kimse de kurtulamaz. Kimsenin de olumlu veya olumsuz yaptıkları yanına kâr kalmadığı gibi yapma imkânı olduğu halde yapmayanlarda sorgudan ve hesap vermekten kurtulamazlar. İnanan insanlarla inanmayan insanlar arasında bir fark vardır. İnanan insan imanın gereklerini yerine getirebilme gayreti içerisindedir/olmalıdır. Dünyada ne ekersen ahirette onu biçersin diye boşuna denmemiştir. Ölüm yeni bir hayatın başlaması demektir. Ahiretin ilk aşaması ölümdür ki ayeti kerimede de belirtildiği üzere bundan kurtuluş yoktur. "Her nefis ölümü mutlaka tadacaktır. Sonra da hesap vermek üzere bize döndürüleceksiniz" (Ankebut 57) Peygamberimiz ölüm sonrası ilk sorgulama kabir de başlar buyurmuştur. Peygamberimize, ölen kimselerin, kıyamete kadarki durumları nasıl olacak sorusuna; Ölüm olayı gerçekleştikten sonra insanlar ruhen sorgulanmaya başlarlar. Sorgulanan kimsenin cennetlik mi yoksa cehennemlik mi olduğu belli olur. Eğer cennetlik ise onun kabri cennet bahçelerinden bir bahçeye dönüşür ve kıyamete kadarki zamanın nasıl geçtiğini bile anlayamaz. Eğer cehennemlikse onun kabri de cehennem çukurlarından bir çukura dönüşür ki oda azap içerisin de orada (büyük hesaplaşmayı) mahşeri bekler buyurmuştur. Ölüm olayı ile ruh bedenden ayrılır. Beden çürür, ölmeyen ise ruhtur. Mahşer gününe kadar mükâfatlandırılacak veyahut ta cezalandırılacak olan ruhtur. Birçok insanımız ölümü ve mahşeri hiç akıllarına bile getirmeseler de bundan kaçış veyahut ta kurtuluş yoktur.

Ahiretin ikinci aşaması, Sûr'un üflenmesidir. Neml 87, Yasin 51, Zümer 68, Hâkka 16). Ayetlerinde de işaret edildiği gibi Sûr; Kıyametin kopuşunu belirtmek ve kıyamet koptuktan sonra bütün insanların tekrar bedenlerinin de şekillendirilerek ruhları ile birleştirilmek sureti ile mahşer yerinde toplanmak üzere İsrâfil (as) tarafından çıkarılan kuvvetli uyarı sesidir. Fakat bu sesin mahiyeti insanlar tarafından bilinemez. Sûr' un sesi dünyadaki seslere de benzetilemez. Kur'an-ı Kerim de bildirildiği üzere, İsrâfil (as) Sûr'u iki defa seslendirecektir. İlkinde Allah'ın diledikleri hariç, göklerde ve yerde olan her şey dehşetinden sarsılacak, her şey ölecek ve kıyamet de kopacaktır. İkincisinde de ise insanlar tekrar ruh ve beden olarak diriltilerek, mahşer yerinde toplanmak ve hesaba çekilmek üzere Rablerine doğru yönlendirileceklerdir. "O gün onları birbiri içinde dalgalanır bir hâlde bırakmışızdır; nihâyet sûra üfürülmüş, böylece onları hep beraber (mahşerde) bir araya getirilmiş görürsünüz" (Kehf 99) Ayetinde de işaret edildiği üzere.

Ahiretin üçüncü aşaması, Haşr ve Mahşerdir. Haşr; toplama, bir araya getirmedir. Allah'ın (cc) insanları kıyamet gününde, dünya hayatında ki işlemiş oldukları olumlu veyahut ta olumsuz fiillerinin hesabını sormak üzere o güne kadar gelmiş geçmiş insanların diriltilerek bir araya toplaması anlamına gelir. Mahşer ise Âhiret hayatında bütün insanların, dünyada yaptıklarının hesabını vermek üzere tekrar dirilip toplanacakları yer demektir. "Rabbimiz! Şüphesiz sen, hakkında şüphe olmayan bir günde insanları toplayacaksın. Şüphesiz Allah vadinden dönmez" (Âli İmran 9) "O gün günahkârları, (korkudan) gömgök kesilmiş olarak haşredeceğiz" (Taha 102) "Cehennemlik olanlar, (Mahşer günü) Rablerinin huzurunda utançtan başlarını öne eğmiş halde bir görsen! Şöyle yalvaracaklar: Rabbimiz! Gördük, işittik! Bizi dünyaya geri gönder de nasıl sâlih ameller işleyeceğiz bir gör. Çünkü artık biz gerçeği kesin olarak görmüş durumdayız!" (Hut 2, Enbiya 43-45) vb. ayetlerde de işaret edildiği üzere Allah (cc) Resulüm! De ki: Ben sizi sadece vahiyle uyarıyorum. Fakat belli ki sağırlar, uyarıldıkları zaman bu çağrıyı duymazlar, mesajlarıma neden kulak asmadınız gibi ayetlerle bir daha tekrar dünyaya dönüşün olmayacağını size bildirmedim mi buyuruyor. Peygamberimiz de birçok kutsi hadiste tekrar bir daha dünyaya dönüşün olmayacağını, ikinci bir fırsatın tekraren ele geçmeyeceğini defeatle bildirmiştir. Mahşer meydanına toplanacak insanlar, dünyada ki durumlarına göre farklı hâllerde oraya geleceklerdir. Zaten Ankebut suresi ikide de "Siz iman ettik demekle imanın gereklerini yerine getirmeden ve imtihana tabi tutulmadan cennete girebileceğinizi mi zannediyorsunuz" buyurulmaktadır. Bu hususta Peygamberimiz: "Kıyamet günü sizler yaya, binitli ve yüzüstü sürünerek Mahşer yerinde toplanacaksınız." (Müslim, Cennet, 57) Ayet-i kerimede de: "Allah kimi, talebine binaen, kendi lütfundan mükâfatlandırırsa, işte hidayete eren odur. Kimi de (isyankârlığı yüzünden) dalâlete atarsa, artık kendilerine O'ndan başka yardımcılar asla bulamazsın! Ve onları kıyamet günü yüzleri üstü, kör, dilsiz ve sağır olarak haşrederiz. Onların varacağı yer cehennemdir. (Onun ateşi) her yavaşladığında, onu bir kat daha artırırız" (İsrâ, 97) Mahşer meydanında vuku bulacak hâdiselerden birisi de Güneş'in insanlara yaklaştırılmasıdır. Nitekim Peygamberimiz bu hususta şöyle buyurmuşlardır: "Güneş, kıyamet günü insanlara bir mil mesafe kalıncaya kadar yaklaştırılır. İnsanlar, işledikleri kötü amelleri kadar tere batarlar. Kimi topuklarına, kimi dizlerine, kimi de kuşak yerlerine kadar ter içinde kalır; bazılarının da ter âdeta ağızlarına gem vurur." (Tirmizi, Kıyamet, 2/2421)

İmamı Şârânî, mahşer günü insanların dökeceği ter hususunda: "O gün terleyecek olanlar, dünyada iken Aziz ve Celil olan Allah'ın rızası uğrunda mücahede etmeyen ve salih amellerde bulunmayan kimselerdir. Bu sebeple Mahşer meydanında terlere batarlar. Bunun yanında Mahşer meydanında beklerken hissettikleri hayâ, korku ve endişe sebebiyle de ter dökerler." (İmamı Şârânî, Ölüm Kıyamet Âhiret, sf. 159)