AK Parti 27. Dönem Çorum Milletvekili Erol Kavuncu, Terörsüz Türkiye sürecini değerlendirdi.
Devletin bu süreçte şehitlerin hatırasına saygısız tek bir adım atmayacağını belirten Kavuncu, “Milletin vicdanını incitecek bir kararı da asla meşru görmez. Bu acı, ortak bir kader olarak görülüp, çocuklarımıza miras bırakılmamalıdır.” dedi.
Kavuncu, “Kerim Devletimize Güveniyoruz” başlıklı yazısında şu ifadelere yer verdi:
“Bu topraklarda kırk yıldır yanan, tutuşturulan ateş, artık milletimizin omuzlarında taşınamayacak kadar ağır bir yük, kalplerimizde bir türlü kapanmayan derin bir yaradır.
Her bir aziz şehit haberi, yalnızca bir eve düşmüş bir kor değildir, milletin tamamının göğsüne saplanan bir hançer, hepimizin ciğerini kavuran bir ateş parçasıdır. Annelerin feryadı, babaların titreyen elleri, yürekleri yetim kalan çocukların sessiz çığlıkları, bakışları. Bu acı, ne siyasetin gölgesine sığar ne tartışmaların soğuk kelimelerine. Bu acı, bir milletin ortak feryadıdır.
“DEVLETİN KARARLILIĞI: GÜÇ-ŞEFKATİN DENGESİ”
Ve bu gün yürütülen “Terörsüz Türkiye, kalıcı huzur ve adalet” adımı herhangi bir masa, herhangi bir pazarlık, herhangi bir geri çekiliş değildir, olmamalıdır da.
Bu adım, milletimizin geleceğini koruma ve kurtarma, yarın tutuşturularak ocaklara düşebilecek kor ateşi bugünden görme, yeni acıları yaşatmama kararlılığının tarihi bir adımı olarak tarihe geçmelidir. Çünkü artık hepimiz biliyoruz ki: Bu durum asla böyle devam edemez, etmemelidir. Bu milletin kaderi kanla, gözyaşıyla, ağıtlarla yazılamaz. Bu ateş sönmeli, bu ise, şerefle, akılla, adaletle ve milletin vicdanıyla olmalıdır.
Dünyada hiçbir ülke terörü yalnız ve sadece silahla bitirememiştir. İrlanda’dan Filipinler’e, Nepal’den Kolombiya’ya kadar bütün örnekler aynı gerçeği anlatır. Terör örgütlerinin ardında hep görünmeyen eller, kirli hesaplar, küresel odaklar vardır. Sahada görünen gölgeyle, kullanışlı aparat olan piyonlarla savaşmak, tek başına asla yeterli değildir.
Ama herkes bilsin ki; Bu devlet isterse gök yarılır gibi iner, terörü kökünden söker atar. Ordumuzun, polisimizin, jandarmamızın kudreti defalarca ispatlanmıştır. Mesele asla güçsüzlük değildir. Zira güçle beraber hikmetle merhametle yürümek, aklın ve vicdanın izini takip etmek, ‘kerim!’ devletlerin en mümeyyiz vasfıdır. Devlet, milletinin geleceğini hesap eden en büyük akıldır. Acıları önceden görür, ateşi daha büyümeden söndürür, yarınlara huzurlu bir gelecek bırakmak için soylu kararlı bir irade gösterir.
Dolayısıyla bu süreci de, şehitlerimizin ruhunu incitmek değil, aksine onların aziz hatırasına yakışır bir huzur iklimi inşa etme çabası olarak görmek iktiza eder.
“TÜRK–KÜRT KARDEŞLİĞİNİN DERİN KÖKÜ: ORTAK İMAN, ORTAK KADER, ORTAK GELECEK”
Çünkü biz biliriz ki: Diyarbakır annesinin gözyaşı da, Çankırı’daki aziz şehit babasının titreyen elleri de, yüreği de aynı milletin yüreğine düşen kordur, ateştir. Bu acı, ne Türk’ün ne de Kürt’ün tek başına taşıyabileceği bir yük değildir ve bu acı, ortak bir kader olarak görülüp, çocuklarımıza miras bırakılmamalıdır.
“TARİHİN SESSİZ FAKAT SARSICI ŞAHİTLİĞİ”
Tarih sessiz fakat keskin bir dille bize şunu öğretmiştir ki; Moğol istilaları kapıya dayandığında da, haçlı orduları geldiğinde de, ‘kimi Hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne bela!’ Çanakkale’ye hücum ettiğinde de ve en yakın dönemde darbeler dış müdahaleler, derin ve sinsi oyunlarda da hangi imtihanla karşılaşmışsak;
Bu milletin mayası hep birliğe, kardeşliğe omuz omuza durmaya yazılmıştır. Bu topraklarda ayrılık hüküm süremez; bu milletin ruhunda bölünme yoktur. Türk–Kürt kardeşliğinin kökü bir protokolden ibaret değil; bin yıllık iman, omuz omuza verilen cihat, yan yana düşülen şehadetlerle yoğrulmuş bir kaderdir. Zira bu coğrafya, bin yıldır aynı ezanla uyanan, aynı kıbleye yönelen ve aynı şehadet bilinciyle yoğrulan insanların ortak yurdudur. Diyarı Bekir Ulu Camii’nin taşlarındaki 639 tarihi, bu coğrafyanın İslam’la buluşmasının sessiz ispatıdır. Bugün Mekke ve Medine’den sonra en çok sahabe kabrinin Diyarbakır’da bulunması; bu coğrafyanın İslam’ın ilk ışıklarıyla nasıl bütünleştiğini gösteren bir şeref tablosudur.
Malazgirt’te beraberdik. Çanakkale’de aynı siperde can verdik. Sakarya’da aynı toprağa karıştık. Bu kardeşliği kimse söküp atamaz, hiçbir güç ayıramaz. Kırk yıllık terör, binlerce ocağı söndürmüş, on binlerce hayatı gençliğin baharında koparmış, milyonlarca insanın kalbine karanlık bir iz bırakmıştır. Bu bedel artık taşınamaz. Bir nesil daha bu ateşe atılamaz. Barış, kardeşlik artık bir seçenek değil, bir zorunluluktur, vicdanın ve tarihin buyruğudur.
‘‘Kerim Devletimiz’’, şefkatle gücü, merhametle kararlılığı bir arada taşıyan köklü bir irfana sahiptir. Devletimiz, aziz şehitlerimizin hatırasına saygısız tek bir adım atmaz. Milletin vicdanını incitecek bir kararı asla meşru görmez. Diğer taraftan bu süreç, ne unutmak, ne affetmek, ne geri çekilmektir. Bu süreç yarayı kapatma, yeni acıları durdurma, kardeşliği yeniden ihya etme iradesidir.
Bazıları iyi niyetle kaygılanacak, bazıları kötü niyetle saldıracak, bu süreci provoke edenler de olacaktır ama hakikat değişmez. Kınayanın kınamasına aldırmadan doğru olanı yapmak her büyük milletin kaderi ve tarihi sorumluluğudur. Terörden yorulan yalnız anneler değil, Türkiye’nin tamamıdır. Bu ülke onurlu, adil ve herkesin kendisini içinde bulduğu bir barışı artık sadece istemiyor; onu var gücüyle hak ediyor. Çünkü Türk’ün gözyaşı da, Kürt’ün çığlığı da aynı göğe yükselir, aynı deftere yazılır. Bu millet bölünmez. Bu vatan parçalanmaz. Bu kardeşlik yıkılmaz. Ve bu barış, Allah’ın izniyle mutlaka kazanacak ve kazandıracaktır. Biz, kadim geleneğe sahip, güçlü ve kerim devletimize güveniyoruz. Bu aziz ve necip millete güveniyoruz. Kardeşliğin kazanacağına, bu ateşin söneceğine, bu yaraların sarılacağına inanıyoruz. Ve niyazımız odur ki; Yüce Allah bu tarihî yürüyüşü bir rahmete dönüştürsün; karanlığı aydınlığa çevirsin. Bu vatanın her köşesine kan ve gözyaşı değil; huzur, umut ve onurla yoğrulmuş tertemiz bir gelecek lütfetsin. Şehitlerimizin aziz hatırasına yakışan bir kardeşlik iklimini aziz milletimize nasip etsin.” (Haber Merkezi)





