Türk toplumu iki yüz yıldır bir kutuplaşma sorunu ile boğuşmaktadır. Bu sorunu çözme yolunda sürekli bunalımlar ve krizler yaşanmakta ve her geçen gün bu ayrışma derinleşerek ve katlanarak büyümektedir. Aslında Türk toplumunda kutuplaşma son yıllarda ortaya çıkmış bir mesele değildir. Tanzimat döneminden başlayan ve günümüze büyüyerek gelen bir durumdur. 
Osmanlı İmparatorluğunun askeri siyasi ve ekonomik alanda gerilemeye başladığı ve buna karşın Batının sanayi devrimi ile birlikte teknolojide ve ekonomide gelişme gösterdiği 19. yüzyılın sonlarına geldiğimizde meşrutiyet söylemleri aydın ve bürokrat kesimlerde hakim olmaya başlamıştı. Devletin ayakta kalması ve toplumun gelişmesi için reformlar yapılması gerektiği hakkında gazetelerde yazılar yazılıyordu. 1861 yılında çıkan ilk özel gazete batılılaşma akımının yaygınlaşmasında büyük rol oynuyordu. Şinasi Meşrutiyet fikrini gazetesinde şöyle ilan etmişti: ''Bildirir haddini sultana senin kanunun.''
Böylece 1876 da 1. Meşrutiyet ve ilk anayasa rejimi ''Kanuni Esasi'' getirilmişti. Burada temel fikir her açıdan tam batılılaşmaktı. Devletin siyasi yapısı ve hukuku Batıya uyarlanmalı, toplum yaşam biçimiyle tamamen Batılılara benzemeliydi. Çöküş ancak böyle durdurulabilir, gelişme ancak böyle sağlanabilirdi. Müslümanlığın ülkeyi geriye götürdüğü savunuluyordu. Aydınlar, yazarların bir kısmı ve askeri bürokrasinin bir kısmı böyle düşünürken Halkın çoğunluğu ve Devlet yönetimi bu görüşe katılmıyor böylece ayrışma yaşanıyordu. Bu anlayış II. Meşrutiyetle amacına ulaşmış bugünkü cumhuriyetin temelleri o zaman atılmıştı.
Aradan geçen buhranlı yıllar ve kazanılan milli mücadeleden sonra Laik Türkiye Cumhuriyetini kurulmuştu. Birlikte omuz omuza kurtuluş mücadelesi verenler yeni devletin temelleri atılırken yine ayrılığa düştüler. Bir kesim,  Batının teknolojisini, gelişmesini takip edelim fakat Müslüman kimliğimizi ve kültürümüzü de koruyalım derken, bir diğer kesim Batı değerlerini tam anlamıyla benimseyen yeni bir millet ve laik bir devlet yaratmak istiyordu. İşte bugün de aynı fikir çatışması değişik isim, değişik siyasi guruplar ve toplum bazında devam etmektedir.
Türkiye'nin son yüzyılda batılılar gözünde hali şu şekildedir: ''Türkiye dünya görüşü birbirinden farklı, kültürce zayıflatılmış, dili yozlaştırılmış, siyasi ve ekonomik gelişmesini tamamlayamamış ve ikiye bölünmüş bir toplumdan ibarettir. Batılılar, Türklerin birlik ve beraberlik içinde tek yürek ve tek yumruk olduklarında neler başardıklarını bildikleri için, '' böl, parçala, yönet'' taktiği uygulamakta ve toplumu kutuplaştırmak için her iki kesimi de beslemektedir. Artık uyanmamız lazım ve uzlaşmanın yollarını aramak zorundayız. Aslında ne tam batılı olabildik ne de doğulu. İkisi arasında bocalayıp duruyoruz. Kutuplaşma ülkemizin gelişmesindeki en büyük engel olarak hala karşımızda durmaktadır.
Yapılacak şey, bağnazlıktan kurtulmaktır. Çünkü bağnazlık kültürü uzlaşmayı öldürür, siyasi ortamı karmaşaya götürür ve kutuplaşmayı körükler. Uzlaşmak demek illa karşıt görüşü kabul etmek değildir. Uzlaşmak karşı tarafın görüşlerine saygılı olmaktır. Birbirimize fikirlerimizi kabul ettirmek gibi bir zorunluluğumuz yoktur. Her birey istediği gibi düşünme, inanma, giyinme hürriyetine sahiptir. Yeter ki kanunlara, kurallara, örf ve adetlere uysun ve kutsallarımıza hakaret ve küfür niteliği taşımasın. Dinimiz de bize böyle emrediyor.   
Allah şöyle buyuruyor. ''Dinde zorlama yoktur…'' ( Bakara-276) 
Bağnazlık kültürü uzlaşmayı öldürür, siyasi ortamı karmaşaya götürür ve kutuplaşmayı körükler. Olaylara objektif bakmak zorundayız. Önümüze servis edilen yalan ve çarpıtmalardan, ülkemizin yararına mı yoksa zararına mı diye bakmadan milli menfaatlerimize zarar verecek her türlü bilgi, algı ve karalamalardan uzak durmalıyız. Bu herkes için geçerli olmalıdır. Överken de eleştirirken de hissi davranıyoruz ve objektif olamıyoruz. Ülkemiz aleyhine ve zararına olan tüm girişimlerde siyasetçilerimiz, aydınlarımız, iş adamlarımız birlik ve beraberlik içinde hareket etmelidir. Bu milli şuurlaşmanın önünde hiçbir menfaat engel teşkil etmemelidir. 
Son zamanlarda artan kutuplaşma seçimlerin de yaklaşmasıyla endişe verici boyutlara taşınmaktadır. Büyük bir yıkım ve acı yaşadığımız deprem felaketinde el birliği ile kenetlenip tüm ülke olarak neler başarabileceğimizi hep birlikte gördük. Ancak yine de birliğimizi çekemeyen ve anlayamayan bazı çevreler yangına ateşle gitmektedirler. Bir avuç kendini bilmezin spora nasıl siyaset sokmaya çalıştıklarını da, onları onaylayanları da gördük.
Başkası yaptığı zaman spora siyaset karıştırıyorsunuz demek, kendimiz yaptığında masum bir protesto demek, birinin siyasi görüşüne yarar sağlıyor diye hakaret ve itibarsızlaştırmaya fikir özgürlüğü demek, fakat kendimize karşı yapıldığında kutuplaştırıyorsunuz demek doğru değildir. Mahkemeler kendi lehimize karar verirse ''ne güzel adalet'', fakat aleyhimize karar verirse ''adalet yok'' demek doğru değildir. Ne olur artık kendi kendimizi kandırmayalım… Türkiye cumhuriyetinin güçlenmesi ve toplumun gelişmesi için tek çare:  
''Kutuplaşmak değil uzlaşma kültürü''