Ahmet Hamdi Tanpınar’ın okuma ve okuyuculuk üzerine çok güzel bir sözü var: ‘’Yalnız okuyucu olmayı ne kadar isterdim, edebiyatın zevkini onlar çıkarıyorlar.’’ Kuyumcu titizliği ile seçtiği kelimelerle, bu kelimeleri ahenk ölçüsünde dizdiği cümlelerle, o ahenkli cümleleri anlam örgüsünde birleştiren paragrafları ve o paragrafları filizlendirerek sonunda çınar olan eserlerine dönüştüren Ahmet Hamdi Tanpınar, okuma zevkini yarattığı bu deha deryasıyla bile eş görmüyor; okumayı çok daha şanslı ve çok daha keyifli görüyor.
‘’Yazmayı bilmek için okumayı bilmeli, okumayı bilmek içinse yaşamayı…’’ diyen Guy Debord okuma, yazma ve hayatı yaşamayı bir bütün olarak görür. Burada da aslında şu sonuca ulaşabiliriz: Ne okuduğun, nasıl yazdığın, ne için yaşadığın başta olmak üzere insanı inşa eden önemli ayaklardır. ‘’Dert söyletir.’’ Derler… Dertlerin, sevinçlerin, kaygıların, hassasiyetlerin, mutlulukların ve hepsinin kendini bulduğu eşik; söyleme, okuma ve yazmadır.
Marcel Proust ‘’Okumak bir dostluk kurmaktır’’ der… Herkesin aşina olduğu dostluk olgusundan bayağı farklı bir düzleme indirger… Okumayı dostluğu ile evirildiği yere oturtur. Okuma esnasında okuyucu; yazardan ve kitaptan iltifat beklemez. İlgi ve alaka beklemez yani merasime ihtiyaç duyulmaz. İstediğimiz zaman ayrılır, istediğimiz zaman buluşuruz. Kitap okurken hiçbir beklenti içine girmez. Saf, hesapsız, beklentisiz, halisane bir dostluk… Kitap ve okur arasında çok sessizce ilerleyen bir kaynaşma ve akabinde bütünleşme…
Kitap ile okur arasında sadece keyif demlenmesi yaşanmaz. Birbirini sorgular ve birbirini kendilerine, birbirini değişik yerlere çekmek isterler. Farklı düşünseler de farklı amaçları taşısalar da ses aynı ses, perde aynı perde, ahenk aynı ahenk… Okur kitabın aynası, kitap okurun aynası… Okur kitaba müptela, kitap okura ilaç…
Kitap ile okur arasındaki muhabbet içselleştirildikçe artacaktır. Zeka, muhakeme, muhasebe, empati yetileri arttıkça bu muhabbet daha da kökleşecek, daha da kalıcı hale gelecektir. Kaygılarımızla, mutluluklarımızla fikir ve düşüncelerimizi ancak ve ancak dışımızda kitap, içimizde kitabın terennümleriyle geliştirebiliriz. İşte bu saydığım ve güçlü olmasını istediğimiz olguların efendileştirmesini, terbiyesini yapan yegâne unsur kitaptır. Bunun aksini düşünmek ise avamlık işaretidir.
Okumak; düşünce dünyamızı kendine getirmeli, uyandırmalı, sarsmalıdır. Ama asla onun yerini almamalıdır. Kitaplarda tadılan bir yemeğin lezzeti değildir hakikat… Zira o yemeği yiyemeyiz, tadına eremeyiz. Hüner, ruh ve düşünce dünyamıza onu göstermeli, onu öğretmenli, onu içselleştirmeliyiz. Kıymet ölçüsü, ruh ve düşünce dünyamızın mimarları vasıtasıyla bütünleşmekte…
Okumak konuşmak değildir. Kitap ile konuşmak hiç ama hiç değildir aslında… Aslında sohbet de değildir. Ortak birçok yönü olmakla birlikte birbirinin yerine kullanılamayacağı gibi çıkış noktaları ve amaçları da çok farklıdır. Zira konuşmak fikir gücünü azaltır ve odak noktasını kaydırır. Okurken ilham alırız ve beynimizi dizayn etmeyiz. Bilahare dış sebepler ve etkenler ruh ve düşünce yapımızı konuşmadaki gibi etkilemez. Okumada yalnızlık ve beraberlik, ilham ve fikir, imge ve gerçekler iç içedir. Aslında kıymetli olan bu husustur… Tabi bu efsunlu durum sınırsız, limitsiz değil… Bu sihirli hayal ve gerçeklerin de azalışı, sona gelişi ve yok oluşu vardır. Nihayetinde kitap okumanın sonunda kitap için bir sondur ancak okur için yepyeni eşikler ve yepyeni başlangıçlardır… Bu başlangıçlar ise hep kitaba doğru yol alır, yön tayininde pusula görevi yapar… İşte bu sırra erdikten sonra kitap senin en önemli yoldaşlarından biri olacaktır…
Baki muhabbet ile…