Son zamanlarda içinde yaşadığımız coğrafyanın en kalıtsal özelliğinin her bireyin her koşulda siyaset yapabilmesi olduğunu sanıyorum. Bu oldukça öznel bir görüş olmakla birlikte bu görüşüme zemin hazırlayan birçok durumun varlığını da ilerleyen satırlarda açıklamayı düşünüyorum. Öncelikle; siyaset ve toplum ikilisine kısa bir bakış atarak başlayalım işe. Elbette, bu bakış psikolojinin penceresinden olacak; bunu da unutmayalım.
Siyaset ve toplum iç içe geçmiş bir halka olarak karşımıza çıkıyor son birkaç yıldır. Sokaklarda, kafelerde, hastanelerde ve toplumun kullandığı daha birçok mekanda siyaset yeni doğmuş bebek çığlıkları salıyor kulaklara. Ülke sınırları içerisinde yaş aralığı fark etmeksizin her birey siyasetten anlıyor ve her nasılsa bunu dile getirmekten de çekinmiyor. Sosyal medya ve ana haber bültenleri başta olmak üzere birçok platformda insanların siyaset yapan görüntülerine ulaşmanın da kolay olduğunu sanırım herkes biliyor artık. Kısacası; herkes her an her yerde siyaset içerikli konuşmaları üretebiliyor. Peki, bu gerçekten bir üretim mi? Hadi gelin buna daha yakın mercekten bakalım!
İnsanları bir şeyi bildiğine inandırarak o şey hakkında konuşturmanın bir üretim değil, aksine tüketim olduğunu düşünüyorum. Siyaseti sokağa taşımanın da toplumsal bir üretim olduğunu sananlara daha dikkatli bir incelemeyi tavsiye ediyorum. Çünkü yaş, sosyal statü, medeni hal fark etmeksizin halkın her kesiminden insana uzatılan mikrofonun duyurulmaya çalışılan bir sesi değil, manipüle edilmiş bir sürüyü temsil ettiğini söylemekte bir sakınca görmüyorum. Siyaseti toplum için yapması gerekenlere teslim edememek toplumsal bir güven problemini ve de beraberinde toplumsal bir egoyu işaret ediyor zannımca. Psikolojik bakış açısıyla olaya baktığımda insanların siyaset içerikli konuşurken etraftan alkış alıyor olmasıyla daha da coşkulu devam etmesi, desteklendiğini görünce sesinin daha gür çıkması ve kelimelerindeki keskinliğin artması ego açlığından oluşan zafiyete ulaştırıyor bizi. Toplum olarak takdir görmeye o kadar açız ki bu açlığımızı siyasete de taşıyoruz. Başkaları tarafından alkış almak uğruna hakkında daha önce hiç okumadığımız kulaktan dolma bilgilerle toplumun geleceğine yön vermeye çalışıyoruz. Oysa bunu yaparken asıl yön verilenin biz olduğumuzun farkında mıyız acaba?
Topluma yön verenler sadece siyasetçiler olmamakla birlikte siyasete yön verenlerin de sadece siyasetçilerin olmadığı herkes tarafından biliniyor diye düşünüyorum. Bu durumun toplumsal olarak sarsılmış güven probleminden kaynaklandığı bilgisi üzerinde duruyorum. Çünkü işin ehli kişilerin siyaset açığı oluşturdukları noktada bu açığı kapatmak için ortaya Robin Hood’lar çıkması bir tesadüfi değil, bir gerçekliği yansıtıyor. Türk halkı olarak kahramanca davranmaya oldukça meyilli ve meraklı olsak bile siyasetin Robin Hood’lara göre olduğunu hiç sanmıyorum. Bilgiler ışığında toplum yararı gözetilerek yapılması gereken siyasetin, sokaklara taşması da kahramanlık pelerini giymeye hevesli ruhlara ilaç gibi geliyor. Çünkü daha önce de belirttiğim gibi toplumda onaylanmak, takdir edilmek ve ego tatmin etmek isteyen milyonlarca ruh bulunuyor. Anne-babasından çocukluğunda göremediği desteği kırk yaşından sonra bir sokak röportajında etraftaki kalabalıktan görünce şaşıran birey manipüle edilmiş sürüye yeni katılan adayı temsil ediyor. Bu yeni aday pekiştireç yoluyla edindiği yeni duygusuyla baş ederken sosyal medyada bu yeni adayın videoları tıklanma rekorları kırıyor. Buradaki pekiştireçten kastım etraftan aldığı alkış, tezahürat gibi olaylarken bu bireyin röportajına yapılan sosyal medya yorumları da diğer bir pekiştireci oluşturuyor. Bu durumda bu pekiştireçler ne işe yarıyor ya da neye sebep oluyor?
Öğrenme psikolojisinin terimlerinden birisi olan pekiştireç kavramı bir davranışın tekrarlanmasında etkin rol oynayan durumları, olguları ya da kişileri işaret ediyor. Örneğin, ödevlerini yapan çocuğunuza tabletle oynama sözü veriyorsanız çocuğunuz tablet ile oynamak için artık hep ödevlerini yapıyordur ve buradaki tablet pekiştireç görevi görüyordur. Böylece çocuğunuz bu davranışı öğrenmiş oluyordur. Bu örnekten hareketle siyasetteki pekiştireçlerin de sokak röportajlarındaki alkış ve tezahüratlardan oluştuğunu anlıyoruz. Sokak röportajlarındaki o anların sosyal medyaya düşmesi ve giderek genişleyen bir ağ ile başka insanlara ulaşması halkın sesinin duyurulduğunu göstermiyor. Öğrenilen bir davranışın sürü psikolojisine dönüştüğünü işaret ediyor fikrimce. Bu yüzden toplumsal olarak uyanık olmamız ve öğrendiğimiz şeyler konusunda seçici davranmamız gerektiğine inanıyorum. Siyasetin Süperman’i, Robin Hood’u ya da beyaz atlı prensi olmadığını kavramakla başlarsak işe daha kolay olacağını sanıyorum. Siyaset, hayatın içinde gerçek bir oluşumken fantezi dünyasının içinde yaşayan ego açlığı duyan bireylerin eline teslim edilmemesi gerektiğini düşünüyorum. Halkın kahramanı olmak uğruna bir dakikalık sosyal medya videolarına siyaseti konu yapmak tehlikeliyi işaret ediyor. Bu işarete kulak verelim ve siyaseti uzmanlarına teslim etmekten korkmayalım. Bizim için uzmanların konuşmasına izin verelim. Bunun bir köşeye çekilmek ya da engellenmek olmadığına aksine sorumluluğumuz olmayan bir yükten kurtularak hafiflemek olduğuna inanalım. Bu konuda algısal oyunlara gelmemeye dikkat edelim ve kendimizi sorumluluğumuz olmayan davranışlara düşmekten koruyalım. Unutmayın, siyasette Robin Hood yoktur! Çünkü siyaset bir fantezi dünyası değildir. Siyaset hayatın ta kendisi ve çok geniş sistemsel bir gerçeliktir. Bunu bilmek hayal dünyasının kapılarını siyasete kapar ve toplumu güzellik uykusundan uyandırır diye umut ediyorum.