Mutluluğu acıda bulduğunuz oldu mu hiç? Mutluluğu acıda bulmak olur mu demeden önce bu yazıyı okumanızda fayda olduğunu düşünüyorum. Çünkü acının ve kederin panzehiri mutluluk olduğu gibi, mutluluğun eş çalışanları da acı ve kederdir. Birisi sonuçken diğeri sonuca sebeptir. Birisi varken diğeri geriden gelendir. Acının yaktığı yüreklere sürülen merhemdir mutluluk. Önce acı gelir, sonra merhemi elleriyle verir sürelim diye. Tıpkı Kahramanmaraş depreminde olduğu gibi! Acısı önceden geldi. Merhemi acısında gizliydi. Peki, o merhem mutluluğu getirdi mi? Büyük bir acı geldi, ülkemizin içine yerleşti. Acının adı her ne kadar deprem olsa da, mercekle baktığımızda isimleri daha net görebiliyoruz. Ahmet, Melek, Ceren, Sefa, Hasan, Elif, Asude ve daha nicesiyle acının adı deprem olmaktan çıkıp insan oldu yüreklerimizde. İsimler ayrı, hikayeler ayrı olsa da ortak bir feryat döküldü hep bir ağızdan: YARDIM! Yardımı bekleyen de yardımı eden de aynı acıyla kavruldu. Ailesini kaybedip başkalarının yarasını sarmaya koşanlar yardım bekleyenler miydi yoksa yardım edenler miydi çözmek öylesine zordu. Ancak o büyük yıkıma rağmen yürekler yardım arzusuyla dolup taştı. Yardım bekleyenin bile yardım eden konumuna geldiği zaman dilimleri oldu. İsimlere, sıfatlara, kalıplara dikkat edilmeksizin herkesin ortak bir gayesi vardı: YARDIM ETMEK! Bu ortak gaye acıyı dindirmedi ancak ortak bir iyileşme süreci başlattı. Bilinçli bir iyileşme harekatı değildi belki de bu, ancak yaraların sarılması için gereken özü fitillemeye yetmişti. Enkaz altında kalanlara uzatılan eller, çocuklar gülsün diye çadırlara çizilen resimler, üşüyen ayaklara sunulan ayakkabılar, buruk tebessümler, sabaha kadar yardım çağrısında bulunan sesler derken Türk halkı farkında olmadan kendi merhemini üretti. Peki, neydi bu merhemin adı? Yardımseverlik... Öyle kutsal bir silüet ki yardımseverlik, merhem demek değerinden eksiltiyordur belki de. Gücünü kendi özünden alan bu sıfatın ham maddesi acıyken ürünü şifa oluyor bedene. Bu büyük depremde bunu bizzat görmüş ve deneyimlemiş olduk. Peki, bu deneyimin bilimsel karşılığı nedir? Yapılan araştırmalara göre gönüllü hizmetlerde çalışan insanların stres seviyelerinin düştüğü ve beyinlerinin de dopamin salgıladığı ispat edilmiş. Bu noktada, depremin gerçekleştiği tarihten bu yana yediden yetmişe herkesin taşın altına elini koyduğu ve yardım etmek için büyük bir arzuyu kucakladığı bilinen bir gerçek. Deprem bölgesine bizzat yardıma gidenler yardımseverlik merheminden en çok faydalananlardı belki de. Ama uzaktan uzağa yardım edenlerin de bu şifadan pay aldığını unutmamak lazım. Türkiye çok büyük bir stres çukuruna düştü bu depremle beraber. Bu inkar edilemez bir gerçek. Ancak bu çukurda her gün yükselen bir topluluk olduk biz. Beraber hareket edince yardımseverlik merhemini çoğaltmayı öğrendik. Bilerek ya da bilmeyerek bunu yaptık. Acıyla çıkılan yolda dopamin takviyesi yaptık beyinlere. Üzüntülerimizi kenara atmadık, yardım etmenin o şifalı ellerine farkında olmadan teslim olduk. Yardım ettikçe iyileştik, iyileştikçe yardım ettik. Bir kısır döngü gibi içimiz yardıma, yardımımız dışımıza aktı. İçler dışlar bir oldu, yardım eli çoğaldı. Stres yönetimi adı altında verilen konferanslara kanlı canlı örnek oldu tüm bunlar. Öylesine gerçek ve öylesine ahenkliydi ki yapılanlar... Yaramızda kalacak sandıklarımız yardımımızla uzaklaştı bizden. Çünkü beynimiz sandığımızdan daha kuvvetli ve daha mucizevi bir organ. Doğanın sunduğu acıyı küçümsemek yerine bununla mücadele ederken iyileşmeyi vaat ediyor. Yardım etmenin o müthiş hazzına varınca da acılar sükut olup bedenler gevşiyor. Büyük bir rahatlama çöküyor hücrelere. Belki de dünyada yalnız olmadığını anlamanın nitelikli ferahlığı… Kısacası, bir topluluk olarak yalnızlığın karşısında durup duvar oluşturduk. Günden güne güçlenen bu duvarın zemini gözyaşı olsa da taşı toprağı birlikten besleniyor. Yardımseverlik halkası büyüdükçe gülen gözler çoğalıyor, hayatlar yeşermeye başlıyor. Çünkü yardımseverler bir ormanın perileri. Doğanın içindeki iyiliği getirip serpen bu periler, mutluğun acıda bile bulunabileceğini gösterdiler. Geriye sadece beklemek kaldı…