Her zaman hoştu da, hele de Bahara Yaz'a gelen Ramazanlar ki vayh ki vayh;  Okulların  uzun yaz tatiline girmesiyle ders yok  sereserpeyiz... Gerçi nicemiz (eli işe yatsın, hayatı insanları tanısın) diye değişik mesleklere çırak verilsek de ailelerin  özel Ramazan  izniyle geceler sahura kadar  bizimdi. Mahalle çocuklarıyla Terafi  ardından sahura kadar gezer oynardık tin tin. En çok da Göz Bağlamaca, Elim Ateş, Saklambaç.
Ortaokul sıralarında bizim 8 kişilik grup 30 Ramazan,  her gece ayrı bir camiye giderdik. Hiç unutmam bir gece Mecitözü Caddesi’ndeki Kellegöz  Cami'ndeydik. Huşu ile teravih namazına başladık. Sanırım 8 rekatta bir selam veriyordu hoca. Bizim Muzaffer'in önünde hayli yaşlı bir amca. Gece serin diye etekleri yerleri süpüren bir palto var sırtında.  Her rükuya vardıkça bizimkinin kafa, göz burnuna çarpıyor! Oğlan burnuna tüy kaçmışçasına gümbür gümbür hapşırıyor. Bir, üç, beş, yedi sonunda  canına tak etti.  Son eğildiğinde dayanamayıp paltonun eteğine öyle sert  bir tokat indirdi ki, "ŞAAAAK!" beride pencere camları şangır şungur titredi! En arkadaki küçük yaramazlar başladı ki ki ki, ardından hah hah ha lar.. Müezzin amca,  selamla birlikte kattı önüne çocukları bahçeye kovaladı!
Gülmeniz bitip şeytanı kovalamadan sakın   girmeyin içeri!
Diye azarladı.
Yine bir keresinde heybetli yüksek burçlarından  Ramazan toplarının ateşlendiği Kale Camii’ndeydik. Yaşlımı yaşlı bir hoca, biraz da hastamı neydi. Öyle titrek, ince, kalın sesle okuyor ki, ha düştü ha ölecek sanki! Yine arka saftaki bebeler başladı kıkırdamaya, ardından bizimkiler, gülmeyi bastırmak için kimi dişini sıkıyor kimi dudaklarını ısırıyor kimi de takır takır öksürüyor! Terafih'i zor tamamladık. Allah afetsin cahillik işte…
Sanılmaya ki bu masum çocukluk hatıralarıyla Ramazanda biz eğlence için giderdik camiye. Olur mu hiç öyle. Orası her şeyi bize veren Allah'ın Evi, Allah'ın. Ta beş-altı yaşımızda hevesle el ayak,  yüzümüzü yıkar, seve seve girerdik emmilerle içeri.  Bazen secdeye yatıp kalkınca bir de bakardım ki başımı koyduğum yerde bir avuç çerez, yahut beş on kuruş para! Ancak dini bayramlar da el öperek elimize geçenler dışında  para görmeyen bizler için az şey mi?.  Önce Allah koydu sanır öyle sevinirdim ki. Sonra bunu bize camiyi, namazı sevdirmek için iyi kalpli   Kurtça Dayı gibilerin yaptığını anladım. Bir gün başımda takye, camiden  çıkarken. O; 
-Bakıyorum seni çok seviyor Allah,  Hacı Mıstık,
-Nasıl yani Kurtça Dayı? 
-Sen her camiye gelip secdeye kapandıkça çerez para veriyor sana görmen mi?
-Yaa, ben de öyle sanıyordum emme, sizler koyuyorsun  ben görmeden  değil mi?.
-Oğul, hiç olur mu öyle, şunu iyi bil ki  O istemeden hiçbir şey olmaz, kuş kanadını kıpırdatamaz.  Bana, ona onları  koyduran Allah'tır, Allah.
Aaah  küçücükken  bana namazı  sevdiren, anam,  Hacı Ömer babam,  beni camiye alıştıran Kurtça Dayı, onun gibiler, mekanınız Cennet ola, Cennet ola….