İmadüddin Halil’in anlattığına göre pek çok alim, içinden çıkamadığı konularda Ömer b. Abdülaziz’e danışırlardı.
Ünlü alim Mücahid: “Ona ilim öğretmeye gittik ama biz ondan ilim öğrendik” diyordu. İlim adamları, onun f ikir ve içtihatlarına çok değer veriyordu. Ahmet b. Hanbel şöyle diyordu: “Sahabe kavillerinden sonra en geçerli kavil, tabiin kavlidir. Tabiin kavilleri arasında da en çok tercih ettiğim, Ömer b. Abdülaziz’in görüşüdür.”
Abdullah b. Tâvus, bir gün babasıyla birlikte, Ömer b. Abdülaziz halife olmadan önce, yatsı namazından sabah namazına kadar ilmi konuşmalar yaptığına şahit olmuştu.
Babası büyük alim Tâvus, onun hakkında “Şu evin (Emevi sarayının) Salihlerindendir” demişti.
İşte o Salih insanın yanına pek çok alim geliyordu. Her biri ondan ilim öğrenmiş olarak dönüyordu. İbni Nadr elMedeni anlatıyor:
“Süleyman b. Yesar’ı yolda gördüm. Ömer b. Abdülaziz’in yanından geliyordu.
-Ona bir şeyler öğretmeye mi gitmiştiniz, dedim.
-Evet ama vallahi o, hepimizden daha alim” dedi.
Pek çok alim, Ömer b. Abdülaziz’in yanında öğrenci gibi davranıyordu. Zira o, alimlerin hocası kadar bilgiliydi. Bu tür ilmi görüşmelerin birbirlerine fikir verebileceğine inanırdı.”Karşılıklı istişare ve münazara, rahmet kapılarının anahtarıdır. Fikirlerin sapmalarına engel olur” diyordu. Ömer, İslami ilimlerin temeli olan Kuran ve Hadisle tanıştığı gibi fıkıh, tefsir ve akaitle de yakından ilgilenmişti. Devrinde ilim deryası olarak bilinmiştir. Devrinde hilafet makamı, bilgelik merkezi haline gelmiştir.
Ömer b. Abdülaziz, ashabın fıkhî konulardaki ihtilafına da hikmet nazarıyla bakıyordu: “Onların ihtilafı olmasaydı ruhsat diye bir şey olmazdı” diyor
Onun hadis ilmine hizmetlerini ayrı bir başlık altında ele alacağız. Ömer’in geniş bir kültüre, keskin zekaya, sağlam bir öğrenim ve düşünceye sahip oluşu herkesin malumudur.
Onun bu hali, özgür kültür ortamının doğmasına, ilimde dinamizmin gelişmesine yol açmıştır. İşte bu durum, “Fıkhın Tedvin Devri”ne büyük bir zemin hazırlamış, iki buçuk yıllık hilafeti döneminde pek çok fıkıhçı/hukukçu yetişmiştir. Bunların en çok bilinenleri şunlardır:
Harice b. Zeyd b. Sabit, Abdullah b. Ebubekir, Ebu Seleme b. Abdurrahman, Salim b. Abdullah b. Ömer, Kasım b.
Muhammed b. Ebubekir, Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe b. Mesud, Zühri, Ata b. Ebu Rebah, Mücahid b. Cübeyr, Hasan el-Basri, İbni Sirin, Ebu Külabe, Zeyd b. Nevfel, Alkame b. Abdullah el- Medeni, Tavus el-Yemani…
Devrin alimleri, Halife Ömer’in icraatlarını hep desteklemişler ve hiç bir şahsi menfaat peşinde koşmamışlardır.
Sonrasında alimlere danışılmayınca onlar da devlet idarecilerinin yanında yer almamışlar ve günahlarına dayanak olmamışlardır. Ömer b. Abdülaziz, devrinin alimlerinden Hasan elBasri’nin fikirlerine çok önem veriyordu. Zira onun hem ilmine, hem de ilmine uygun yaşayışına değer veriyordu.
Onun için hasan-ı Basri’ye mektup yazıp adil devlet reisinde olması gereken hasletleri yazmasını istedi. O da uzun bir mektupla İslam esaslarına göre adil bir devlet reisinde bulunması gereken esasları bildirmişti:
“Ey müminlerin emiri, adaletli başkan, evladını seven baba ve anne gibidir. Öksüzlerin anası, yoksulların hamisidir. Küçüklerini yetiştirir, büyüklerini besler. Adaletli başkan kalp gibidir. Kalp iyiyse bütün vücut iyidir.
Ey müminlerin emiri, daima ölümü hatırla. Ölümü tek başına karşılayacağını unutma. Bugünkü ikametgahından başka bir ikametgaha geçeceğini düşün.
Bil ki adaletli bir başkan; her eğriyi doğrultur, her zulme karşı gelir, her bozuğu düzeltir, her zayıfa destek olur, her mazlumun imdadına koşar ve her korkanın korkusunu giderir….”
(Sürecek)
Ömer, sadece güzel söz söylemekten de çekinirdi. Meymun b. Mihran’a: “Ey Meymun, güzel söz, insan için bir
imtihandır. Güzel konuşmak, insanı kendini beğenme ve
diğerlerinden üstün görme duygusuna sürükler. Şu bir gerçek ki bizim gibiler için iş yapmak, güzel söz söylemekten
daha öte bir vazifedir” diyordu.
Ömer b. Abdülaziz, Humus valisine yazdığı mektupta
şöyle diyordu:
“İslami hükümlerin ve İslam fıkhının insanlara öğretilmesi için kendilerini adayan ve bu iş için mescitlere kapanan alimleri gözetle. Onlardan her birine Beytülmalden
yüzer dinar ver ki Müslümanlara hakkıyla faydalı olsunlar. Hayırların en güzeli, derhal yapılanıdır. Bu mektubu
aldığında acele davranmanı istiyorum.”
Ömer b. Abdülaziz, hadis ve fıkıh ilimlerinin dışında k elam ilmiyle de yakından ilgilenmiştir. Kaderiyecilerle ilmi
Beşinci Raşit Halife Ömer b. Abdülaziz
68
münazara ve münakaşalara giriştiği bilinmektedir. Haricilerle yaptığı müzakerelerde de onları ikna etmeyi başarmıştır.
Döneminde Eski Yunan’dan intikal eden ilmi eserlerin,
özellikle tıp alanındaki kitapların Arapçaya çevrilmesi için
emir vermiştir. Bunun sonucu olarak İskenderiye rahibi Stafan, Müslüman olmuş ve halifenin emri üzerine halkın günlük ihtiyaçlarını karşılayacak bir tıp kitabı hazırlamıştır.
Basralı bir Yahudi olan Masarcaveyh de Süryani tıp kitaplarını Arapçaya çevirmiştir.
Meşhur tarihçi Corci Zeydan da Ömer b. Abdülaziz’in
İskenderiye’deki tıp ve felsefeyle ilgili çalışmaları ve bu
sahada çalışan ilim adamlarını Antakya’ya naklettiğin söyler. Yine bu dönemde İslami ilimlerin Basra ve Kufe’de de
inkişaf ettiğini/gelişme gösterdiğini kaydeder.
İmadüddin Halil, Ömer’in yakın dostu Reca b. Hayve ile
şu diyalogunu naklediyor:
-Ey Müminlerin Emiri! Gün boyunca meşgulsünüz gece
sohbetlerini de bizimle sürdürmeye katlanıyorsunuz.
-Ey Reca, fikir adamlarıyla tartışmak, fikir seven insanların aşısı gibidir. Danışma ve tartışma, rahmet kapısı ve bereket anahtarıdır. Bu yolla farklı görüşler ortaya çıksa da çözülemeyecek sorun kalmaz.
HADİSLERİN TOPLANMASINDAKİ
HİZMETLERİ
Hz. Peygamber (sav) zamanında onun sözlerini ezbere bilenler çoktu. Ancak yazmak konusunda tereddütler vardı.
Zira Resul-i Ekrem (sav)in şu hadisi onları frenliyordu (Ebu
Said el-Hudri rivayet ediyor):
“Benim ağzımdan Kuran-ı Kerimden başka bir şey
yazmayınız Kuran’dan başka bir şey yazmış olan varsa
silsin. Ancak yazmaksızın benden dilediğiniz gibi rivayet
Ethem Erkoç
69
ediniz. Bunda hiçbir beis yoktur. Bir de bile bile her kim
bana isnat ederek yalan uydurursa cehennemdeki yerini
hazırlasın.”
Bu hadise rağmen sahabeden Hz. Ömer, Hz. Ali başta
olmak üzere pek çok kişi ve daha sonra gelen alimler hadisin
yazılmasına cevaz veriyorlardı. Ebu Hureyre, çok hadis bildiğini fakat yazamadığını belirtirken ashaptan Abdullah b.
Amr’ın hadisleri yazdığını söylerdi.
Hz. Peygamber (sav), Kuran-ı Kerim ile karıştırılması
endişesinden dolayı yasaklamıştı. Ama zaman zaman bu
endişeyi duymadığı kişilere de izin vermişti. Rafi b. Hadic:
“Ya Resulallah biz senden çok şey işitiyoruz. Bunları yazalım mı? diye sordum. Bunları yazınız, sakınca yoktur”
buyurdular. Hz Ali’ye de “Bu hadisi yazdığınızda senediyle
beraber yazınız” buyurmuştur.
Alimler, hadis yazmayı yasaklayan hükmün hafızasına
güvenip de yazı yazarken hata yapabilecek veya dikkatsizliği
yüzünden karıştırabilecek kimseler için olduğu kanaatindeler. Yazılmasına caiz görenler, hadislerin hafızaya güvenmeyerek okunaklı bir yazıyla dürüstçe yazılmasında sakınca
olmadığını ortaya koyduğu düşüncesindeler. Bütün bu titizlik, hadisle ayetin karıştırılmaması içindi. Ancak Kuran-ı
Kerim Mushaf halinde toplanıp muhafaza altına alındığında
bu sakınca ortadan kalktı.
Ancak hadisleri Hz. Peygamber (sav)den bizzat duymuş
olan sahabe de gittikçe azalıyordu. Bu durumda Resulullah
(sav)den duyduklarını başkalarına nakledecek kimse kalmıyordu. Veda hutbesinde Hz. Peygamber (sav) “Burada bulunanlar, burada olmayanlara (bu söylediklerimi) duyursun”
emri nasıl gerçekleşecekti? “Benim sözümü işitip belledikten sonra işittiği gibi başkasına eriştirenin Allah yüzünü
ağartsın” müjdesine kimler layık olacaktı?
Bu endişeleri bir çok alim, yüreğinde hissediyordu. Ancak ferdi çabalar bir yere kadardı. 648-705 yılları arasında
Emevilerin Mısır valisi olan Abdülaziz b. Mervan, Bedir
Beşinci Raşit Halife Ömer b. Abdülaziz
70
Savaşına katılmış olan yetmiş sahabi ile görüştüğü söylenen
Kesir b. Hadrami’ye bir mektup yazarak Ebu Hüreyre’den
ve diğer sahabilerden duyduğu hadisleri yazıp kendisine
göndermesini istedi. Bu olay, resmi bir zatın şahsi gayretini
gösteriyordu.
Resulullah (sav)den geldiği sabit olan hadislerin ve sünnetlerin, ayrıca Amre binti Abdurrahman’ın Hz. Aişe’den
yazdığı rivayetlerin araştırılıp yazdırılmasını arzu ediyordu.
Çünkü hadis ehlinin yok olmasından ve bu ilmin kaybolmasından endişe ediyordu.
Bazı sahabiler, doğrudan Hz. Peygamber (sav)den duydukları hadisleri kendileri için yazıp muhafaza etmişlerdi.
Yıllar geçtikçe Kur’an tefsiri mahiyetindeki bu hadisler,
sahabilerin vefatıyla kayboluyordu. Bu nedenle Emevi halifelerinden Mervan b. Hakem, Ebu Hureyre’ye bildiği bütün
hadisleri yazdırmıştı.
Hadislerin toplanmasına ilk ihtiyaç duyan halife, Ömer b.
Abdülaziz idi. Babası Mısır valisi Abdülaziz’den daha ileri
bir adım attı. Medine valisi Ebubekir b. Muhammed b.
Hazm’a şöyle bir talimat gönderdi:
“Bak, araştır. Resulullah (sav) Efendimizin hadisine
dair her ne varsa yaz veya yazdır. Zira ben, ilmin kaybolmasından ve alimlerin yok olmasından korkuyorum. Sakın
ha Resulullah’ın hadislerinden başkasını kabul etme.
Alimler, (bildikleri hadisleri) açık yerde okusunlar. Ders
vermek için hususi bir yerde otursunlar ki bilmeyenlere
öğretilsin. Böylelikle ilmin yok olması önlenmiş olur.”
Görüldüğü üzere hadislerin bir araya getirilmesi yani tedvini, bizzat Ömer b. Abdülaziz’in teşvik ve desteğiy le başlamıştır. Zira Halife, bütün valilere mektup göndererek hadislerin toplanması konusunda titiz davranmalarını söylemişti. Ashabın fetvalarını sünnet olduğu düşüncesiyle yazan,
duyduğu bütün hadisleri kaydedip kitap haline getiren İbni
Şihap ez-Zühri, derleyebildiği hadisleri, halife Ömer’e ulaştıran ilk muhaddistir.
Ethem Erkoç
71
İlk başlarda hadislerin yazılmasına sıcak bakmayan Zühri, islamiyetle yeni tanışan vilayetlerden hadisle ilgisi olmayan bazı uydurma rivayetleri duyunca hadisleri yazarak kayıt
altına almanın daha doğru olacağı kanaatine varmıştı. Halifeden emir gelince bütün gayretini buna yoğunlaştırdı. Ömer
b. Abdülaziz de onun topladığı hadisleri, defter defter yazdırarak bütün bölgelere göndermiştir
Muhammed b. Şihab ez-Zühri, ilme düşkünlüğüyle bilinen bir kişiydi. Ama bu durumdan eşi, hiç memnun değildi.
Kocasının kitaplar arasında sabahlamasından dertliydi: “Vallahi şu kitaplar, bana üç kumadan daha ağır geliyor” diyordu.
Bu konuda özellikle güvenilir kişiler başvurulmasına ve
sahih rivayetlerin toplanmasına dikkat çekmiştir. Bazı hadislerin sıhhat derecesinin tespiti konusunda kendisi de ilmi
toplantılara bizzat katılmıştır.
Bu toplantılarda hadisleri toplamanın ilkeleri belirleniyordu. Kuran ayetleriyle hadislerini birbirlerine karıştırılmamasına dikkat ediliyordu. Ayrıca cerh ve tadil yönünden
ravilerin durumlarının tespitinde ilk defa bu dönemde ortaya
konmaya başlandı.
Ömer b. Abdülaziz, hadislerin toplanması ve Müslüma nlar arasında yayılması için çalışan alimlere devle tten maaş
bağlanmasını emretmişti. Onların bu işle uğraşırken geçim
sıkıntısı çekmemeleri gerektiğini düşünüyordu. Mesela Yezid b. Ebu Malik ile Haris b. Muhammed’i halka hadisleri
okumak ve sünneti öğretmek için badiyeye (kırsal kesime)
görevlendirdi. Her ikisine de maaş bağlanmasını emretti.
Ancak Haris, “Allah’ın bana öğrettiği ilim için ücret alacak
değilim” diyerek bunu kabul etmedi. Yezid ise ihtiyacı olduğu için kabul etti.
Ömer b. Abdülaziz’in bu uygulaması, ilim öğretmek için
görev alan alimlerin ve hocaların buna karşılık ücret almalarının mubah olduğuna da delil olmuştur. Valilere yazdığı
mektuplarda İslami hükümleri insanlara öğretmek için ken-
Beşinci Raşit Halife Ömer b. Abdülaziz
72
dilerini adayan kimselere Beytülmalden maaş bağlanmasını
emretmişti.
Peygamberimiz zamanından bugüne intikal eden yazılı
vesikalar arasında barış anlaşmaları, islama davet mektupları, nüfus sayım sonuçları, askeri kayıtlar, beratlar, emanlar,
emirnameler, alım-satım vesikaları, zekatla ilgili hükümler,
istek üzerine verilen vesikalar gibi siyasal ve sosyal hayata
ilişkin çeşitli belgeler vardır.
Said b. Müseyyeb, Said b. Cübeyr, Şa’bi gibi önde gelen
tabiiler, hadisleri yazmışlar ve yazılarak yayılmasını teşvik
etmişlerdir. Tabiinin ileri gelenlerinden Hasan el-Basri,
alimler arasında elden ele dolaştırılan bazı hadis mecmualarından söz etmiştir. Tabiin nesli, hadisleri koruma ve yazma
konusunda büyük gayret göstermişlerdir.
Ömer, halifelik görevini yürütürken zaman zaman f ıkıh
ve hadis derslerine de bizzat katılır, ilim meclislerinde bulunmaktan büyük haz alırdı.
NASİHAT EDİLMESİNDEN HOŞLANIŞI
“Dirhemler kandır. Asıl kaynağından başka yere dökülemez, harcanamaz.”
Ömer b. Abdülaziz, söze, sohbete ve öğüde çok önem verirdi. Devrinin alimlerinden Karzi’ye gönderdiği mektupta
şöyle diyordu:
“Öğüt sadaka gibidir. Hatta sadakadan çok daha sevaplı,
çok daha yararlı ve çok daha etkilidir. Çünkü öğüt, müslümanı hakkı kabul etmeye zorlar. Bir kimsenin verdiği öğütle
helaktan kurtulması, verdiği sadakayla yoksulluktan kurtulmasından daha yarlıdır. Öğüt verirken kendini de unutma.
Nasihat ki ilaç veren doktorun her şeyi daha berbat edip
günah işlemesi beklenmiyorsa nasihatçinin da kendisini
unutması beklenemez.”
Ethem Erkoç
73
Ömer, eşyaya ve olaylara ibret nazarıyla bakar ve onla rdan ders çıkarırdı. Bir gün arkadaşlarına dün geceyi tefekkürle geçirdiğini söyledi. Arkadaşlarının ne kadar tefekkür
ettiğini sormaları üzerine başladı anlatmaya:
“Mezarları ve içinde yatanları düşündüm. Ölünün mezarda üç günde ne hale geldiğini görsen, en yakın arkadaşın
veya akraban da olsa, onu o halde görmek istemezdin. Mezarını; içinde haşerelerin dolaştığını, kurtların sağını bolunu
parçaladığını, irinlerin aktığını, iğrenç bir eve dönüştüğünü
görürsün. Kokusunun değiştiğine, güzel görünümlü halinden, tertemiz kefeninden bir eser kalmadığına şahit olursun.”
O, ölümün en iyi öğüt verici olduğuna inanır ve ondan ibret almaya çalışırdı.
Yine İmadüddin Halil’in naklettiğine göre Muhammed b
Ka’b el-Karzi anlatıyor:
“Ömer halife olunca yanına girmiştim. O taralı saçlarından, canlı renginden, güçlü bedeninden, süslü giysilerinden
eser yoktu. Vücudu erimiş ve rengi solmuştu. Zamanında
Medine valisiyken güzel endamlı ve dolgun bir insandı. Bir
süre hayretle baktım. Sonra gözlerimi çevirdim. Ömer:
-Niçin bana öyle baktın, diye sordu.
-Hayretimden dedim.
-Neye hayret ediyorsun, deyince:
-Vücudun erimiş ve rengin solmuş dedim.
Ömer, her şeyi anlattı:
-Peki, üç gün sonra beni mezarda gözlerim yerinden çıkmış, kurtlar ve böcekler ağzımı burnumu kemirip eritmiş
olarak görseydin ne yapardın? O zaman şimd ikinden daha
çirkin olmaz mıydım?
Bu sorulara verecek cevap bulamadım.
Beşinci Raşit Halife Ömer b. Abdülaziz
74
Ömer, önceki Halife Süleyman ile birlikte hacca gitmişti.
Arafat’ta vakfeye durunca Süleyman, mahşeri kalabalığı
seyre daldı. Ömer kendisine:
-Onlar, bu gün senin teb’an/vatandaşındır. Yarın da sen
onlardan sorumlu olacaksın. Onlar, kıyamet gününde senin
hasmın olacaklar, diye uyardı.
Süleyman ağladı ve:
-Allah aşkına birbirimizle yardımlaşalım, diyerek öğütlerini beklediğini ifade itti.
Ömer b. Abdülaziz de nasihate açıktı. Çevresine alimleri
çağırır, onlardan kendisini uyarmalarını isterdi.
İmadüddin Halil anlatıyor: Bir gün devrinin alimlerinden
Salim es-Süddi gelmişti. Ona kendi konumunu sordu:
-Yüklendiğim görev, seni mutlu mu yoksa mutsuz mu etti?
-İnsanlar adına mutlu etti. Senin payına üzdü.
-Ben de kendimi ateşe atılmış olmaktan korkuyorum.
-Korku halin güzel. Ben, korkuyu kaybetmenden korkuyorum.
-Öyleyse bana öğüt ver.
-Babamız Adem (as) tek bir günah yüzünden cenne tten çıkarıldı. Bunu asla unutma…
Hasan el-Basri de şöyle yazmıştı:
“Adem (as) dünyaya cezalandırılarak gönderilmişti.
Dünya, kendisine ikramda ulunana ihanet eder. Ona sırt
çevirene de ihsanda bulunur. Mal mülk toplayanı da sonunda iflas ettirir. Sen, yaraları sarmaya çalış. Şayet musibetlerin uzamasından korkuyorsan, ilacın elem verici şiddetine sabretmelisin.”
Ethem Erkoç
75
Ömer, dostlarından hep öğüt isterdi. Bana yol gösterin,
beni uyarın derdi. Ya kın dostu Muhammed b. Ka’b, ona şu
uyarıda bulundu:
“Allah’tan kork. Kapılarını herkese açık tut. Ma zluma
yardımcı ol. Zalimin zulmünü önle. Yaşlıları baba, gençleri
kardeş, çocukları da evlat gibi bil. Babana iyilik et, kardeşlerinle ilişkini sürdür ve çocuklarına şefkat göster.”
İşte toplumun bütün katmanların kuşatan bir öğüt.
Reca b. Hayve de hadis-i şeriften esinlenerek şöyle d iyordu:
“Kendin için razı ve hoşnut olduğun hususların hepsine
insanlar için da razı ve hoşnut ol. Sana yapılmasını istemediğin bir şeyi onların aşına bela etme. Bil ki sen ilk ölecek
halifesin.”
Hasan el-Basri, Ömer b. Abdülaziz hilafet görevini üstlendiğinde ona yakın durmuş, vaaz ve irşatlarıyla yeni halifeyi yönlendirmiştir:
“Ey müminlerin halifesi, muhakkak ki Allah, adil devlet başkanını eğrilikleri düzeltmekle, zalimlere engel olmakla, bütün felaket unsurlarını ortadan kaldırmakla,
zayıflara destek olmakla ve mazluma insafla görevlendirdi.
“Ey müminlerin halifesi, dünya intikal yurdudur. Ebedi
ikamet yurdu değildir. Dünyayı isteyen, bir gün onu terk
etmek zorunda kalır. Dünya, rüyadan ibarettir. Ahiret ise
uyanıklıktır. İkisi arasında ölüm bulunmaktadır. Unutma…”
Halifenin cevabı şöyle olmuştur:
“Faydalı nasihatlerin bana ulaştı ve onlarla şifa buldum.
Akıllı insan, dünyada kalbi titreyerek yaşar…”
Hasan el-Basri, Ömer b. Abdülaziz için şöyle demişti:
”Hakkı söylemesi ve öğüdü kabul etmesiyle Halife Ömer b.
Abdülaziz, Allah katında kazançlı çıkmıştır.”
Beşinci Raşit Halife Ömer b. Abdülaziz
76
Cûde es-Sahhar anlatıyor:
Ömer b. Abdülaziz, hep yaşlı ve olgun alimlerden öğüt
işitiyordu. Bir gün Hicaz’dan bir heyet gelmişti. İçlerinden
bir çocuğu sözcü seçmişlerdi. Huzurunda söze başlayınca
Ömer:
-Dur bakalım genç. Önce büyükler konuşsun, dedi.
-Müminlerin emiri, izin veriniz. Eğer öncelik yaşa göre
olsaydı bu ümmet içinde sizden daha yaşlı olanın orada olması gerekirdi.
-Konuş bakalım.
-Biz, musibet heyeti değiliz, kutlamaya geldik. Sizin gibi
birini başımıza getirdiği için Allah’a hamt ederiz. Huzurunuza hiçbir istek için çıkmadık. İsteklerimizi zaten bize gönderiyorsun.
-Evladım, bize nasihat et de dinleyelim.
-Müminlerin emiri, Allah’ın rahmet ve şefkati, bazı insanları aldattı. Seni de aldatmasın. Hırs ve tamahkârlığa
kapılmayasın. İnsanların seni övmesi, seni gururlandırmasın.
Yoksa ayakların kayıverir.
Ömer, çocuğa baktı. On yaşlarındaydı. Hoşuna gitti. Onu
güzel beyitlerle övdü.
Cûde es-Sahhar devam devam ediyor:
Yine Ömer b. Abdülaziz, hilafetinin ilk günlerinde istirahata çekilmek üzereydi. Oğlu Abdülmelik:
-Haksızlığa uğrayanların haklarını kendilerine iade etmeden nasıl istirahata çekiliyorsun, diye sordu.
Ömer de:
-Ben, dün Süleyman’ın defin işiyle uğraştığım için uykusuz kaldım. Öğle namazını kıldıktan sonra hak sahiplerinin
hakların iade ederim, dedi.
Oğlu da:
Ethem Erkoç
77
-Öğleye kadar yaşayacağını kim sana garanti ediyor, d eyince Ömer:
-Yaklaş bana oğlum, dedi. Yaklaşınca alnından öptü ve:
-Ey Allahım, zürriyetimden dinim konusunda bana ya rdım edecek birini çıkarttın, diyerek Allah’a hamt etti. Kalktı,
haksızlığa uğrayanların şikâyetlerini dinlemeye başladı.
Zulmü ve haksızlığı ortadan kaldırmak kolay değildi. Sabır ve sebatla, kararlılıkla devam etmek gerekiyordu. Ümeyye oğullarının haksız kazançlarını ellerinden almak… Kısa
sürede olacak gibi değildi. Kararlı fakat endişeliydi. Oğlu
Abdülmelik, babasını cesaretlendiriyordu:
-Senin ve benim için ölüm çanları çalsa da devam et. Bana ve sana neye mal olursa olsun Allah’ın emirlerini uygula.
Bundan geri durma.
Ömer, her şeye rağmen meşru icraatlarında onu destekleyen oğluna müteşekkirdi. Öğütlerini dinlemekten haz duy uyordu.
Ömer b. Abdülaziz, hem öğüt dinler hem de nasihatte bulunurdu. Bununla da yetinmeyip Müslümanların ve İslam
devletinin yararına olabilecek bir şey veya bir hayır tavsiye
edene mükâfat verileceğini ilan etti:
“Bir kimse bir zulmü ortadan kaldırmak veya hayırlı bir
iş için yol gösterecek olursa yapacağı işe göre 10 ila 300
dinar arasında bir mükâfat alacaktır.”
Bu maksatla yatsı namazından sonra halka sohbet eder,
dertlerini ve nasihatlerini dinlerdi.
Ömer b. Abdülaziz, ilk dört halifenin yolunu takip ederek
“İyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak” prensibini
yeni baştan ihya etti. Hilafet makamına geçince vali ve devlet memurların bu doğrultuda mektuplar gönderdi. Onlara
Kuran-ı Kerim ve Hadis-i Şeriflerdeki emir ve yasakları
hatırlattı. Bu iki ölçüden asla ayrılmamaları gerektiğini defalarca belirtti. Hak ve adaletten ayrılmamalarını, kimseye
Beşinci Raşit Halife Ömer b. Abdülaziz
78
zulüm etmemelerini, yoksulları kollamalarını söyledi. Önce
yapmaları gereken işin manevi sorumluluğunu onlara anlattı.
İmanlarına ve vicdanlarına hitap etti. Yapacakları her hareketten dolayı ahrette sorguya çekileceklerini hatırlattı:
“Hayatta olduğum müddetçe üzerinde titizlikle durac ağım husus, Rabbimin emirlerine ve Resulünün sünnetine
bağlı kalmaktır. Sakın ha bunun dışına çıkmayınız. Onların
yerine başka hükümler koymayınız. Bunun için sizleri bana
yardıma çağırıyorum. Size emredilen tabi olunuz. Alıkonduğunuzdan da uzak durunuz. Allah’tan dileğim, size verdiğim
öğütleri tutmanızdır. Allah, hükümlerine aykırı davranmak
isteyenlere fırsat vermesin…”
Bir mektubunda da uzun uzun nasihatte bulunduktan sonra şöyle diyordu:
“Nasihatlerime uyun. Kurtuluş, yalnız bu yoldadır. İman
ve ilim sahipleri, etrafındakilere yardımcı olsunlar. Zira pek
çok insan, İslami hakikatleri yeterince bilmemektedir. İslam
için en hayırlı olanı aranızda hâkim kılmasını Allah’tan dilerim.”
Ömer, halife sorumluluğu taşıyan bir insan olduğu için
öğütlerinde bu tür emredici öğelerin bulunması normaldir.
O, hem öğüt dinliyor ve onlara uymaya çalışıyordu hem de
öğüt verip herkesin buna uymasını resmen istiyordu. Eskiden konuşamayan herkes, onun devrinde artık özgürce konuşuyordu.
HARİCİLER SORUNU
İslam Devletinin sınırları çok genişlemişti. Dünyadaki
her dinden insan, zımmi statüsünde burada yaşıyorlardı.
Ayrıca ümmetin içinde bulunan her türlü İslami akım da
buruda varlıklarını koruyorlardı. Bunlar, devlete baş kaldırmadıkları sürece sorun teşkil etmiyordu. Hacriler de işte
böyle bir fırkaydı.
Ethem Erkoç
79
Hz. Ali ile Muaviye arasında çıkan Sıffin Savaşı’nda
(657) hakemlerin kararına uyduğu için Hz. Ali’yi terk eden
Temim kabilesi mensupları, Kufe yakınlarında Harura denilen yere yerleşmişlerdi. Bundan dolayı bunlara Haruriler ya
da Hariciler denilmişti.
Hariciler, sadece Sıffin Savaşına katılanları değil, onları
tasvip edenleri de kafir sayıyorlardı. Bu nedenle ilk defa Hz.
Ali’ye isyan etmişlerdi. Bu isyankar tavırlarını Muaviye’nin
öncülüğünü yaptığı Emevilere karşı da sürdürüyorlardı. Bu
nedenle Hariciler üzerine zaman zaman ordu gönderiliyordu.
Ömer b. Abdülaziz, bu ihtilafı aldırmak ve bu isyanlara
son vermek istiyordu. Irak valisi Abdülhamit’e mektup göndererek onları Kur’an ve Sünnete uymaya davet etmesini
söyledi. Ancak Hariciler, bu çağrıya uymadılar. Bilakis Halife’nin ordusuna saldırdılar. Bunun üzerine Ömer b. Abdülaziz, Mesleme b. Abdülmelik’i bir grup askerle gö nderdi ve
Irak valisi Abdülhamit’in aradan çekilmesini emretti.
Ömer b. Abdülaziz, sorunu savaşla değil, diyalogla çözmek istiyordu. Hicretin 100. yılında Cuha nahiyesinde Beni
Yeşker kabilesinden Şevzeb diye tanınan Bestam adında bir
Harici etrafına topladığı kişilerle devlete isyan etmişti. Ancak Ömer b. Abdülaziz, Kufe valisine bir ferman gönderdi:
“Hariciler kan dökmedikçe veya yeryüzünde fesat çıkartmadıkça asla onları tahrik edici bir davranışta bulunma.
Şayet buna tevessül ederlerse o zaman onlara karşı koyman
helaldir.”
Irak valisi Abdülhamit, Kufe askerlerinden iki bin kişilik
bir kuvvetle Muhammad b. Cerir’i gönderdi. İbni Cerir, varıp Bestamın karşısına konuşlandı fakat taarruz etmedi. Zira
Halife Ömer, Bestam’a da bir mektup yazmıştı:
“İşittim ki Allah yolunda ayaklanmışsın. Halbuki bu k onuda sen benden daha haklı değilsin. Gel görüşelim. Eğer
biz haklıysak sen de insanların girdiği yola gir. Eğer sen
haklıysan gereğini yapalım.”
Beşinci Raşit Halife Ömer b. Abdülaziz
80
Bunun üzerine Şevzep, iki temsilcisini gönderdi. Halife,
bunlarla Şam yakınlarında Hanasıra mevkiinde görüştüler.
Her iki taraf da tezlerini ortaya koydu. Uzun müzakerelerden
sonra Halife’nin ikna edici, yumuşatıcı, insaflı ve adil tavrını
gören bu iki Harici, Halife’nin haklı olduğunu kabul etti.
Ancak kendisinden sonra Yezid b. Abdülmelik’in halife
olmasını uygun bulmadıklarını söylediler.
Ömer b. Abdülaziz de “Bu işi ben yapmadım, başkası
yaptı” diyordu. Ama onlar da niçin düzeltmiyorsun, diye
bastırıyorlardı. Zira Hariciler, bu konuda ciddi endişe duyuyorlardı.
Aslında Ömer b. Abdülaziz de kendisinden sonra istişareyle seçilmiş, şura esasına dayalı bir halife adayı bırakmak
istiyordu. Şuranın kararı ve ümmetin hür iradesiyle biatı
sonucu yeni halife göreve başlamalıydı. Ancak ortam buna
uygun değildi. Emeviler, Ömer’e bile tahammül edemiyorlardı. Ömer b. Abdülaziz de Yezid’in veliaht olmasından
hoşnut değildi. Haricilerin eleştirileri üzerine “Bana üç gün
izin verin” deyip huzurlarından ayrıldı.
Bu tartışma, başta saray çevresi olmak üzere herkes tar afından duyuldu. Ümeyye hanedanı ve saray çevresi, bu gelişmelerden oldukça huzursuzdular. Heyetin sorusuna Halife’nin olumlu cevap vermesi üzerine önceki halife Süleyman’ın Ömer’den sonra veliaht tayin ettiği Yezid’i halifelikten uzaklaştırmasından korktular. Sabırları tükendi. Artık
oyalanma zamanı değil deyip Ömer b. Abdülaziz’i ne pahasına olursa olsun derhal tahttan indirmeye, zehirleyerek de
olsa öldürmeye, onu ortadan kaldırmaya karar verdiler.
Saray çevresinde bu entrikalardan habersizdi. Ancak hoşnutsuzluklarını tahmin edebiliyordu. Yine de sükûnetini
koruyordu. Haricilerle görüşmeler de savaşsız sona ermişti.
Ömer b. Abdülaziz döneminde bu tür iç kavgalara fırsat
verilmezdi.
Ethem Erkoç
81
İMPARATOR VE HÜKÜMDARLARI
İSLAMA DAVETİ
Ömer b. Abdülaziz, herkesten öğüt dinlerdi. Halifelik görevini yüklenince halkı irşat eden konuşmalar yapıyordu.
Devlet adamlarını Kuran-ı Kerim ve Hadis-i Şerifler çerçevesinde hareket etmeye, hak ve adaletten ayrılmamaya davet
ederdi. İslam ümmetini de Allah’ın emrine Resulullah’ın
sünnetine uymaya çağırırdı.
Bu bağlamda Resulullah (sav)in izinden giderek komşu
devlet başkanlarına mektuplar yazar ve onları islama davet
ederdi. Bunların en önemlisi Bizans imparatoru III. Leon’a
gönderdiği mektuptur.
Halife Ömer, İmparatordan hem isteğini yerine getirmesini istedi hem de onlara islamı tebliğ etmesi için Abdul’âlâ
b. Umra başkanlığında bir heyet gönderdi. İmparator III.
Leon, başında tacıyla tahtına oturmuş, sağında ve solunda
patrikler ve devlet adamları sıralanmış olarak İslam heyetini
kabul etti. Onları dikkatle dinledi, taleplerini öğrendi.
Ömer, Bizans imparatoruna gönderdiği mektubun tesiri
ve sonuçlarını görmeden başka devlet başkanlarına da mektup göndermişti. Bunların başında Hint hükümdarlarına gönderdiği mektup gelmektedir. Onlara islamı kabul etmeleri
halinde bunun her iki tarafın da yararına olacağını, ülkelerinin yönetimlerini kendilerine bırakacağını anlatmıştı.
Bunun üzerine Hint hükümdarları da Ömer b. Abdülaziz’in yaşayışını araştırdılar.