Yaklaşık yirmi yıl önce Aşık Paşa’yı anma programı nedeniyle Kırşehir’e gitmiştik. Rahmetli Hamdi Özseçer’le beraber. Oradan bazı yerlere geziye götürdüler. İlginç yerlerden biri de Kaman’dı.
Kasım ayı olmasına rağmen hava soğuktu. Yerde kar vardı. Allah’tan ki gittiğimiz kahvede soba yanıyordu. Kaman’da bizi davul-zurna ekibi karşıladı. Sanıyorum beş davulcu, beş de zurnacı vardı. Kahvehaneye girince ses kesildi, sohbet başladı.
Rehberimiz, Kırşehirli Aşık İbrahim Düğer idi. ‘Burası Abdallar Kahvesi’dir’ diyerek söze başladı.
Kaman’ın bütün abdalları, bu kahvede toplanırlarmış. Duvarda her abdalın davulu ve zurnası için ayrı yerleri varmış. Gelen davulunu ve zurnasını kendi yerine asarmış. Yanılma, karışma diye bir şey olmazmış. Hele de hırsızlık, çalma çırpma olayı buralarda söz konusu olmazmış.
Kaman’daki abdalların tamamı Bektaşi tarikatındanmış. Günlük kazanır, günlük yaşarlarmış. Ertesi güne beş parasız başlarlarmış.
Kaman Belediye Başkanı, ilçeye bir mehter takımı kurmak istemiş. Ekibini oluşturmuş. Ama bunları çalıştıracak iyi bir davulcuya ihtiyaç duymuş. Abdalların en tecrübelisi çağırmış, mehter takımını eğitmek üzere kadrolu olarak işe almış.
Mehter başı, önce bu işe sevinmiş. Şevkle ekibini çalıştırmaya başlamış. Ay sonu gelince maaşını alıp kahveye gelmiş. Erenler başına toplanmışlar. Haydi, bu parayı falan meyhanede ezelim deyip ayağa kalkmışlar. O gece o parayı tüketene kadar çalmışlar, eğlenmişler.
Ertesi ay sonu mehter başı maaşı alınca abdallat, tekrar bir araya gelmişler. O maaşı da yine o meyhanede bitirmişler. Mehter başı, eli boş - cebi boş olarak yine evine dönmüş.
Üçüncü ay sonunda kahveye uğramadan evine gitmeye karar vermiş. Bir de ne görsün; bütün dostları belediyenin önünde onu bekliyorlar. Çaresiz yine aynı mekanda para yiyecekler. Mehter başı, yine eve eli boş dönecek. Yine hanımından azar işitecek.
Kurtuluş yok. O maaş da gitti, gidiyor. Ama mehter başı bir karar vermek zorunda. Başı öne eğik, boynu bükük vaziyette eve varır. ‘Karı, şimdi bir şey deme sabah konuşuruz.’ deyip yatar.
Sabahleyin kahvaltı falan yapmadan doğru belediyeye gider. Başkanın huzuruna çıkar. ‘Ben istifa ediyorum’ diyerek işi bıraktığını söyler. Başkan, ‘Para az geliyorsa maaşını artıralım. Sen yine işine devam et’ dese de mehter başı, istifasında ısrarlı. Başkan sorar;
‘İstifanın gerçek sebebi ne?’
Mehter başı, başlar anlatmaya: ‘İşin özü Başkanım, biz günlük kazanır, günlük harcayıp bitirmek zorundayız. Aylıklı iş bize göre değilmiş.’
Bunu hayretler içinde dinledim. İçki düşkünlüğünün bu boyuta varmasına bir anlam veremedim. ‘İşte aptallık bu’ dedim.
Dostum, onların içki düşkünlükleri bir yana çok dürüst olduklarını söyledi. Ben de içkinin bütün dengeleri değiştirebileceğini hatırlattım. Öyle ama, dedi. Onlar çok dürüsttür. Kapılarını hiç kitlemezler. O mahallede hiç hırsızlık olmaz. Kimsenin malına, parasına, eşyasına göz dikmezler.
Bir olay anlattı. Kamanlı bir zengin, yeni bir takım elbise almış. Elbiseyi evde bir daha denemiş, bedenine iyice uymadığı kanaatiyle bunu birine vereyim demiş. Abdallardan birini tanıyormuş. Yeni elbise tam buna göre deyip ona hediye etmiş.
Ertesi gün o abdal, sırtında yeni elbiseyle gelmiş. Hayırdır, sana darmı uymadımı diyecek oluyor. O sırada abdali iç cebinden 5000 TL’lik desteyi uzatıyor. ‘Bey, sen bana elbiseyi hediye ettin Cebinden bu para çıktı. Bu senin’
Adam, hayretler içinde. ‘Harcasaydın ya...’ diyecek oluyor. Abdal, ‘Bey biz fakiriz, yoksuluz. Ama hırsız değiliz. Kul hakkı yemeyiz.’ deyip parayı komşusuna teslim ediyor. O paranın otuz yıl önceki alım gücünü düşünerek olayı yeni baştan değerlendirmek lazım.
Evet, Neşet Ertaş’ında samimi söyleyişleri, dilenmeden elinin, sazının emeğiyle geçinmesini düşününce Abdal kültürüne farklı bakmaya başladım.