Hz. Hüseyin Kûfe 'ye hareket etmeye karar verdiği zaman, Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Zübeyir, Abdullah b. Ömer gibi önde gelen sahabeler, Kûfeliler 'in babasıyla ağabeyine yaptıklarını hatırlatarak, sözünde durmayan bu insanların davetlerine icabet etmemesini tavsiye ederler. Mekke'de faaliyetlerini sürdürmesi durumunda  ise kendisine destek olacaklarının sözünü vermelerine rağmen Hz. Hüseyin, (8 Zilhicce 60 /9 Eylül 680) tarihinde umre yaptıktan sonra ailesi ve bazı sevenleri ile birlikte Kûfe 'ye hareket eder. 
Tehlikeyi gören ve başlarına gelebilecekleri tahmin eden amcaoğlu Abdullah b. Cafer de ertesi günü peşlerinden yetişerek geri dönmeleri için ikna ya çalışır. Ancak Hz. Hüseyin, rüyasında Resûlullâh'ı gördüğünü ve ister lehine ister aleyhine sonuçlansın başladığı işi tamamlamakla emrolunduğunu söyleyerek geri dönmeyeceğini bildirir. Yolda şair Ferezdak ile karşılaşarak Kûfe 'deki durumu sorar; "Halkın kalbi seninle, kılıçları Benî Ümeyye iledir; ilâhî takdir ise gökten iner ve Allah'ın dilediği olur" cevabını alınca da, "Doğru söyledin, Allah'ın dediği olur, Allah dilediğini yapar ve Rabbimiz her gün yeni bir iştedir. Takdir hoşumuza gidecek şekilde olursa nimetlerinden dolayı Allah'a şükrederiz; O şükredenlerin yardımcısıdır. Eğer takdir umulandan başka türlü çıkarsa niyeti hak ve takvâsı da teneşir tahtası olan kimse elbette taşkınlık göstermez" diyerek yollarına devam ederler. İleride Kûfeliler 'in biatlarından caydığını ve Müslim b. Akil ile Hâni' b. Urve'nin öldürüldüğünü öğrenen Hz Hüseyin geri dönmek ister. Bu defa da Müslim'in oğulları ve kardeşlerinin ısrarı üzerine yola devam ederler. Yanındakilere isteyenlerin ayrılabileceklerini söyler ve çoğunluk ayrılırlar. Aile fertleri ve yakın akrabalarından oluşan yaklaşık yetmiş kişi kalır. Sayıları azalan kafile Ninevâ bölgesindeki Kerbelâ'ya varırlar. (2 Muharrem 61 / 2 Ekim 680).
Kûfe Valisi Ubeydullah b. Ziyâd'ın emriyle kâfileyi 1000 kişilik kuvvetiyle beklemekte olan Hür b. Yezîd, Hz. Hüseyin'in Kerbelâ'ya ulaştığını valiye bildirir. O da kafilenin sarp yerlere sığınmasına engel olunmasını, susuz ve savunmasız bir yerde konaklamaya mecbur edilmesini ister. Rey valiliğine getirilen Ömer b. Sad'a da ordusuyla Hz. Hüseyin üzerine yürümesini ve bu meseleyi halletmesini emreder. O da önce bu işe yanaşmaz ama görevden alınma tehdidi karşısında kafilenin üzerine yürür. Hz. Hüseyin, Sâd'ın gönderdiği elçiye kendisini Kûfeliler 'in davet ettiklerini, 18 bin kişinin biat ettikten sonra sözlerinde durmadıklarını, dönüp gitmek istediklerinde ise Hür b. Yezîd'in engel olduğunu anlatır ve "İzin verin dönüp gidelim" der. Sâd, bu cevabı Ubeydullah bildirir. O da Yezîd'e biatını almasını, reddetmesi halinde kâfilenin su ile irtibatını kesmesini ister. Fırat nehriyle irtibatı kesilmiş, ümitsizlik içindeki Hz Hüseyin'i, isteğine boyun eğdirmesi veya cezalandırması istenen Sa'd, kazandığı dünyalığı elden kaçırmamak için bu görevi yerine getireceğini söyler. (İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, IV, 59). Ertesi gün Hz. Hüseyin Sâd 'ın ordusuna giderek buraya geliş amacını anlamaları ve haklarında insaflı hüküm vermeleri halinde vebalden kurtulacaklarını, üzerine yürümelerine gerek kalmayacağını, mazeretini dikkate almamaları durumunda ise istediklerini yapmalarını söyler. Hz. Hüseyin bu konuşmasında anne babasının ve amcalarının İslâm'a hizmetlerini dile getirir, Peygamberimiz'in kendisi hakkındaki övücü ifadelerinden söz eder ve kanını akıtmanın büyük vebal doğuracağını hatırlatır ama zalimlerin zulümlerine engel olamaz. 
Ömer b. Sa'd'ın sancağıyla gelip ilk oku atması üzerine başlayan savaş birbirine denk olmayan bu kuvvetler arasında tam bir dram şeklinde devam eder. Hz. Hüseyin'in savaşa başlarken yirmi üç süvariyle kırk piyadeden oluşan askerleri kısa sürede azalır. Savaşın sonlarında artık sıcak ve susuzluktan bitkin hale düşen bu az sayıdaki insanın başında cesaretle dövüşen Hz. Hüseyin'e her taraftan hücum edilir. Sinân b. en-Nehaî önce bir harbe saplayarak yere düşürür, sonra da atından inerek başını keser. Bu arada Hz. Hüseyin'in hasta yatağındaki oğlu Ali Zeynelâbidîn öldürülmek istendiyse de Ömer b. Sa'd buna engel oldur. (10 Muharrem 61 / 10 Ekim 680). Şehitlerin cesetleri ertesi gün Benî Esed mensuplarının ikamet ettiği Gadiriye köylülerince toprağa verilir. Hz. Hüseyin'in, katliamdan kurtulan bazı yakınları ve diğer esirler ise Dımaşk'ta birkaç gün tutulduktan sonra Yezîd tarafından bir muhafız birliği refakatinde Medine'ye gönderilmişlerdir. Hz. Hüseyin'in başının nereye gömüldüğü konusu ise Medine'de Baki Mezarlığın da, Necef'te babasının yanında, Kûfe dışında bir yerde, Kerbelâ'da cesedinin konulduğu kabirde, Dımaşk'ta bilinmeyen bir yerde, Rakka'da, hatta Kâhire'de diye rivayetler bulunmaktadır. (Muhsin el-Emîn, IV, 390-394) 
Peygamberimizin iki torununu çok sevdiği, isteklerini tereddütsüz yerine getirdiği, onlarla oyun oynadığı, sırtına bindirerek gezdirdiği, hatta namazda üstüne çıktıklarında inmelerine kadar secdeyi uzattığı ve onlara olan düşkünlüğünü gösteren birçok rivayetler vardır. Müslümanların Ehl-i beyt'e ve Âl-i abâ'ya dâhil olan Hz. Hasan ile Hüseyin'e duyduğu sevgi ve şefkat Peygamberimizin vefatından sonra da devam etmiştir. Hz. Hüseyin Peygamberimizin sevgili torunu, emaneti ve reyhânesi (çiçek demeti) denilerek müslümanlardan daima sevgi, şefkat ve bağlılık görmüş, böylece altı yaşında kaybettiği dedesinin ve annesinin yokluğunu fazlaca hissetmemiştir. Ayrıca ağabeyi Hasan ile birlikte bütün İslâm dünyasında olduğu gibi Türkler arasında da Rasûlullah'ın sevgili torunu sıfatıyla daima gönüllerde yer ederek sevilmiş, sayılmış ve adları çocuklara verilen en çok isimler arasında yer almıştır.
Hz Hüseyin ve yanındaki can veren yetmiş yâreni, müslümanların sinelerinde kanayan ve sızlayan bir yara olarak o günden bu güne kadar devam edegelmiştir. Soyundan gelenler, Seyyid unvanı ile anılan, Hz. Hüseyin'i ve yanındaki şehitleri rahmetle anıyoruz. Ruhları şad olsun.