Hicret'in altıncı yılında (Mart 628) Peygamberimiz,1500 civarındaki müslümanla birlikte umre yapmak niyeti ile Medine'den Mekke'ye doğru yola çıkmışlardı. 
Peygamberimiz ve ashabı Mekke'ye yaklaşık otuz km kala Hudeybiye adı verilen yerde konaklarlar. Müşrikler ise müslümanların umre amacıyla yola çıktıklarını bilmelerine rağmen onları Mekke'ye sokmama konusunda kararlı idiler. Peygamberimiz umre niyeti ile geldiklerini bildirmek üzere de Hz Osman'ı elçi olarak gönderir. Onun ile ilgili olumsuz haberler gelmesi üzerine de Peygamberimiz Rıdvan Ağacının altında, orada bulunanlardan onu sonuna kadar koruyacaklarına dair biat (söz) alır. Bu haberi duyan ve müslümanların kararlılıklarını gören müşrikler anlaşmaya razı olurlar ve Süheyl bin Amr'ı da elçi olarak gönderirler. Kaleme alınan anlaşma metni Peygamberimiz ve Süheyl tarafından imzalanır. Aslında bu antlaşma müslümanların lehine idi ama bunu birçok sahabe anlayamamıştı. Bu anlaşma, ashaba ağır gelmiş ve kabullenememişlerdi. Fakat o antlaşmada peygamberimizin ne kadar haklı olduğunu ve zamanın müslümanların lehine çalıştığını sonradan fark etmişlerdir. O yıl antlaşma gereği Kâbe'yi ziyaret ve tavaf edemeden geri döneceklerdi. Anlaşmayı yazma işi bitince, Peygamberimiz, ashabına: "Kalkın kurbanlarınızı kesin, sonra da tıraş olun!" buyurdu. Ancak (müşriklerle yapılan bu antlaşmadan hiç kimse memnun değildi. Bu sebeple) kimse kalkmaz. Peygamberimiz, emrini üç kere tekrar eder. Yine kalkan olmayınca Ümmü Seleme'nin çadırına giderek ona maruz kaldığı bu hali anlatır. O da, kendisine: "Ey Allah'ın Resulü! Bunu istiyor musun? Öyleyse çık, ashaptan hiçbiriyle konuşma, kurbanını kes, berberini çağır ve seni tıraş etsin!" der. Peygamberimizde kalkar, hiç kimse ile konuşmadan Ümmü Seleme' nin tavsiyelerini yerine getirir. Ashapta bunları görünce kalkarak kurbanlarını keserler, birbirlerini tıraş ederler.
Peygamberimiz, aile fertlerine ilgi gösterdiğini, kıymet verdiğini ifade eden çeşitli söz ve davranışlarıyla, onları memnun etmiştir. Hanımlarına faziletlerini söylemesi, sevdiğini ifade etmesi, bir sıkıntıyla kederlenip ağlayanın gözyaşlarını elleriyle silerek teselli etmesi gibi pek çok davranışı hanımlarını memnun etmeye yönelik olup bizler için de güzel örneklerdir. Hatice annemizi anınca da faziletlerini sayarak "İnsanlar beni inkâr ederken, o inandı; herkes beni yalanlarken o tasdik etti. Herkes bana sırt dönerken o malını benim için hak yolunda harcadı. Allah onun vesilesiyle bana çocuklar nasip etti"  diyerek onu hayır ile yâd etmeden de geçmezdi. Bir gün yaşlı bir kadın gelir. Allah Resulü o kadına izzet ve ikramda bulunduktan sonra hediyelerde verir. Bu duruma şahit olan Hz Âişe, "Ey Allah'ın Resulü kimdir bu kadın, bu kadar izzet ve ikramda bulundun ve hediyeler vererek gönderdin" dediğinde ise "Ya Âişe bu kadın vefat eden eski eşim Hatice'nin arkadaşı idi. Onun sağlığında da gelir giderdi. 'Ahde vefa imandandır" (Müsnet) Peygamberimiz, ehlinin yakınlarına da iltifat etmiş, alakayı kesmemiş, vefat eden eşi Hz. Hatice'nin yakınlarını ve dostlarını da devamlı olarak gözeterek vefa örneği göstermiştir. Maalesef günümüzde iman zafiyeti olan öyle insanlar var ki, ahde vefayı bırakın, kırk gün sırtınızda gezdirin ve kırk birinci gün de yoruldum inde biraz dinleneyim deyin, göreceksiniz ki sizden kötüsü yok. Ve birde aleyhinizde feveran etmez mi. Hz. Âişe: "Resulüllah onun yâdını çok yapardı. Ne zaman bir koyun kesse Hatice'nin dost ve yakınlarına da gönderirdi. Sütannesi ve sütkardeşleri ile de hiçbir zaman irtibatını kesmemiş, onlara karşıda vefa borcunu yerine getirmiştir" der.
Peygamberimiz, herkese gösterdiği ilgi, sevgi ve şefkatten daha fazlasını çocuklara da göstermiştir. Kendisi fevkalade bir aile reisi, mükemmel bir baba, iyi bir dede idi. Peygamberimiz, Hz. Fatıma'nın ilk doğumu yaklaşınca sık sık uğramış, halini hatırını sormuş, "çocuk doğunca bana haber vermeden çocuğa hiçbir şey yapmayın" tembihinde bulunmuştur. Enes b. Malik de, Ümmü Süleym'in oğlu Abdullah'ın doğumu yaklaşınca: "Çocuğun göbeğini kesince bana haber ver, benden evvel ağzına hiçbir şey koyma" diye haber saldığını bildirir. Peygamberimiz, yeni doğan çocuklar için dua eder, sağ kulaklarına ezan okur ve sol kulaklarına da kamet getirerek isimlerini üç defa seslenirdi. Daha sonra ilk yedi gün içinde sünnet ettirmek, başındaki ilk tüyü tıraş edip ağırlığınca gümüşü tasadduk etmek, akîka kurbanını keserek etini yoksullara dağıtmak gibi mevzularla da yakından alâkadar olurdu. 
Peygamberimiz "Çocukları cennet kokusu", "gözümün nuru" diyerek sever ve "her öpücük için cennette beş yüz yıllık mesafesi olan bir derece verilir" diyerek çocukların sevgiyle yetiştirilmesini tavsiye ederdi.
Çocukların ağlamasına gönlü hiç razı olmazdı. O, çocuklarına, torunlarına şefkatle muamele eder, böyle davranırken de dikkatlerini Allah'ın dinine çekerek bir takım mesajlar verirdi. Onları bağrında beslerken yüzlerine tebessüm eder, okşar ve severdi. Torunlarını da okşar, sever; kirlenmiş yüzlerini yıkar; onları sırtında taşır; namazda secdede sırtına çıkarlarsa, ininceye kadar secdeyi uzatırdı. Bir gün Hasan ve Hüseyin sırtında iken Hz. Ömer içeri girer. Onları böyle şerefli bir yerde görünce, "ne güzel bineğiniz var" der. Ve hemen O gönüller sultanı şöyle mukabele eder: "Ya, ne güzel süvariler onlar!" Bu ilgi sadece erkek torunlara değildi. Kız torunu olan Ümâme'yi de aynı şekilde sever, süslü bir giyimi ona yakıştırırdı. Namaz kılarken sırtına çıkarsa, secde yapacağı zaman yere bırakarak secdeye giderdi. "Bağış ve ihsanda çocuklarınızın arasını eşit tutun. Eğer ben birini üstün tutacak olsaydım, kızları üstün tutardım" buyurmuştur. İnsanların günlük yaşamla ilgili hatalarını görmezden gelir, takva ile çelişebilecek istek ve arzularını, yumuşak bir üslupla ve ayetlerle reddederdi. 
Enes b. Malik:  "On yıl Allah Resulünün yanında ve hizmetinde bulundum, Aile fertlerine karşı Peygamberimizden daha şefkatlisini görmedim"