İKİNCİ BÖLÜM
Tavus b. Keysan, Ömer b. Abdülaziz’e bir mektup yazdı:
“Yaptığın işlerin hayırlı olmasını istiyorsan hayır ehli olan insanları iş başına getir.”
SÜLEYMAN’IN VEFATI
VE ÖMER b. ABDÜLAZİ’E BİAT
Halife Süleyman b. Abdülmelik hastaydı. Durumu oldukça ağırdı. Ertesi gün Reca b. Hayve yanına girdiğinde can çekiştiğini fark etti ve yönünü kıbleye çevirdi. Gözlerin kapattı ve kapıya güvenilir birin dikerek çıkıp camiye gitti.
Yanında Sahibüşşurta Ka’b b. Hamid de vardı. Dâbık mescidinde halkı ve ileri gelen yöneticilerle Emevi hanedanını topladı. Süleyman7ın yazıp kendisine teslim ettiği vasiyetnameyi göstererek “Bu emirnamede geçen halifeye biat ediniz” dedi.
Halk, yöneticiler ve Emevi hanedanı, zaten biat etmiştik deseler de Reca, ısrarla biatlarını tekrarlamalarını istedi. Onlar da vasiyetnamede zikredilen kimsenin halifeliğini onayladıklarını ifade için “Biat ettik” dediler.
Bunun üzerine Reca, “Efendimiz vefat etmiştir. Namazına hazırlanın” dedikten sonra Vasiyet Belgesini okumaya başladı. Ömer b. Abdülaziz’in halife olacağına dair cümle okununca herkes sevindi ama Emevi oğullarının suratları asıldı. Hişam, asla biat etmeyeceğini haykırdı. Ama Reca,
“Kalk, biat et. Yoksa boynunu vururum” deyince Hişam da kalabalığa karışıp biat etti.
Ömer b. Abdülaziz, halifelik makamının manevi sorumluluğunu biliyor ve bu görevi yüklenmek istemiyordu. Minbere çıktı ve cemaate şöyle hitap etti:
“Ey insanlar, veliaht tayin edilmem, görüşüm alınmadan ve Müslümanlara danışılmadan gerçekleşmiştir. Bu biatınızı sizden kaldırıyorum. Halifenizi kendi istediğiniz doğrultuda, istediğiniz kimseyi seçmenizi istiyorum.”
Bunu duyan Müslümanlar: “Biz, seni seçtik. İşlerimizi sana havale ettik. Bizim seçtiğimiz kimse sensin. Biz, senden memnunuz” diyerek bağlılıklarını bildirdiler. (H.99, M.717)
Ömer b. Abdülaziz, Süleyman b. Abdülmelik öldüğünde onun namazını kıldırdı. Defnedileceği mezarlığa kadar kafile ile birlikte gitmek istedi. Derhal tören için hazır tutulan protokol alayı ve saray atları getirildi. O, bunlara binmeyip kendi binitine bindi. İlk icraat olarak bu atların satılarak gelirinin hazineye gelir olarak kayık edilmesini emretti.
RÜYALARDAMÜJDELENENHALİFE
Rüyaları her türlü yorumlamak mümkündür. Günlük olayların etkisiyle görülen rüyaları yorumlamaya bile gerek yoktur. Söz konusu olan ve rüyada görülen insan Hz. Peygamber (sav) olunca o zaman o rüyaya itibar edilir. Özellikle
Resulullah (sav)i yüz yüze görüp sesini duyduktan sonra bu rüyada hiçbir şüphe yoktur.
Ömer b. Abdülaziz’in dedesi Hz. Ömer, bir gün Medine’de bir ağacın altında uyumuştu. Mutlu bir rüya görmüş ve konuşarak uyanmıştı:
“Benim soyumdan yüzünde yara izi bulunan bir kişi gelecek ve yeryüzünü adaletle dolduracak.”
Hz. Ömer’in bu rüyası ve sözleri ümmet arasında yayılmıştı. Ama o rüyada müjdesini aldığı ve yüzünde yara izi bulunan kişinin kim olduğu bir türlü anlaşılamadı.
Bir gün Ömer b. Abdülaziz, atların bulunduğu haraya girmişti. Bir at, ona bir tekme atıp yüzünde yara açmıştı. Bunu babası Abdülaziz duyunca haraya koştu ve oğlunun yarasını gördü. Onu bağrına basarken nesilden nesile aktarılan Hz. Ömer’in sözü aklına geldi ve ağlamayı kesti.
Ömer b. Abdülaziz, Medine valiliğinden azledildiği z aman Resulullah (sav)in kabrinin bulunduğu şehirden uzaklaşacağı için üzgündü. Namazı bitirip Kuran-ı Kerim okuduktan sonra odasına çekilip uykuya daldı. Rüyasında Hz. Peygamber (sav)i gördü. Resulullah (sav) “Sen ümmetimin emiri olacaksın. Ağlamaktan vazgeç” diyordu. Bu, hak rüya idi.
Zira Resulullah (sav) onu hilafetle müjdeliyordu. O rüyadan sonra Ömer, halifeliğin sorumluluğunu hissederek daha titiz yaşadı.
Halife Süleyman’ın kendisinden sonra kimin halife olması gerektiğini düşündüğü dönemde Ömer b. Abdülaziz, bu konuya hiç ilgi duymuyordu. Bir gece istirahata çekilip uykuya daldı. Rüyasında Resulullah (sav)i gördü:
-Ömer, yaklaş diye sesleniyordu.
O da kendisine yaklaştı. Hatta neredeyse Hz. Peygamber (sav)e dokunacaktı, çekindi. Hz. Peygamber(sav):
-Halife olduğun zaman şu ikisi gibi çalış, dedi.
Ömer de baktı ki onu iki kişi iki tarafından kuşatıvermiş.
-Bu iki kimdir?
-Bu Ebubekir ve bu da Ömer’dir
Evet, Ömer b. Abdülaziz, rüyasında Hz. Peygamber (sav)i görmüştü. Birinde ümmetin emiri olacağını, diğerinde de halife olduğu zaman Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer gibi olması gerektiğini bizzat Hz. Peygamber (sav)in dilinden duymuştu. Artık bundan kaçış kurtuluş yoktu. Müjdelenen gün gelmiş ve ümmetin emiri olmuştu.
İLK KONUŞMASI VE İLK İCRAATI
Ömer b. Abdülaziz’in talebi ve arzusu olmamasına ra ğmen halife seçilmiş ve biat tamamlanmıştı. Ümmeti biat konusunda serbest bıraktığı halde “Biz, seni seçtik. İşlerimizi sana havale ettik. Biatımızdan vazgeçmeyiz” ısrarı üzerine halka karşı ilk konuşmasını yaptı. Allah’a hamd ve Resulü’ne salattan sonra bazı nasihatlerde bulundu ve şöyle devam etti:
“Bu ümmet, Rabbı, Peygamberi ve Kitabı konusunda ihtilafa düşmez. İhtilaflar hep mal ve makam için o lmuştur. Ben, haklı kişinin hakkını asla kısmayacağım gibi, hakkı olmayana da asla vermeyeceğim.
“Ey insanlar, Allah’a itaat edene itaat etmek gerekir.
Allah’a isyan edene itaat edilmez. Allah’a itaat ettiğim müddetçe bana itaat ediniz. Allah’a isyan ettiğim takdirde bana itaat etmeyiniz.”
Ömer b. Abdülaziz’in bu sözleri, Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer’in halife seçildiği zamanki konuşmaların benziyordu.
İlk günden itibaren onları örnek almaya başlamıştı. Hilafet makamına geçtiği ilk gün “Bir ecelim var ki o gelmedikçe ölmem veya öldürülmem mümkün değil” diyerek muhafız alayını dağıttı. Atlarını sattırıp hazineye irat kaydettirdi. Kendi binitiyle evine gitti. Ancak yolda yeni halifeyi karşılama için bir otağ hazırlandığını öğrendi. Derhal “Bu ne büyük israftır” deyip derhal devlet hazinesine devrini emretti. Buralar boşaltılıncaya kadar kendi evinden başka bir yere gitmeyeceğini söyledi.
Saraya uğradığında birbirinden güzel kıyafetler ve altın, gümüş, sırma işlemeli kaftanlar getirilerek kendisine takdim edildi. Yeni halife bunlarla halkın huzuruna çıkar, denildi.
Ama o, bunları asla kabul etmedi. Derhal beytülmale devredin denildi.
Kendisine çok sayıda cariye, nedime takdim edildi. Yardımcısı Müzahim’e “Bunların kim olduklarını, memleketlerini, ailelerini öğren ve hepsini memleketlerine gönder” diye talimat verdi.
Hilafet makamına geldiğinde öncekilerin oturdukları yüksek minderlere oturmadı. Devrin makam koltuğu durumundaki bu minderleri odadan çıkarttırdı. Yerde serili olan kilimin üzerine oturdu. Oysaki Ömer b. Abdülaziz, güzel giyinir ve güzel yaşardı. Babasından da büyük bir servet kalmıştı. Halife sorumluluğunu yüklenince halktan biri gibi yaşamaya karar verdi. Kendisine sunulan güzel ve ihtişamlı elbiseleri, lüks yatakları, güzel kokuları reddetti. Hepsinin hazineye irat kaydedilmesini emretti.
Ömer b. Abdülaziz, artık sorumluluğunun bilincinde olarak görevine başlamıştı. Konuşmasını bitirdikten sonra vakit geçirmeden devlet işlerine başladı. Kutlamalar, tebrikleri kabul ve şatafatlı törenler onun programında yoktu. İlk iş olarak azatlısı Mülazim’den üç tane kağıt ve bir kalem istedi.
Öncelikle uzun müddetten beri Bizans surları önünde karada ve denizde görev yapan ve büyük sıkıntılar çeken İslam ordusunu geri çağırmaya karar verdi. Mesleme b. Abdülmelik’e mektup yazarak askerleriyle birlikte geri dönmesini emretti.
Ondan sonra halka zulmeden valileri derhal azletmesi gerektiğine inanıyordu. Mısır valisi Üsame b. Yezid elTenuhi’yi derhal görevinden uzaklaştırdı. Onu Kuzey Afrika valisi Yezid b. Ebu Müslim’i azletmesi izledi. Artık Emevilerin gaddar valilerini korku sardı. Herkes, sıranın ne zaman kendisine geleceğinden endişe duymaya başladı.
Böylece halka zulmeden ve halk tarafından sevilmeyen vali ve önemli devlet memurlarından büyük bir kısmını görevden alarak yerlerine bilgili, dindar, dürüst ve güvenilin kimseleri tayin etti. Bundan sonra önceleri devlette görev almaktan kaçınan bazı alimler, yeni halifeyle çalışmayı severek ve isteyerek benimsediler.
İLK CUMA NAMAZI VE
İLK UYGULAMASI
Emevi saltanatında Hz. Ali, Hz. Hüseyin, evlad-ı Resul düşmanlığı hakimdi. En çirkin olanı da hutbelerin sonlarında Hz. Ali ve evladına sövmeyi ve lanet okumayı adet haline getirmiş olmalarıydı. Bu uygulama altmış yıldır sürüyordu. Hatipler Hz. Ali ve evladına küfredince halk anlamasın diye Hz. Ali’den bahsederken “Ebu Turab” derlerdi. Halk da onu halifeye isyan etmiş bir kişi sanıyordu. Ebu Turab lakabını Hz. Peygamber (sav) vermişti. Bir gün Hz. Ali’yi mescitte toprak üzerinde uyurken görmüş ve ona “Kalk ey Ebu Turab” diye seslenmişti. Zira elbisesinin bir kısmı sıyrılmış, vücudunun bir kısmı da toprağa (turab)a bulanmıştı. Hz. Ali, bu lakabı ona Hz. Peygamber (sav) söylediği için çok severdi.
Ömer b. Abdülaziz, ilk Cuma hutbesini okumaya çıkınca etrafındakilerin ne diyeceklerini hiç düşünmedi. Herkes, onun ne diyeceğini, nasıl davranacağını, ilk sözlerinin neler olacağını merak ediyordu.
Ömer b. Abdülaziz, ilk Cuma konuşmasını yaptı. Hutbenin sonunda Hz. Ali ve evladına karşı lanet ve küfür ifadelerinin geçtiği bölüme gelince daha önceki Emevi halifeleri hatiplerinin yaptığı gibi yapmadı. O küfür ve hakaretleri terk edip hutbesini “Şüphesiz ki Allah; iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder. Çirkin işleri, azgınlık ve fenalığı da yasaklar. Düşünüp tutasınız diye size böyle öğüt verir.” (Nahl suresi- 90) ayeti ile bitirdi. Hutbeler, o günden beri bu ayet ile bitiriliyor. O günden bu güne bu gelenek devam etmektedir.
Bugünün şartlarında basit bir olay gibi görülse de bu, Ömer b. Abdülaziz’in yapmış olduğu büyük bir ıslahattı. Emevi saltanatının devam ettiği günlerde böyle bir davranış, çok zor olmasına rağmen cesaretle dili getirebildi. Böylece
İslam tarihinde önemli bir ihtilafı sona erdirmek için atılmış bir adımdı.
Ömer b. Abdülaziz, bunu sadece kendi uygulaması olarak bırakmadı. Bütün valilere bir genelge göndererek Hz. Ali ve evladına yapılan küfürleri yasakladı. Hutbelerde lanet ve küfür ifadelerinin kullanılmasını kaldırdı. Onun bu çabaları sonucu H. Ali ve Ehlibeytine yapılan küfürler sona ermiş,- ümmet de rahat bir nefes almıştı.
Hutbelerin sonunda okunan bu ayeti çok önemsiyordu.
Sürekli olarak insanlara adaletli olmayı hatırlatmak istiyordu. Her halifenin olduğu gibi yeni para bastırmaya karar verdiğinde üzerine “Allah, sadakat ve adaleti emreder” diye yazılmasını emretti.
Ömer b. Abdülaziz’in Ehlibeyte küfretmeyi ve lanet okumayı yasaklamasından sonra bu bağlamdaki en önemli icraatı, Fedek arazisini Ehlibeyte iade etmesidir.
Şimdi sıra ailesindedir. Ömer b. Abdülaziz, veraset y oluyla intikal eden bütün mülklerini Beltülmal’e devredecektir. Ancak fetih esnasında varılan anlaşma gereğince Hz.
Peygamber (sav)e intikal eden Fedek arazisi. Dört halife döneminde onların kontrolündeyken Muaviye, burayı Mervan b.Hakem’e tapusuyla devretmişti. Ömer b. Abdülaziz halife olunca Medine valisine bir mektup yazarak Fedek arazisinin de Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer’in icraatlarına muhalif olarak “Bu arazi, onların hakkıdır” diyerek Ehlibeyte geri verdi.
ÖZEL HAYATINDA ÖMER
Ömer b. Abdülaziz, dünyanın nimetleri önünde ve iki dudağının arasındaki buyrukla huzuruna gelebilecek durumdayken o, ümmetin en fakiri gibi yaşamayı tercih etti.
Reca b. Hayve anlatıyor:
“Ömer halife olunca tüm elbiselerine 12 dirhem değer biçtiler. Bir takke, bir sarık, bir entari, bir çift pabuç, bir gömlek ve bir arabası vardı. Hepsi bu kadar…”
Şam bölgesinden bir kişi anlatıyor: “Ömer, serçe parmağını sallayarak hutbe okuyordu. Üzerinde sadece yamalı bir elbise vardı.”
Medineli bir kişi de şöyle diyordu: “Ömer’i halife olmadan önce Medine’de görmüştüm. O, en şık giyimli, en güzel kokulu ve en mağrur yürüyüşlü bir insandı. Bir de onu halifeyken gördüm. Çok mütevazı bir yürüyüşü vardı.”
Şamlılar, Ömer b. Abdülaziz’in Cuma namazından sonra halifeliği devraldığını, ikindi vakti bile halinin değiştiğini anlatıyorlardı. Halife olmadan önce şişman ve kalın enseli olduğunu bilenler, halife olduktun sonra günden güne eridiğini söylüyorlardı.
İmadüddin Halil anlatıyor: Ömer b. Abdülaziz’in halifeliğinin ilk gününde halk camide toplanmış, biat etmek için sıra bekliyorlardı. O kalabalıkta oğlunun cebi yırtılmıştı.
Ömer, nasıl bir halife olacağının ilk işaretini orada vermişti:
“Oğulcağızım, git, cebini diktir. Bu günden sonra bu elbiseye çok ihtiyacın olacak.”diyordu. Yani git, yenisini giy demiyordu. Söküğü diktirmeyi, yırtığı yamatmayı tavsiye ediyordu.
Ömer’in evine bir kadın gelmişti. Bir derdi vardı. Herhalde Ömer’in hanımı Fatıma, o sırada pamuk eğirmekle meşguldü. Kadın, bir yandan halifenin hanımının yün/pamuk eğirmesine bakıyor, bir yandan da evin içinde eşya ve sergi arıyordu. İmadüddin Halil’in ifadesiyle kadın, bir şey göremeyince kendi kendine söylenmeye başladı:
-Bu harabe evden bana hiçbir fayda gelmez. İmkanı o lsaydı önce kendi evini imar ederdi.
Bunu duyan Fatıma, güzel bir cevap verdi:
-Bu evi, seninki gibi evlerin imarı harabeye çevirmiştir.
Yine bir gün halifeden bir şey istemek üzere gelen kişi, onun kılık kıyafetini bakar ve merakla sorar:
-Sizin gibi böylesine yüksek makamda bulunan birsi nasıl olur da yamalı kıyafetler giyebilir? Neden kendinize de yeni kıyafetler almıyorsun?
Ömer b. Abdülaziz’in cevabı çok vecizdir:
-Çünkü en faziletli af güçlüyken yapılan af olduğu gibi, in faziletli iktisat da bolluk da yapılanıdır.
Ömer, kendini değil, İslam ümmetini düşünüyordu. Onlar açken tok gezmeye imanı elvermiyordu. Evindekiler, onun hilafete gelişinden ölümüne kadar hiç bir gün doyasıya yemek yediğini görmediklerini anlatıyorlardı.
Bir gün arkadaşlarından biri evine gelmişti. Ömer, bed enine bir peştamal sarmış, güneşliyordu. Arkadaşı sordu:
-Müminlerin emiri, nedir bu hal?
-Bir şey yok. Elbiselerimin kurumasını bekliyorum.
-Elbiseleriniz nelerden oluşuyor?
-Bir gömlek, bir üstlük ve bir de atkı şeklindeki izar…
-Başka gömlek, üstlük ve izar/elbise yok mu?
-Vardı da eskidiler.
-Yenilerini alsanız…
Bu teklife şu ayet ile cevap verdi: “İşte ahiret yurdu. Biz onu yeryüzünde böbürlenmeyi ve bozgunculuğu arzulamayan kimselere veririz. En güzel son, takva sahiplerinindir”
(Kasas-83)
Malik b. Dinar anlatıyor: “Ömer, her hafta Pazartesi ve Perşembe günlerini oruçlu geçiriyordu. Günde sadece bir defa yemek yiyor, sofrasında çoğu defa üç beş damla zeytinyağı damlatılmış kuru ekmek bulunuyordu. Bu durumu gören kayın biraderi Mesleme, ara sıra değişik yemekler yemesini hatırlatmıştı. Ömer de bundan usanırsam yerim demişti.”
İmadüddin Halil, yeni halifenin öncekilere hiç benzemediğini vurguluyor; önünde ayağa kalkmalarını yasakladığına,
Müslümanların izin almadan huzura girebileceklerini bildirmesine kadar pek çok insani davranışını sıralıyor. Tek bir kıyafetle yaşamayı tercih edişi de bunlardandı.
Yine bir Cuma günü cemaat toplanmış ama namaz kıldırmak için Halife Ömer geç kalmıştı. Zira Halife gelecek, hutbeyi okuyup namazı kıldıracaktı. Binlerce göz, onu arıyordu. Müminler, hem yeni halifeyi yakından görmek hem de yeni mesajlarını duymak istiyorlardı. Sonunda yeni halife
(Sürecek)
Ömer b. Abdülaziz geliyordu. Üzerindeki elbise hala ıslaktı.
Geldi ve minbere çıktı. Herkes, niçin geciktiğini merak ediyordu. O da cemaatten özür dileyerek sözlerine başladı. Tek
elbisesi olduğunu, Cuma günü temiz elbise giymek için onu
yıkadığını ancak kuruması için biraz geç kaldığının anlattı.
İşte Ömer bu… Önce kendisi ve ailesi böyle yaşıyor ve
örnek oluyordu.
Evinde bir kaptan başka yemek bulunmazdı. Kendisi ve
hanımı, bu hayata alışmıştı ama çocukları hep çorba yemekten usanmışlardı. O, çocuklarını şöyle uyarıyordu:
“Evladım, babanızın ateşe atılması pahasına sizler, her
halde bolluk içinde yaşamak istemezsiniz.”
Anne ve babalarının örnek hayatına bakınca çocukların
da diyecek bir şeyleri kalmıyordu.
Ömer b. Abdülaziz, Medine valisi olarak görev yapmıştı.
Hac mevsimi geldiğinde eski günlerini hayal ediyordu. Kabe-i Muazzama’yı, Mescid-i Nebevi’yi, Arafat’ta toplandığı
o mahşeri kalabalığı hayal ediyordu. O da hacca gitmek istiyordu. Devamını İmadüddin Halil şöyle naklediyor:
Bir gün hizmetçisi Mülazim’e:
-Hacca gitmek istiyorum. Ama hiç paramız var mı, diye
soruyor.
O da:
-Sadece on küsur dinarın var, diyor.
Ethem Erkoç
33
Ömer:
-Bu para ile yola çıkılmaz diyor.
Aradan birkaç dakika geçtikten sonra Mülazim, sevinçle
geliyor:
-Ey müminlerin emiri, hazırlan. Şu anda Ümeyye oğullarının mallarından 17 000 dinar geldi, diye müjde veriyor.
Ömer, o büyük arzusunu bir yana bırakarak Mülazim’e
şöyle emir veriyor:
-Derhal o parayı Beytülmale/hazineye bırak. O, benim
değil. Ben, benim olmayan bir parayla hacca gidemem.
Hak ve adalete böyle riayet eden bir halife, elbette önce
halkın çıkarlarını düşünüyordu. Evinin ihtiyacının posta
arabasıyla taşınmasına, abdest suyunun sarayın mutfağında
ısıtılmasına bile razı değildi. Ümeyyeoğulları da saray erkanı
da bu yeni tarza ayak uydurmakta zorlanıyorlardı. Onun bu
halini yadırgayanların yanı sıra bir an bile gaflete düşmemesini öğütleyenler de vardı.
Devrinin büyük fıkıhçısı Salim es-Süddi, Ömer’i şöyle
uyarıyordu: “Sakın, bir an bile günaha dalma. Unutma ki
babamız Adem, bir tek günah yüzünden cennetten çıkartıldı.”
Onun için Ömer b. Abdülaziz de şöyle diyordu: “Aslında
biz, ahiret halkıyız. Dünyada geçici olarak ikamet etmekteyiz.”
Ömer b. Abdülaziz, halife olmadan önce yıllık geliri kırk
bin dinar idi. Halifeliği sırasında yıllık harcamasını üç yüz
dirheme kadar indirdi. Günlük en çok iki dirhem harcıyordu.
Ömer halife olunca babasından ve kayın pederi Abdülmelik’ten intikal eden bütün servetini beytülmale aktarmıştı.
Amcaoğlu Velid’in hediye ettiği kıymetli yüzüğü de “Bu
benim hakkım değildir. Bunlar, Emevilerin devlet hazinesinden gasp ettikleri mallardır.”diyerek hazineye devretmiştir.
Beşinci Raşit Halife Ömer b. Abdülaziz
34
Miras yoluyla intikal eden birçok mal, mülk, tarla, bahçe
ve arazinin tapularını yırtarak hepsini beytülmale iade etti.
Hatta halkı mescide toplayıp bu malların Ümeyye ailesinden
kendisine helal olmayan yollarla intikal ettiğini, Müslümanların haklarının gasp edilerek elde edilmiş olduğunu anlattı.
Şu olayı, tüm biyografi kitaplarında bulmak mümkündür.
Herkese örnek olabilmek için işe önce kendisinden başladı.
Sonra ailesine yöneldi. Eşinin takındığı mücevherleri f ark
etti. Eşine sırtını döndü ve şöyle dedi:
“Ey Fatıma, cehennem ateşinden kor parçalarının y üzüne ve boynuna yapıştıklarını görüyorum. Tüm ümmetin
hakkı olan Beytülmalden/hazineden alınarak baban ve
kardeşin tarafından sana hediye edilen bu mücevherlerde
senin hakkın yoktur. Benimle aynı evde yaşamayı arzu
ediyorsan hemen bunları Beytülmale iade et. Zira ben, bu
mücevherlerle aynı evde kalmak istemiyorum.”
Eşi Fatıma, her yönden soylu bir aileden geliyor şairler
onu şöyle tanımlıyorlar:
Halife’nin kızı… Dedesi de halife.
Halifelerin kız kardeşi… Kocası da halife.
Böylesine itibarlı bir kadın için giyim kuşak kadar ziynet
ve de mücevherlerin önemi ve değeri çok önemli olmalıdır.
Ama eşinin kararlılığı ve kendisinin ona sevgi ve saygısı da
herkesçe bilinmektedir. Eşi Fatıma binti Abdülmelik (Abdülmelik kızı Fatıma), kıymetli mücevherlerini “Seni bunlara tercih ederim” diyerek derhal beytülmale iade etti ve bu
konuda hiçbir itirazda bulunmadı.
HESAP KORKUSU
Ömer b. Abdülaziz, halife sıfatını taşıdığı için dünyada
korkacağı hiçbir kimse yoktur. Kendisinden önceki Emevi
halifeleri gibi davransa her istediğini yapabilirdi. Ama o,
Ethem Erkoç
35
önce Allah’tan korkuyordu. Emir ve yasaklarını uygularken
hataya düşmekten korkuyordu. Bu nedenle zaman zaman
gözyaşı döküyordu.
Hanımı Fatıma naklediyor:
“Bir gün Ömer b. Abdülaziz’in yanına girdim. Namazlığına oturmuş, elini anına dayamış, durmadan ağlıyor, gözyaşları yanaklarını ıslatıyordu. Ona:
-Niçin bu halde oturuyorsun, diye sordum.
Bana dedi ki:
-Fatıma! Ümmetin en ağır yükü, omuzlarımdadır.
Ümmetin içinde açlar, fakirler, hasta olup ilaç bulamayanlar, giyecek elbisesi olmayanlar, boynu bükük yetimler,
yalnız başına terk edilmiş dul kadınlar, gurbette ve küfür
diyarında kalan Müslüman esirler, ihtiyacını karşılayabilmek için çalışma gücü kalmayan yoksul yaşlılar, aile fertleri kalabalık olan aile reisleri… Yakın ve uzak diyarlardaki böyle mümin kardeşlerimi düşündükçe yükümün altında eziliyorum. Yarın hesap gününde Rabbim bunlar için
beni sorguya çekerse, Resulullah (sav) bunun için bana
serzenişte bulunursa ben nasıl hesap vereceğim?..
Bir gün Ömer’in küçük oğlu, arkadaşlarıyla oynamaya
çıkmıştı. Oyun arkadaşlarından biri, oğlunu yaraladı. Çocuğu yakalayıp Ömer’e getirdiler. Ömer, o anda bir kadının
ağlayarak:
-O benim oğlum, bir yetim, dediğini duyunca çocuğa:
-Ağlama, üzülme, dedi. Sonra çocuğa bakarak yanındakilere:
-Hazine defterinde ona bir maaş bağlanmış mı, diye so rdu. Hayır, cevabını alınca:
-Ona bir maaş bağlayın, dedi.
Eşi Fatıma:
Beşinci Raşit Halife Ömer b. Abdülaziz
36
-Oğlunu yaralayan birine böyle mi davranacaksın? O, oğlunu yine yaralar, dedi.
Halife: Yazık sana Fatıma! O bir çocuk. Siz onu korkuttunuz. Ben, sorumluluğumun gereğini yerine getirdim, dedi.
Bir gün yine ağlarken oğlu Abdülmelik gördü. Niçin ağladığını sordu. Ömer de: “Evladım, keşke baban dünya ile
hiç tanışmasaydı. Allah’a yemin ederim ki ben, helak olmaktan değil, hesaba çekilip cehennemlik olmaktan korkuyorum.
Ömer, bir gün arkadaşı Meymun b. Mihran ile mezarlığa
gider. Ziyaret esnasında şöyle der:
“Bu kabirleri görüyor musun? Bunlar, atalarım Ümeyyeoğullarına aittir. Onlar, aramızdan çekip gittiler. Halbuki
onlar, dünya nimetlerinden en çok yararlananlardı. Şu haliyle dünya nimetlerinden hiç nasiplenmemiş gibiler…”
Yine bir gün cenaze defni için mezarlığa gider. Definden
sonra mezarlığı dolaşır. Dostlarının kabirlerini ziyaret edip
geri dönerken yanındakilere şöyle der:
“Şu toprağın bana ne söylediğini biliyor musunuz? Dedi ki: Ey Ömer, dostlarının önce kefenlerini yırtıp parçaladım. Etlerini yedim, gözlerini oydum. Yanaklarını kemirdim. Ellerini bileklerinden, bileklerini kollarından, kollarını omuzlarından, omuzlarını vücudundan ayırdım. Ayakların bacaklarından, bacaklarını baldırlarından, baldırlarını kalça kemiklerinden ayırıp parça parça ettim. Toprak
bana böyle derken kalkıp ayrılmak istedim ama arkamdan
seslendi; sana parçalanmayacak bir kefen söyleyeyim mi,
diye. Döndüm ve söyle dedim. Allah’tan kokup Salih amel
işlemendir, dedi.”
O, kabir ziyaretini ibret için yapıyor ve böyle dersler ç ıkarıyordu. Kendisin ölümden sonrasına hazırlamaya çalışıyordu. Dostlarına ve hatta cemaate de bu doğrultuda öğüt
veriyordu. Bir gün hutbede şöyle diyordu:
“Ey insanlar, hepiniz ölüme adaysınız. Hepiniz bir
gün ölüp gideceksiniz. Hepiniz içinden cenaze çıkacak
Ethem Erkoç
37
evlerde oturuyorsunuz. Biriniz öldüğünde ya kıyamete
kadar ruhu azap duyacaklardan ya da güven içinde olacaklardan olduğunu bilmeden alıp onu kara toprağın
kucağına götürüyorsunuz… Aslında hepimiz, Allah’tan
geldik, yine O’na döneceğiz.”
Eşi Fatıma, onun yanında ahretten bahsedildiğinde yatağında bile olsa sudan çıkmış serçenin çırpındığı gibi birden
fırlar, çırpınır ve hıçkıra hıçkıra ağlardı, diyor. İşte bu nedenle geceleri pek uyku tutmazdı. Bu halini dostlarına şö yle
anlatıyordu:
“Dün gece yine uyuyamadım. Kabir ve içindeki yatanları
düşündüm. Onlar, rahat bir ev ve güzel bir me skendeyken
şimdi buradalar. Başına gelenleri bir bilsen yanına yaklaşmaktan ürperirdin”
Ömer, yakınlarından ölenleri görmüş ve o acıyı hep yüreğinde hissetmişti. Önce oğlu Abdülmelik, ardından kardeşi
Sehl ve yakın arkadaşı ve katibi azatlı kölesi Mülazim vefat
etmişti. “Ölüm; dünyanın ârını, ayıbını ve içyüzünü sere
serpe ortaya koymuştur” diyordu.
Bu ölümlerden sonra Şam’ın en Salih insanı olarak bilinen İbni Ebu Zekeriya’yı çağırarak der ki:
-Ey bilge insan, seni niçin çağırdığımı biliyor usun?
-Hayır, müminlerin emiri.
-Senden istediğimi yerine getireceğine dair Allah’a yemin etmedikçe sana bir tek kelime söylemem.
-Gücüm yeterse mutlaka yaparım.
-Önce yemin et deyince İbni Ebu Zekeriya yemin etmek
zorunda kalır. O zaman Ömer der ki:
-Ruhumu alması için Allah’a dua et.
Ömer b. Abdülaziz’i çok seven ve onun İslam ümmetine
daha çok hizmet yapmasını arzu eden İbni Ebu Zekeriya
neye uğradığına şaşırır.
Beşinci Raşit Halife Ömer b. Abdülaziz
38
-Ben, müminlerin emirine düşman mıyım? Ben ne yaptım
diyerek çırpınıp durur. Fakat Ömer, ona yeminini hatırl atır.
Bunun üzerine şöyle dua eder:
-Rabbim, müminlerin emirinin ruhunu ve hemen ardından da benim ruhumu al.
İbni Abdülhakem’in rivayetine göre Ömer b. Abdülaziz,
bir gün hastalanıp vefat eder. Büyük bir tevafukla ertesi gün
de İbni Ebu Zekeriya vefat etmiştir,
Kendisinden dünyalık isteyenleri dinliyor ve ihtiyacı olmadığı halde gereksiz taleplerde bulunduklarını anladığında
onlara şöyle nasihat ediyordu:
“Dünyada her şey arzu eder de ona kavuşamazsan ölümü hatırla. Ölüm, arzu ve isteklerini azaltır. Yine dünyada
bir şey görüp de onu canın çekerse yine ölümü hatırla.
Senin ondan vazgeçmeni kolaylaştırır. Bu, senin için daha
hayırlıdır.”
Ömer, bu hali ve takvasıyla Ümeyye oğullarından çok
farklıydı. Onlara hiç benzemiyordu. Onlar, dünyalık peşindeydiler. Ümmetin rahat ve huzuru, onları hiç ilgilendirmiyordu. Zorba valiler ve komutanlarla halkı sindirmeyi tek
çare olarak görüyorlardı. Ömer ise adaletli gelir dağılımı,
sosyal politika anlayışıyla halkın refah seviyesini artırmış ve
bunu inancının gereği olarak uygulamıştı. Fakirin, yoksulun,
yolda kalmışın, kimsesizin dertleriyle ilgilenmişti. Bu sorumluluğu yerine getirirken ailesine bile zaman ayıramamıştı.
Tarihçiler, devlet hazinesine şahsı için el sürmekten k açındığını, bir kişiyi özel bir işi için meşgul ettiği zaman devletin malı olan kandili söndürüp kendi kandilini yaktığını,
devletin mutfağında ısıtılan su ile abdest almaktan kaçındığını, Müslümanların ortak mallarını özel işlerinde kullanmadığını, sarayda ve evinde her türlü israfı yasakladığını bildirirler.
Ethem Erkoç
39
Bir görevli bir gün mescitte şöyle bir ilanda bulunuyordu:
“Muaviye ve Yezid devrinden itibaren kimin elinden haksız
bir şey alındıysa sahibine verilecektir. Devletten alacağı
olanlar, derhal müracaat etsinler.”
Böyle bir ilan, Ümeyye oğullarını çileden çıkartmaya yetecek kadar büyüktü. Zira haksızlıkla alınan eşya ve emlak,
kim tarafından gasp edilmiş olursa olsun gerçek sahibini
veriliyordu.
Onun şeklen değil, samimi bir Müslüman olduğunu herkes kabul ediyordu. Eşi Fatıma, Ömer kadar namaz kılan ve
oruç tutanı görmedim, diyordu. Beş vakit namazını muntazam kılardı. Hasır üzerinde uyumayı tercih ederdi. Camilerde süs ve tezyinattan hoşlanmazdı. Tezyinattan uzak olan
yerlerde daha ihlaslı ibadet edileceğine inanırdı.
Bütün bu özelliklerinden dolayı zamanın şairleri, onu
şöyle anlatıyorlardı:
“Hilafet kime geldiyse onu ziynetlendirmiştir.
Sen halife olmakla hilafet süslenmiştir.
İnci yüzlerin güzelliği için ziynet oldu;
Senin güzel yüzün ise inciye ziynet oldu.”
Ömer b. Abdülaziz, Emevi hükümdarlarının aksine “halife” niteliklerine uyuyordu. Hatta ilk dört halif enin devamı
olarak görülüyor ve bu nedenle “Beşinci Raşit Halife” olarak
anılıyordu. Hem de hilafet süresi sadece iki buçuk yıl, beş ay
olmasına rağmen…
O, özellikle devlet hazinesini korumayı esas alıyordu. Belazuri’nin Fütuhu’l-Büldan adlı eserinde geçen bir olayda
devletin parasını kaçak yolla basan bir kalpazan, Ömer b.
Abdülaziz’in huzuruna getirilir. Ömer, suçunu itiraf eden bu
kalpazanı cezaland