"En iyi okul tecrübedir ama okul masrafı birazcık çoktur" sırrınca, tecrübe abidesi kişilerden hem istifade etmek hem de onlara vefa göstermek adına, ilimizde eğitim yöneticisi olarak görev yapmış müdürlerimizle dünü ve bugünü değerlendirmek için söyleşi yapmak; bunu da gazete köşemde okurlara ve özellikle eğitim camiasına sunmak istedim. Umarım istifade edilir.
Bu bağlamda ilk söyleşimizi, ilimizin köklü okullarından biri olan Atatürk Lisesinin müdürlüğünü uzun süre yapmış, naif duruşuyla toplumda değer görmüş, ülkenin her köşesinde görev alan binlerce öğrencinin yetişmesine vesile olmuş Ahmet Güngör Bey ile yaptım.
1) Sayın Müdürüm, Ahmet Güngör kimdir? Kısaca tanıtabilir misiniz?
Öncelikle böyle bir söyleşiye davetiniz için çok teşekkür ediyorum. Çorum'un Bayat ilçesinde, bağ bekçisi, sigortasız, fakir ve gariban bir babanın dört evladından üçüncüsü olarak dünyaya geldim. Öğrencilik yıllarımda ayakkabı boyacılığı yaparak, çekirdek satarak, tuğla fabrikalarında çalışarak harçlığımı kazanmaya çalıştım. İlk ve ortaokulu Bayat'ta, liseyi ise İskilip'te okudum. İskilip Lisesinin ilk mezunlarındanım.
Bir gün rahmetli babam beni sigara içerken yakaladı. Çok kızdı. "Erkeksen kendin kazan da öyle iç lân" deyince çok zoruma gitti, üzüldüm. Bu cümle üzerine babamdan bir daha hiç para almadım.
2) Öğrenciyken unutamadığınız bir anınız var mı?
Öğrenci olup da anısı olmayan var mıdır? Elbette var. İskilip'te okurken üç arkadaş harabe bir evde yarı aç yarı tok kaldık. Bir yük (bir hayvanın sırtında taşıyabileceği kadar) odunla bir yıl idare ettik. Beş gün yağsız bulgur pilavı yedik. Affedersiniz, hepimiz bek (kabız) olduk.
Çay kenarında gezerken karnımız çok acıkmıştı ama hiçbirimizde para yoktu. O sırada bir arkadaş "Aha! 20 lira buldum!" dedi. Parayı eline alıp sevinçten yuvarlandı. O zaman için 20 lira çok para… Hemen lokantaya gidelim dedik. Biz giderken üç arkadaş daha geldi. Altı kişi olduk, onlara da "buyurun" dedik.
Lokantaya gittik. Kuru fasulye, pilav, cacık ve tatlı istedik. İyice doyalım diye kaşık kullanmak yasak dedik. Yedik, içtik; hesap 10 lira 25 kuruş tuttu. Lokantacı acıdı, düz 10 lira aldı. Kalan 10 lirayı saklamam için bana verdiler. Cebime koydum ama düşmesin diye elim hep cebimdeydi. O sırada fizik öğretmenimiz yanımızdan geçti. Selam verirken elimi cebimden çıkarınca para düşmüş.
Eve gidince fark ettim ki para yok. Ne desem arkadaşlar inanmadı. Hava kararmıştı ama hep birlikte dere kenarına aramaya gittik. Hayvanlar da oradan geçmiş. El yordamıyla arıyoruz, affedersiniz elimiz dışkıya batıyor. Bu şekilde iki üç saat aradık. Sonunda parayı bulduk. Bayram ettik. Çünkü o para ile birkaç gün yemek yiyecektik.
Liseden sonra İstanbul Harita Teknik Memurluğu Kursuna gittim. Ardından Kırşehir'e teknik eleman olarak atandım. O zamanlar teknik eleman çok kıymetliydi; maaşımız kaymakam maaşından daha fazlaydı. Ama benim hayalim çevremdekilerin de etkisiyle öğretmen olmaktı. Çankırı Belediyesi İmar İşleri Müdür Vekiliyken Çorum Çakır köyüne öğretmen olarak atandım. Maaşım düşerken mutluluğum yükselmişti.
1987 yılında Atatürk Lisesine atandım. 1990'da müdür yardımcısı, 1994'te ise müdür oldum. 2010'da İnönü Lisesine geçtim. 2016 yılında emekli oldum.
3) İdareciliğin en zor ve en güzel yönü nedir? Yaşadığınız bir anı anlatabilir misiniz?
İdareciliğin en zor yönü risk almaktır. Risk almadan bazı şeyleri yapamazsınız. En güzel yönü ise aldığınız o riskin olumlu sonuç vermesini görmektir. Şöyle ki:
Kredili sistemin uygulandığı dönemlerde kredi tamamlaması 70'in altında olanlar üniversite sınavına müracaat edemiyordu. Bazı öğrencilerin kredisi 68'de kalmıştı ama okul bitmemişti. Arkadaşlara "Burası Türkiye, daha yolun sonuna gelmedik; öğrenciler mağdur olmasın. Ya af çıkar ya başka bir şey. Müracaatlarını alalım. Zaten af çıkmazsa sınava otomatik giremezler." dedim. Gönülsüz olsalar da ''tamam'' dediler.
O dönem yaklaşık 100 öğrencinin müracaatını aldık. Sonra af çıktı ve hepsi sınava girdi. Müracaat etmeyenler giremedi. Sınava girenlerden 13'ü üniversiteyi kazandı. Çok mutlu oldum.
Aradan zaman geçti, Bakanlık müfettişi geldi. Samimi bir sohbet sırasında ben bu olayı anlattım. Açıkçası "aferin" bekliyordum. Bana bir fırça attı: "Şimdi seni görevden almam gerekiyor" dedi. Şok oldum ama olsun; 13 öğrenci sınava girdi ve üniversiteye yerleşti.
4) Sizin zamanınızla bugünün öğrencilerini karşılaştırırsanız neler söylersiniz?
Öğrencilik yıllarımı az önce anlattım. Parayı bulunca üç arkadaşken sonradan gelen arkadaşları ekmedik; hep birlikte lokantaya girdik. O zor şartlarda paylaşmak gerçekten çok önemliydi.
Günümüzde üzülerek görüyorum ki "Bahçem kadar yağmur, pencerem kadar güneş; başkasından bana ne kardeş" misali biraz bireyselleştik. Çocuklar çok egoist oldu. Eskiden müdürü, öğretmeni görünce en azından bir kıpırdanma olurdu. Şimdi çoğu zaman görmezlikten geliniyor. Bu iyi bir durum değildir. Bizi biz yapan değerleri kaybetmememiz, fütursuzca davranmamamız gerekir.
Öte yandan imkânlar çoğaldı. "Fakirin çocuğu bulsa, zenginin çocuğu bilse" misali imkânları çok iyi değerlendirmelerini; ne olurlarsa olsunlar alanında bir inci olarak bir/inci olmalarının gayreti içinde emek vermelerini tavsiye ederim.
5) Bugün geriye dönüp baktığınızda "keşke" dediğiniz bir pişmanlığınız var mı?
Her insanın hayatında elbette keşkeler vardır. Benim iki keşkem var. Birincisi, asla sigara içmezdim. İkincisi ise günlük tutardım. Çünkü bir eğitimci olarak çok farklı anılar yaşıyorsunuz; bunlar zamanla yok olup gidiyor.
6) Genç idarecilere, öğretmenlere neler tavsiye edersiniz?
Millî değerlerimizi daha çok öğretici program ve etkinliklerle aktarmalarını, başta idareciler ve öğretmenler olmak üzere öğrencilere rol model olunmasını, iyi bir iletişime sahip olmalarını tavsiye ederim.
Sayın Müdürüm, sizlere çok teşekkür ediyorum. 2002'den bugüne çok güzel bir dostluğumuz oldu. Okulunuzda konferanslar verdik, tatbikatlar yaptık; hepsine bizzat katıldınız. Elinize mikrofonu alıp konunun ve konuşmacının değerinden bahsettiniz. Bu özelliğiniz konuşmacı, öğrenci ve öğretmenler üzerinde özel bir etki yaptı. Hatta 2003'lerde verdiğim bir hizmet içi seminerine bazı müdürler resen gelirken siz izinli olmanıza rağmen katılmıştınız.
Özetle, bilgi ve hayat tecrübenizden her zaman istifade etmek isteriz. Sağlık, sıhhat ve afiyetle dolu bir yaşam diliyorum. Hatırınız var olsun.
Hiç önemli değildir görevde iken gelecek o iltifatlar;
Lâkin önemlidir, emekli olunca hâl hatır soracaklar…