Feraset, bazı kimselerin, olayların iç yüzlerini keşfetmesi, gelecek hakkında doğru tahminlerde bulunması, bazı durumlarda da insanların zihninden geçenleri sezinleyerek yorumlaması anlamına gelir.
Bazı hususlar beş duyu ve akıl dışında sezgi gücüyle de tahmin edilebilir. Bunların bir kısmı gelecekle, bir kısmı gayp âlemiyle, bazıları da insanların zihninde bulunan veya kalplerinden geçen gizli şeylerle ilgili olabilir. İnsanların hal, hareket, ifade tarzları, renk ve mimiklerine bakarak bir kimsenin karakterini, huyunu, meşrebini, kişiliğini, kimliğini ve psikolojisini teşhis ve tahmin etmek feraset ilminin inceliklerindendir. Kur'an-ı Kerimde feraset kelimesi geçmez, ama bir ayette; “Şüphesiz bunda düşünüp (gerçekleri) görebilen kimseler için ibretler vardır” (Hicr 75) buyurulur. Müfessirler bunu feraset sahipleri şeklinde açıklamışlardır. İslam kültüründe feraset, Allah’ın (cc) verdiği nurla bakan bir müminin başkalarının göremediği bazı şeyleri görebilmesi, düşünce ve duygular hakkında bilgi sahibi olması şeklinde yorumlamışlardır. Allah'ın takva sahibi kullarının kalbine attığı bir nurla bilgilendirdiğini ifade eden ayetler mevcuttur. “Takva üzere olursanız Allah size bilmediğinizi öğretir” vb. Yine Enfal 29 da, feraset sahibi zat, hak olanı bâtıldan, doğruyu yanlıştan ayırt eder buyrulur. Peygamberimiz ise; “Müminin ferasetinden sakının, kendinizi koruyun, çünkü o olaylara Allah'ın nuru ile bakar” (Tirmizi)
Siyonist Yahudi lobilerinin ABD ve Avrupa ülkeleri üzerinde kurmuş oldukları baskı ve yönlendirmeye sırtını dayayan israil, İngilizlerin onları Kudüs bölgesine yerleştirdikleri günden bu tarafa o bölgedeki müslümanlara adeta kan kusturdular ve kusturmaya da devam ediyorlar. Akıllarınca kendilerine vadedilmiş topraklar diye inandıkları ideallerini gerçekleştirebilmek için güya kendilerine vadedildiğini iddia ettikleri toprakların ülkelerini bölme, parçalama ve güçsüz hale getirme planlarını ABD ve Avrupa ülkelerinin de desteği ile sürekli uygulama alanında tutmaktadırlar. Sudan bahanelerle Gazze’li müslümanları kadın, çocuk, ihtiyar demeden nasıl acımasızca katlettikleri, açlığa ve sefalete nasıl mahkûm ettikleri herkesçe malum. İsrail kurulmadan önce var olan Filistin devleti şu anda yok. Geçmişte İran ile Irak’ı sekiz yıl savaştırarak zayıf düşüren ve bu konuda ABD yi de piyon olarak kullanan Siyonist İsrail’dir. Bütün Avrupa ülkeleri ve ABD açıktan Irak’a silah satarken Pentagon’ un gizli yollardan İran’ a da silah sattığı ortaya çıkmıştı. Amaç taraflar arasında dengeyi sağlayarak savaşın süresini uzatarak her iki tarafı da zayıf düşürmekti. O zaman ABD Irak’a 225 tana patriyot füzesi verdi. Saddam Bağdat’tan atığı patriyot füzeleri ile Tahran’ı vurmuştu. Saddam bu füzelerden altı tanesini Tahrana attıktan sonra ABD nin her hangi bir dahli olmadan İran ile Irak antlaştılar. 119 füze Irak’ın elinde kaldı. İsrail bunu ileride arzı mevut idealini gerçekleştirmek istediği zaman karşısında bulacağını düşündüğü için ABD den imha etmesini istedi. Bunun üzerine ABD Saddam’a “bak sen sekiz yıl boyunca İran ile İran’ı, zayıf düşürmek için Kuveyt ve Sudi Arabistan adına savaştın. Onların sana savaş tazminatı vermeleri gerekir” dedi. Senaryo güzeldi. Meşhur karga tilki hikâyesinde olduğu gibi Saddam da bu ülkelerden savaş tazminatı istedi. Kuveyt ise İranla savaşırken bize mi danıştın vermiyorum deyince, Saddam Kuveyt’i işgal ederek 19 uncu vilayeti olarak ilan etti. Saddam’ın bir milyon civarında askeri vardı. Onlara güveniyordu. ABD ben sana savaş tazminatı iste dedim ise git Kuveyt’i işgal et demedim diyerek 17 Ocak 1991 yılında başlattığı Çöl Fırtınası harekâtı ile kırk dakika içerisinde Saddam’ın ordusundaki telsiz, telefon ağını felç etti. Bağdat’a seksen bin ton bomba attı. Bu bahane ile hem Saddam’ı perişan etti hem Kuveyt’i geri aldı. Hem İsrail için ileride tehlike oluşturabileceğini düşündükleri 119 Patriyot füzesini imha etti hem de ABD savaş tazminatı olarak o zaman Kuveyt ve Suudi Arabistan’dan dört yüz milyon dolar savaş tazminatı aldı. Şu anda on iki gün süren İran, İsrail savaşında da, İsrail ABD’yi savaş sürecinin içine çekerek, böldürme, parçalatma ve önünde ki engel olarak ördüğü ülkelerden birisi olan İran’ı yok etme derecesine getirme hesaplarına ABD başkanı Trump, Siyonistlerin bütün askı ve zorlamalarına rağmen oyuna gelmedi. Bazı kardeşlerimiz İran’ı eleştiriyor. Elbette ki İran sütten çıkmış ak kaşık değil ama gün İran’ı eleştirme günü değildir. Bizim ortak düşmanımız, islam dünyası üzerine kâbus gibi çöken, orta doğudaki müslümanlara kan kusturan, arzı mevut ideallerini gerçekleştirebilmek için sinsi oyunlar peşinde koşan, yayılmacı bir politika izleyerek hiç durmayan ve de durmayacak olan Siyonist İsrail’dir. Bu gün Trump’ un baskıları ve ülkesinin de ilk defa harap olduğunu gören Netanyahu antlaşmaya evet demek zorunda kaldı ama yine de durmayacaktır.
Çocukluğumuzdan hatırlarız. İnsanlar tarlalarını iki yıl ektikten sonra dinlendirmek niyeti ile nadasa bırakırlardı. Nadasa bıraktıkları yerinde birkaç yerine kuru îde dalları dikerlerdi. Bu da oranın hayvanların girmesinin ve otlamasının yasak olduğu anlamına gelirdi. Sahibi Mayıs ayının ortalarında otunu biçerek hayvanları için değerlendirir ve yerini de aktarırlardı. Nadasa bıraktığı tarlasının otunu biçmeye gittiği zaman bir de ne görsün bakar ki on beş yaşlarında üç tane deli kanlı hayvanlarını koruluğa salmışlar. İlmi siyaseti bilen birisi olmalı ki Adam; Mehmet şu Ahmet benim komşum, Hasanda akrabam. Hadi onlar koymuşlarda sen niye hayvanlarını benim koruluğuma koydun der ve onu etkisiz hale getirir. Sonra döner Ahmet’e ve hadi hasan akrabam da sen neden diyerek onu da etkisiz hale getirdikten sonra hasanın üzerine yürüyünce, Hasan ta baştan sıranın bana geleceğini hesaplamalı ve ona göre de tedbirimizi almalıydık der. Bazen iş işten geçmeden feraset tedbirini almak gerekir. Hiç şüphe yok ki İsrail hiçbir zaman durmayacaktır ve de İran’dan sonrada sıra ülkemizdedir. Tedbiri elden bırakmamak gerekir.
Bazı insanların yapısındaki bitmek tükenmek bilmeyen, daha fazlasına sahip olma isteğinin sonu yoktur. Bu yolda ar, edep, hayâ duygusunu yitiren insanların sayısı az da değildir. Bu duyguların etkisinde kalanlar hiç bir zaman rahat edemezler, mutlu olamazlar, kendi kendilerini içten içe yiyerek hem kendilerine hem de çevrelerine sıkıntı verirler. Bu tür insanların şerlerinden devlet ve millet olarak Allah’a (cc) sığınırız.