Hi­tit Üni­ver­si­te­si İla­hi­yat Fa­kül­te­si Öğ­re­tim Üye­si Prof. Dr. Meh­met Ev­ku­ran’ın Ka­rar Ga­ze­te­si’nde “Ai­le­de Ne­ler Olu­yor” baş­lı­ğı al­tın­da ka­le­me al­dı­ğı o ya­zı: “Kız ba­ba­sı ol­ma­nın er­kek­le­ri de­ğiş­tir­di­ği­ne da­ir bir şe­hir ef­sa­ne­si var­dır. Aca­ba bu dü­şün­ce ger­çek­ten de doğ­ru mu­dur? Ya da baş­ka önem­li şey­le­ri ört­mek için kul­la­nı­lan ya­nıl­tı­cı bir söy­lem mi­dir? Göz ar­dı edi­le­me­ye­cek ger­çek, de­ği­şen top­lum­sal ya­pı ile bir­lik­te ai­le­nin de de­ğiş­ti­ği ve ai­le bi­rey­le­ri ara­sın­da­ki rol da­ğı­lı­mı­nın da dö­nüş­tü­ğü­dür.

Hiç kuş­ku­suz ha­ya­tı­mı­za gi­ren ya da çı­kan her şey bir şe­kil­de bi­zi et­ki­ler. Ona yük­le­di­ği­miz an­la­ma, ha­ya­tı al­gı­la­ma tar­zı­mız üze­rin­de­ki et­ki­si­nin gü­cü­ne gö­re ha­fif ya da ka­lı­cı iz­ler bı­ra­kır üze­ri­miz­de. Ha­ya­ta ve in­san­la­ra ba­kış açı­mı­zı be­lir­le­yen, ba­zı inanç­la­rı da­ha sem­pa­tik ba­zı­la­rı­nı ise da­ha kor­ku­tu­cu ve şey­tanî bul­ma­mı­za ne­den olan et­ken­ler her za­man ya­şa­dık­la­rı­mız­la il­gi­li­dir. O ne­den­le kız ya da er­kek ol­sun bir ço­cuk sa­hi­bi ol­mak er­ke­ğin ve ka­dı­nın ha­ya­tın­da­ki en yo­ğun ve en özel tec­rü­be­dir. Her in­san bu tec­rü­be­yi fark­lı yo­ğun­luk­ta ya­şar. Bi­ri­si­nin di­ren­ci­nin ar­tı­ran bir ol­gu, di­ğe­ri­ni duy­gu­sal ve dü­şün­sel ola­rak da­ğı­ta­bi­lir.

Her üye­nin ken­di de­ğe­ri­ni bul­du­ğu da­ha gü­zel ve an­lam­lı bir dün­ya inşâ et­mek için de­ğer­le­ri­mi­zi ve kim­lik­le­ri­mi­zi göz­den ge­çir­mek zo­run­da­yız.
Sos­yal bi­lim­ler­de top­lum­sal kim­lik­ler ve dav­ra­nış­lar üze­rin­de ya­pı­lan ça­lış­ma­la­rın yö­nel­di­ği önem­li alan­lar­dan bi­ri, “top­lum­sal cin­si­yet” ko­nu­su­dur. Öy­le ki bu alan Ba­tı ‘da ba­ğım­sız bir di­sip­lin ha­li­ne gel­miş­tir. Top­lum­sal cin­si­yet kav­ra­mı, ka­dın ve er­kek ol­ma du­rum­la­rı­nın top­lum­sal ya­pı­da na­sıl al­gı­lan­dı­ğı ve an­lam­lan­dı­rıl­dı­ğı­nı an­la­tır. Dün­ya­ya kız ya da er­kek ola­rak gel­mek bi­yo­lo­jik bir olay­dır. An­cak top­lum­sal ha­yat­ta ka­dı­nın ve er­ke­ğin na­sıl dav­ra­na­ca­ğı top­lum­sal, ta­rih­sel ve kül­tü­rel bir ko­nu­dur. Kı­sa­ca ka­dın ve er­kek ol­mak, bir açı­dan top­lum­sal bir kim­lik­tir. Dün­ya­ya kız ya da er­kek ola­rak gel­mek bi­yo­lo­jik cin­si­ye­tin, za­man­la er­kek ya da ka­dın kim­li­ği­ni ka­zan­mak ise top­lum­sal cin­si­ye­tin ko­nu­su­dur.

Her kim­lik gi­bi ka­dın ve er­kek­lik de ku­ru­lan, inşâ edi­len ve dö­nü­şen bi­rer özel­li­ğe sa­hip­tir. Bu sü­reç­te te­mel be­lir­le­yi­ci et­ken, top­lum­sal inanç­lar, de­ğer­ler, kül­tür ve ide­olo­ji­ler­dir. Bun­lar ara­sın­da­ki uyum ya da ça­tış­ma doğ­ru­dan er­kek ya da ka­dın al­gı­la­rı­mı­za yan­sır.  Bir dö­nem “ha­nım ol­mak” en yük­sek de­ğer ola­rak yü­cel­ti­lir­ken baş­ka bir dö­nem de böy­le ol­mak alay ko­nu­su olu­şur ve aşıl­mak is­te­nir. Pa­sif bir ka­dın­lı kim­li­ği sor­gu­la­nır. Bu al­gı­yı öne­ren ve des­tek­le­yen inanç­lar, de­ğer­ler ve kül­tü­rel kod­lar eleş­ti­ri­lir. Ye­ni bir ka­dın kim­li­ği ar­zu­la­nır. Öz­gü­ve­ni yük­sek, bi­rey­li­ği­ni önem­se­yen, re­ka­bet­çi, ken­di ken­di­ne ye­ter­li, güç­lü, so­run­lar­la baş ede­bi­len bir ka­dın im­ge­si yük­sel­ti­lir. Bu çer­çe­ve­de bas­tı­rıl­mış, pa­si­fi­ze edil­miş bir ka­dın al­gı­sı­nı ye­ter­li gör­me­yen hat­ta ka­dın kim­li­ği için bir teh­dit ve teh­li­ke ola­rak al­gı­la­yan gö­rüş­ler ku­rum­sal­laş­mış­tır. Ye­ni top­lum­sal ha­re­ket­ler ara­sın­da sa­yı­lan fe­mi­niz­min ve ver­si­yon­la­rı­nın Ba­tı’da or­ta­ya çık­ma­sı ve güç­len­me­si bu sı­kış­ma­nın ve açı­lım ar­zu­su­nun so­nu­cu­dur. Ka­dın ve er­kek rol­le­ri top­lum­sal ola­rak be­lir­len­di­ğin­den, bun­lar­dan bi­rin­de ya­şa­nan de­ği­şim iliş­ki­le­ri ve bun­la­rı ayak­ta tu­tan de­ğer­le­ri doğ­ru­dan et­ki­ler.

Bu açı­dan ba­kıl­dı­ğın­da bir ço­cuk dün­ya­ya gel­di­ğin­de ai­le­nin sos­yal an­la­mı da de­ği­şi­me uğ­rar. Top­lum­sal bir ku­rum olan ai­le ye­ni ka­tı­lan üye­si ile bir­lik­te ye­ni so­rum­lu­luk­lar, gö­rev­ler, he­def­ler ile kar­şı­la­şır. Ço­cuk­la­rın han­gi de­ğer­ler­le ye­tiş­ti­ri­le­ce­ği adı ko­nul­ma­mış bir so­run­dur. An­ne-ba­ba ken­di de­ğer­le­ri­ni ve inanç­la­rı­nı ço­cuk­la­rı­na ak­tar­mak is­ter­ler. An­cak dı­şa­rı­da top­lum­sal de­ğer­ler da­ha fark­lı ça­lı­şı­yor­sa bir ça­tış­ma ve ge­ri­lim ya­şa­nır. Ai­le ço­cuk­la­rı­nı ko­ru­ma gü­dü­süy­le ge­nel de­ğer­le­re uy­gun dav­ran­mak üze­re ço­cu­ğu yön­len­dir­me­ye ça­lı­şır. Bu ge­ri­lim en çok kız ço­cuk­la­rı ile olan iliş­ki­ler­de or­ta­ya çı­kar.

Er­kek ço­cu­ğu ol­du­ğun­da er­ke­ğin du­ru­şun­da bir “ge­ri­ye çe­kil­me” göz­lem­le­nir. Bu ge­ri­ye çe­kil­me, gu­rur­dan kay­nak­la­nan mem­nu­ni­yet ola­rak an­la­şı­la­bi­le­ce­ği gi­bi, bun­dan böy­le dün­ya­ya ken­di­si­ni tem­sil eden bir “ha­lef” ar­ma­ğan et­miş ol­ma duy­gu­su­nun yan­sı­ma­sı şek­lin­de de yo­rum­la­na­bi­lir. Her hal­de oğ­lan sa­hi­bi ol­mak­la er­kek, var­lı­ğı­nın “onay­lan­dı­ğı­nı”, “tak­dis edil­di­ği­ni”, “te­yit edil­di­ği­ni” his­se­der.

Gü­nü­müz­de kız­la­rın ba­ba­la­rı­na da­ha düş­kün ol­duk­la­rı yay­gın bir ger­çek. Bu du­rum, ba­ba­lık ro­lü­nün de de­ğiş­ti­ği­ni gös­te­rir. Ne­den? Ge­le­nek­sel top­lum­lar­da ba­ba-kız iliş­ki­si da­ha me­sa­fe­liy­di. Bu me­sa­fe an­ne­nin dü­zen­le­yi­ci ro­lü­nü des­tek­le­mek­tey­di. Her şey ön­ce an­ne­ye söy­le­nir, o da oto­ri­te­yi kul­la­nan ba­ba­ya ile­tir­dir. “İlet­mek” ye­ter­li bir ni­te­le­me de­ğil­dir, “ik­na eder­di” de­mek da­ha doğ­ru­dur. Oto­ri­te­yi tem­sil eden ve kul­la­nan ba­ba, oto­ri­te­yi et­ki­le­yen ve yön­len­di­ren ise an­ne­dir. Bu rol da­ğı­lı­mı, ai­le için­de ço­cuk­lar­la olan iliş­ki­le­ri be­lir­li­yor­du. Ba­ba oto­ri­te­si­ni az ve öz kul­la­nır­dı. Ge­rek­me­dik­çe olay­la­ra doğ­ru­dan mü­da­hil ol­maz­dı. Bu, an­ne­nin so­run çöz­me be­ce­ri­si­ni ge­liş­ti­ren ve yük­sek dü­zey­de tu­tan bir da­ğı­lım­dır. Gü­nü­müz­de ise ba­ba-kız iliş­ki­si­ni oto­ri­te bo­yu­tun­dan yok­sun­dur. Ba­ba­lar ço­cuk­la­rı­na, özel­lik­le kız­la­ra kar­şı oto­ri­te kul­la­nı­mın­dan uzak dur­mak­ta­dır. Kı­zı ba­ba­sı olan er­kek, da­ha ön­ce hiç ya­şa­ma­dı­ğı ya da kıs­men ya­şa­dı­ğı ba­zı duy­gu­la­rı bu kez tam ola­rak ve yo­ğun bi­çim­de ya­şar. Ka­dın­la­ra ba­kı­şı de­ği­şir. Ön­ce­den bir me­ta ola­rak, ta­hak­küm ve kud­ret nes­ne­si ola­rak bak­ma­ya alış­tı­rıl­dı­ğı ka­dı­nı, bu kez in­san ola­rak gör­me­ye ça­lı­şır. Özel­lik­le ma­ço kül­tü­rü­nün ege­men ol­du­ğu top­lum­lar­da kız ba­ba­sı ol­mak sü­rek­li te­yak­kuz­da ol­ma­yı ge­rek­ti­ren sı­kın­tı­lı bir du­rum oluş­tu­rur. Zi­ra ba­ba, ba­ba ol­ma­dan ön­ce bir er­kek ola­rak, er­kek­le­rin ka­dı­na na­sıl bak­tık­la­rı­nı bil­di­ğin­den tüm acı­ma, şef­kat, ko­ru­yu­cu­luk duy­gu­la­rı ta­van ya­par. Kı­zı­nı ta­nım­lan­ma­mış tüm kö­tü­lük­ler­den ko­ru­ma­ya ça­lı­şan bir şö­val­ye, mu­ha­fız ro­lü­nü üst­le­nir. Kı­zı­nın mo­dern dün­ya­da güç­lü bir du­ru­şa sa­hip ol­mak için ge­re­ken eği­ti­mi al­ma­sı ve say­gın bir mes­lek sa­hi­bi ol­ma­sı için ça­ba har­car. Eğer ge­le­nek­sel de­ğer­le­re aşı­rı bağ­lı bir ba­ba ise say­gın, güç­lü ve zen­gin bir ai­le­nin ço­cu­ğuy­la ev­len­di­re­rek ken­di sağ­la­dı­ğı ko­ru­ma­nın de­vam et­me­si­ni is­ter.

Ye­ni du­rum­da rol da­ğı­lı­mın­dan en olum­suz et­ki­le­nen ta­raf­la­rın ba­şın­da an­ne gel­mek­te­dir. Ba­ba­nın oto­ri­te­sin­den vaz­geç­me­si ya da kıs­men ge­ri çe­kil­me­si­nin do­ğur­du­ğu boş­lu­ğu an­ne ola­rak ka­dın dol­dur­mak zo­run­da ka­lır. Kı­zı­nın her is­te­ği­ni ye­ri­ne ge­ti­ren şö­val­ye-ba­ba ile bi­ri­cik pren­se­si ara­sın­da­ki bu ye­ni den­ge, an­ne­nin kim­ya­sı­nı bo­zar. Kı­zı ter­bi­ye et­mek, diz­gin­le­mek, me­sa­fe­li dav­ran­mak, oto­ri­te­yi his­set­tir­mek gi­bi zor, kö­tü, risk­li an­cak ge­rek­li iş­ler an­ne­nin boy­nu­na ka­lır. Ba­ba kı­zın gö­zün­de “dün­ya­nın en iyi kalp­li, an­la­yış­lı, sem­pa­tik er­ke­ği” ol­ma­nın ta­dı­nı çı­ka­rır­ken bu­na kar­şı­lık an­ne “kö­tü po­lis” ol­ma­nın duy­gu­sal yük­le­ri­ni ta­şır. Kı­zın gö­zün­de an­ne sü­rek­li hır çı­ka­ran, alın­gan, çe­ke­me­yen, de­ği­şi­mi ka­bul ede­me­yen vs. bi­ri­dir.  An­ne-kız iliş­ki­le­ri­nin prob­lem­li ol­ma­sı­nın te­mel ne­de­ni, ba­ba­nın kı­zı­na kar­şı kul­lan­mak­tan ge­ri dur­du­ğu oto­ri­te ve de­ne­tim gö­re­vi­nin do­ğur­du­ğu boş­luk­tur.

Yan­lış ta­nım­lan­mış ve an­la­şıl­mış bir ço­cuk eği­ti­mi mo­de­lin­den do­la­yı gü­nü­müz ai­le­si “be­be-er­kil” ola­rak ni­te­len­mek­te­dir hak­lı ola­rak. Abar­tıl­mış bir ço­cuk-mer­kez­li­lik al­gı­sı, oto­ri­te­nin ço­cuk­la­ra kay­ma­sı­na ne­den ol­mak­ta, ço­cuk­la­rın an­lık ar­zu­la­rı­na odak­lan­mış de­ğiş­ken, is­tik­rar­sız bir ai­le kav­ra­mı or­ta­ya çık­mak­ta­dır. Bu mo­del­den en çok za­rar gö­ren ise yi­ne ço­cuk­lar­dır. Ge­re­ken reh­ber­lik­ten yok­sun ola­rak bü­yü­yen ço­cuk­lar, ih­mal edi­len tüm de­ğer­le­rin olum­suz so­nuç­la­rı­nı er­gen­lik dö­ne­min­de­ki aşı­rı pat­la­ma­lar­da ser­gi­ler­ler. Aşı­rı ko­ru­ma­cı yak­la­şım­lar ço­cuk­ta öz­gü­ve­nin kon­trol­süz bir şe­kil­de ge­liş­me­si­ne ne­den ol­mak­ta, so­rum­lu­luk, em­pa­ti, iş­bir­li­ği ve fe­da­kar­lık duy­gu­la­rın­dan yok­sun kal­ma­la­rı so­nu­cu­nu do­ğur­mak­ta­dır. Kı­sa­ca­sı “be­be-er­kil” ai­le­nin tüm za­rar­la­rı­nı, ha­yat­la baş et­mek ve in­san­lar­la sağ­lık­lı iliş­ki­ler kur­mak için ge­re­ken do­na­nım­dan yok­sun ka­lan ço­cuk­lar çek­mek­te­dir.

Ana-er­kil, ata-er­kil der­ken bu kez de be­be-er­kil bir sav­rul­ma­yı ya­şı­yo­ruz. Her var­lı­ğın ve her üye­nin ken­di de­ğe­ri­ni bul­du­ğu, ken­di hak ve so­rum­lu­luk­la­rı­nı ya­şa­ya­rak, pay­la­şa­rak öğ­ren­di­ği ve iç­sel­leş­tir­di­ği, kim­se­nin kim­se­ye duy­gu­sal ya da ka­ba yön­tem­ler­le “diş ge­çi­rip” ta­hak­küm et­me­ye ça­lış­ma­dı­ğı da­ha gü­zel ve an­lam­lı bir dün­ya inşâ et­mek için de­ğer­le­ri­mi­zi ve kim­lik­le­ri­mi­zi göz­den ge­çir­mek zo­run­da­yız. Böy­le ya­pa­rak sa­hip ol­du­ğu­mu­zu id­dia et­ti­ği­miz olum­lu de­ğer­le­ri ye­ni­den keş­fe­de­bi­li­riz. Te­mel so­ru şu­dur: Güç ve ik­ti­dar oyu­nu oy­na­ya­rak ken­di­mi­zi ve do­kun­duk­la­rı­mı­zı tü­ket­mek­ten vaz­geç­mek ve ha­ya­tı ye­ni­den keş­fet­mek için ge­re­ken bil­gi ve ce­sa­re­te sa­hip ola­cak mı­yız? Çün­kü dü­şün­mek, sor­mak, sor­gu­la­mak sa­de­ce bil­gi, bi­ri­kim ve man­tık de­ğil, ce­sa­ret işi­dir.
Son söz fi­lo­zo­fun söy­le­di­ği gi­bi ol­sun…. Sor­gu­lan­ma­mış bir ha­yat, ya­şan­ma­ya değ­mez!”

Editör: Haber Merkezi