İslam'da esas olan, Allah'ın verdiği nimetleri hak yolda kullanmak, fakir kullarını da nasiplendirmektir. İyilik, sadece Allah rızası için yapılır. İyilik ettiğimiz kimseden maddi veya manevi bir karşılık beklemek, iyiliği başa kakmak ve onu sıkıntıya sokmak asla caiz değildir. Hz. Peygamber (sav), Cenab-ı Hakkın ahirette böyle davrananlarını yüzüne bakmayacağını belirtmiş ve bu davranışını, kişinin cennete girmesine engel göstermiştir.
Müslüman olmalarını Hz. Peygamber (sav)in başına kalkıp ondan minnet bekleyenler, Kur'an-ı Kerim'de eleştirilmiştir. Allah'ın onları imana erdirmesiyle gerçekte lütufta bulunanın Allah olduğu, dolayısıyla asıl kendilerinin O'na minnettar olmaları gerektiği belirtilmiştir. (Bak: Hucurat 17)
Ayetlerde insanın yaptığı iyiliği çok görüp iyilik ettiği kimseden minnettarlık beklemesi veya yaptığından daha fazla karşılık umarak iyilik beklemesi yasaklanmıştır. Bu hususta Bakara Suresinin 262-264 ayetlerinde ayrıntılı hükümler vardır:
262: "Mallarını Allah yolunda harcayıp da arkasından başa kakmayan, fakirlerin gönlünü kırmayan kimseler var ya, onların Allah katında has mükafaatları vardır. Onlar için korku yoktur. Üzüntü de çekmeyeceklerdir."
263: "Güzel söz ve bağışlama, arkasından incitme gelen sadakadan daha iyidir. Allah zengindir. Acelesi de yoktur."
264: "Ey iman edenler! Allah'a ve ahiret gününe inanmadığı halde malını gösteriş için harcayan kimse gibi, başa kakmak ve incitmek suretiyle, yaptığınız hayırları boşa çıkarmayın. Böylesinin durumu, biraz toprak bulunan düz kayaya benzer ki, sağanak bir yağmur isabet etmiş de onu çıplak pürüzsüz kaya haline getirivermiştir. Bunlar, kazandıklarından hiçbir şeye sahip olamazlar. Allah, kafirleri doğru yola iletmez."
Bu son ayette geçen "menn" ve "eza" yani başa kakmak ve incitmek kelimelerine dikkat etmek lazımdır.
Menn/Minnet kelimesi, olumlu olarak birine iyilik etmek, ihsanda bulunmak anlamındadır. Burada olumsuz anlamıyla kullanılmıştır. Başa kakmak, karşılık beklemek demektir. İslamda sadaka vermek, bir yoksula yardım etmek, elbette sevaptır. Ancak bu iyiliği başa kakmak, onun sevabını ortadan kaldırır. Hayır ve hasenatın boşa gitmesine sebep olur.
Böyleler için halk arasında; "Görgüsüzden hamur alacağına, eğil ve yerden çamur al" denilir. Hz. Ali'nin "Aç kalmak, alçalmaktan hayırlıdır" sözü de aynı mahiyettedir. Ecdadımızın "Allahım! Ruhumu karartma, elimi daraltma, beni senden başkasına yalvartma" tarzındaki duası boşa değildir.
Zaten iyilik gören kimse; iyilik edene minnet duyar, iyiliği teşekkürle karşılamasını bilir, mümkünse iyiliğe iyilikle karşılık vermeye çalışır. Bu, İslam ahlakının bir gereğidir.
Hz. Peygamber (sav) bir hadiste: "İnsanlara teşekkür etmeyen kimse, Allah'a olan şükür borcunu ödememiş olur" buyurmuştur.
Başa kakmanın yanı sıra eziyet vermek de yasaklanmıştır. Resul-i Ekrem (sav): "Fakir komşunuza, kabınızdaki yemeğinizin kokusuyla eziyet etmeyiniz." Buyuruyor. Yani fakir komşunuza gücü yettiğince infak edin ki kokuttuğunuz yemeğe canı çekerek sıkıntıya düşmesinler. Bu hadis-i şerif bağlamında yolda yürürken türlü türlü yemeklerin, kebapların kokusunun nelere sebep düşünmek gerekir. Hele de Ramazan ayında bunun oruç tutanlara eziyet verip vermediğini vicdanen iyi değerlendirmek lazım.
İşin özeti; Müslüman, iyiliği Allah rızası için yapmalı, kimseyi minnet altında bırakmamalı ve yaptığı hayrı başa kakmamalıdır. Böylece yaptığı hayrın sevabından mahrum kalmamalıdır. Kimseye de davranışlarıyla eziyet, sıkıntı vermemeli ve kimseyi incitmemelidir.