Ömer b. Abdülaziz geliyordu. Üzerindeki elbise hala ıslaktı.
Geldi ve minbere çıktı. Herkes, niçin geciktiğini merak ediyordu. O da cemaatten özür dileyerek sözlerine başladı. Tek elbisesi olduğunu, Cuma günü temiz elbise giymek için onu yıkadığını ancak kuruması için biraz geç kaldığının anlattı.
İşte Ömer bu… Önce kendisi ve ailesi böyle yaşıyor ve örnek oluyordu.
Evinde bir kaptan başka yemek bulunmazdı. Kendisi ve hanımı, bu hayata alışmıştı ama çocukları hep çorba yemekten usanmışlardı. O, çocuklarını şöyle uyarıyordu:
“Evladım, babanızın ateşe atılması pahasına sizler, her halde bolluk içinde yaşamak istemezsiniz.”
Anne ve babalarının örnek hayatına bakınca çocukların da diyecek bir şeyleri kalmıyordu.
Ömer b. Abdülaziz, Medine valisi olarak görev yapmıştı.
Hac mevsimi geldiğinde eski günlerini hayal ediyordu. Kabe-i Muazzama’yı, Mescid-i Nebevi’yi, Arafat’ta toplandığı o mahşeri kalabalığı hayal ediyordu. O da hacca gitmek istiyordu. Devamını İmadüddin Halil şöyle naklediyor:
Bir gün hizmetçisi Mülazim’e:
-Hacca gitmek istiyorum. Ama hiç paramız var mı, diye soruyor.
O da:
-Sadece on küsur dinarın var, diyor.
Ömer:
-Bu para ile yola çıkılmaz diyor.
Aradan birkaç dakika geçtikten sonra Mülazim, sevinçle geliyor:
-Ey müminlerin emiri, hazırlan. Şu anda Ümeyye oğullarının mallarından 17 000 dinar geldi, diye müjde veriyor.
Ömer, o büyük arzusunu bir yana bırakarak Mülazim’e şöyle emir veriyor:
-Derhal o parayı Beytülmale/hazineye bırak. O, benim değil. Ben, benim olmayan bir parayla hacca gidemem.
Hak ve adalete böyle riayet eden bir halife, elbette önce halkın çıkarlarını düşünüyordu. Evinin ihtiyacının posta arabasıyla taşınmasına, abdest suyunun sarayın mutfağında ısıtılmasına bile razı değildi. Ümeyyeoğulları da saray erkanı da bu yeni tarza ayak uydurmakta zorlanıyorlardı. Onun bu halini yadırgayanların yanı sıra bir an bile gaflete düşmemesini öğütleyenler de vardı.
Devrinin büyük fıkıhçısı Salim es-Süddi, Ömer’i şöyle uyarıyordu: “Sakın, bir an bile günaha dalma. Unutma ki babamız Adem, bir tek günah yüzünden cennetten çıkartıldı.”
Onun için Ömer b. Abdülaziz de şöyle diyordu: “Aslında biz, ahiret halkıyız. Dünyada geçici olarak ikamet etmekteyiz.”
Ömer b. Abdülaziz, halife olmadan önce yıllık geliri kırk bin dinar idi. Halifeliği sırasında yıllık harcamasını üç yüz dirheme kadar indirdi. Günlük en çok iki dirhem harcıyordu.
Ömer halife olunca babasından ve kayın pederi Abdülmelik’ten intikal eden bütün servetini beytülmale aktarmıştı.
Amcaoğlu Velid’in hediye ettiği kıymetli yüzüğü de “Bu benim hakkım değildir. Bunlar, Emevilerin devlet hazinesinden gasp ettikleri mallardır.”diyerek hazineye devretmiştir.
Miras yoluyla intikal eden birçok mal, mülk, tarla, bahçe ve arazinin tapularını yırtarak hepsini beytülmale iade etti.
Hatta halkı mescide toplayıp bu malların Ümeyye ailesinden kendisine helal olmayan yollarla intikal ettiğini, Müslümanların haklarının gasp edilerek elde edilmiş olduğunu anlattı.
Şu olayı, tüm biyografi kitaplarında bulmak mümkündür.
Herkese örnek olabilmek için işe önce kendisinden başladı.
Sonra ailesine yöneldi. Eşinin takındığı mücevherleri f ark etti. Eşine sırtını döndü ve şöyle dedi:
“Ey Fatıma, cehennem ateşinden kor parçalarının y üzüne ve boynuna yapıştıklarını görüyorum. Tüm ümmetin hakkı olan Beytülmalden/hazineden alınarak baban ve kardeşin tarafından sana hediye edilen bu mücevherlerde senin hakkın yoktur. Benimle aynı evde yaşamayı arzu ediyorsan hemen bunları Beytülmale iade et. Zira ben, bu mücevherlerle aynı evde kalmak istemiyorum.”
Eşi Fatıma, her yönden soylu bir aileden geliyor şairler onu şöyle tanımlıyorlar:
Halife’nin kızı… Dedesi de halife.
Halifelerin kız kardeşi… Kocası da halife.
Böylesine itibarlı bir kadın için giyim kuşak kadar ziynet ve de mücevherlerin önemi ve değeri çok önemli olmalıdır.
Ama eşinin kararlılığı ve kendisinin ona sevgi ve saygısı da herkesçe bilinmektedir. Eşi Fatıma binti Abdülmelik (Abdülmelik kızı Fatıma), kıymetli mücevherlerini “Seni bunlara tercih ederim” diyerek derhal beytülmale iade etti ve bu konuda hiçbir itirazda bulunmadı.
HESAP KORKUSU
Ömer b. Abdülaziz, halife sıfatını taşıdığı için dünyada korkacağı hiçbir kimse yoktur. Kendisinden önceki Emevi halifeleri gibi davransa her istediğini yapabilirdi. Ama o, önce Allah’tan korkuyordu. Emir ve yasaklarını uygularken hataya düşmekten korkuyordu. Bu nedenle zaman zaman gözyaşı döküyordu.
Hanımı Fatıma naklediyor:
“Bir gün Ömer b. Abdülaziz’in yanına girdim. Namazlığına oturmuş, elini anına dayamış, durmadan ağlıyor, gözyaşları yanaklarını ıslatıyordu. Ona:
-Niçin bu halde oturuyorsun, diye sordum.
Bana dedi ki:
-Fatıma! Ümmetin en ağır yükü, omuzlarımdadır.
Ümmetin içinde açlar, fakirler, hasta olup ilaç bulamayanlar, giyecek elbisesi olmayanlar, boynu bükük yetimler, yalnız başına terk edilmiş dul kadınlar, gurbette ve küfür diyarında kalan Müslüman esirler, ihtiyacını karşılayabilmek için çalışma gücü kalmayan yoksul yaşlılar, aile fertleri kalabalık olan aile reisleri… Yakın ve uzak diyarlardaki böyle mümin kardeşlerimi düşündükçe yükümün altında eziliyorum. Yarın hesap gününde Rabbim bunlar için beni sorguya çekerse, Resulullah (sav) bunun için bana serzenişte bulunursa ben nasıl hesap vereceğim?..
Bir gün Ömer’in küçük oğlu, arkadaşlarıyla oynamaya çıkmıştı. Oyun arkadaşlarından biri, oğlunu yaraladı. Çocuğu yakalayıp Ömer’e getirdiler. Ömer, o anda bir kadının ağlayarak:
-O benim oğlum, bir yetim, dediğini duyunca çocuğa:
-Ağlama, üzülme, dedi. Sonra çocuğa bakarak yanındakilere:
-Hazine defterinde ona bir maaş bağlanmış mı, diye so rdu. Hayır, cevabını alınca:
-Ona bir maaş bağlayın, dedi.
Eşi Fatıma:
-Oğlunu yaralayan birine böyle mi davranacaksın? O, oğlunu yine yaralar, dedi.
Halife: Yazık sana Fatıma! O bir çocuk. Siz onu korkuttunuz. Ben, sorumluluğumun gereğini yerine getirdim, dedi.
Bir gün yine ağlarken oğlu Abdülmelik gördü. Niçin ağladığını sordu. Ömer de: “Evladım, keşke baban dünya ile hiç tanışmasaydı. Allah’a yemin ederim ki ben, helak olmaktan değil, hesaba çekilip cehennemlik olmaktan korkuyorum.
Ömer, bir gün arkadaşı Meymun b. Mihran ile mezarlığa gider. Ziyaret esnasında şöyle der:
“Bu kabirleri görüyor musun? Bunlar, atalarım Ümeyyeoğullarına aittir. Onlar, aramızdan çekip gittiler. Halbuki onlar, dünya nimetlerinden en çok yararlananlardı. Şu haliyle dünya nimetlerinden hiç nasiplenmemiş gibiler…”
Yine bir gün cenaze defni için mezarlığa gider. Definden sonra mezarlığı dolaşır. Dostlarının kabirlerini ziyaret edip geri dönerken yanındakilere şöyle der:
“Şu toprağın bana ne söylediğini biliyor musunuz? Dedi ki: Ey Ömer, dostlarının önce kefenlerini yırtıp parçaladım. Etlerini yedim, gözlerini oydum. Yanaklarını kemirdim. Ellerini bileklerinden, bileklerini kollarından, kollarını omuzlarından, omuzlarını vücudundan ayırdım. Ayakların bacaklarından, bacaklarını baldırlarından, baldırlarını kalça kemiklerinden ayırıp parça parça ettim. Toprak bana böyle derken kalkıp ayrılmak istedim ama arkamdan seslendi; sana parçalanmayacak bir kefen söyleyeyim mi, diye. Döndüm ve söyle dedim. Allah’tan kokup Salih amel işlemendir, dedi.”
O, kabir ziyaretini ibret için yapıyor ve böyle dersler ç ıkarıyordu. Kendisin ölümden sonrasına hazırlamaya çalışıyordu. Dostlarına ve hatta cemaate de bu doğrultuda öğüt veriyordu. Bir gün hutbede şöyle diyordu:
“Ey insanlar, hepiniz ölüme adaysınız. Hepiniz bir gün ölüp gideceksiniz. Hepiniz içinden cenaze çıkacak evlerde oturuyorsunuz. Biriniz öldüğünde ya kıyamete kadar ruhu azap duyacaklardan ya da güven içinde olacaklardan olduğunu bilmeden alıp onu kara toprağın kucağına götürüyorsunuz… Aslında hepimiz, Allah’tan geldik, yine O’na döneceğiz.”
Eşi Fatıma, onun yanında ahretten bahsedildiğinde yatağında bile olsa sudan çıkmış serçenin çırpındığı gibi birden fırlar, çırpınır ve hıçkıra hıçkıra ağlardı, diyor. İşte bu nedenle geceleri pek uyku tutmazdı. Bu halini dostlarına şö yle anlatıyordu:
“Dün gece yine uyuyamadım. Kabir ve içindeki yatanları düşündüm. Onlar, rahat bir ev ve güzel bir me skendeyken şimdi buradalar. Başına gelenleri bir bilsen yanına yaklaşmaktan ürperirdin”
Ömer, yakınlarından ölenleri görmüş ve o acıyı hep yüreğinde hissetmişti. Önce oğlu Abdülmelik, ardından kardeşi Sehl ve yakın arkadaşı ve katibi azatlı kölesi Mülazim vefat etmişti. “Ölüm; dünyanın ârını, ayıbını ve içyüzünü sere serpe ortaya koymuştur” diyordu.
Bu ölümlerden sonra Şam’ın en Salih insanı olarak bilinen İbni Ebu Zekeriya’yı çağırarak der ki:
-Ey bilge insan, seni niçin çağırdığımı biliyor usun?
-Hayır, müminlerin emiri.
-Senden istediğimi yerine getireceğine dair Allah’a yemin etmedikçe sana bir tek kelime söylemem.
-Gücüm yeterse mutlaka yaparım.
-Önce yemin et deyince İbni Ebu Zekeriya yemin etmek zorunda kalır. O zaman Ömer der ki:
-Ruhumu alması için Allah’a dua et.
Ömer b. Abdülaziz’i çok seven ve onun İslam ümmetine daha çok hizmet yapmasını arzu eden İbni Ebu Zekeriya neye uğradığına şaşırır.
-Ben, müminlerin emirine düşman mıyım? Ben ne yaptım diyerek çırpınıp durur. Fakat Ömer, ona yeminini hatırl atır.
Bunun üzerine şöyle dua eder:
-Rabbim, müminlerin emirinin ruhunu ve hemen ardından da benim ruhumu al.
(Sürecek)
İbni Abdülhakem’in rivayetine göre Ömer b. Abdülaziz, bir gün hastalanıp vefat eder. Büyük bir tevafukla ertesi gün de İbni Ebu Zekeriya vefat etmiştir,
Kendisinden dünyalık isteyenleri dinliyor ve ihtiyacı olmadığı halde gereksiz taleplerde bulunduklarını anladığında onlara şöyle nasihat ediyordu:
“Dünyada her şey arzu eder de ona kavuşamazsan ölümü hatırla. Ölüm, arzu ve isteklerini azaltır. Yine dünyada bir şey görüp de onu canın çekerse yine ölümü hatırla.
Senin ondan vazgeçmeni kolaylaştırır. Bu, senin için daha hayırlıdır.”
Ömer, bu hali ve takvasıyla Ümeyye oğullarından çok farklıydı. Onlara hiç benzemiyordu. Onlar, dünyalık peşindeydiler. Ümmetin rahat ve huzuru, onları hiç ilgilendirmiyordu. Zorba valiler ve komutanlarla halkı sindirmeyi tek çare olarak görüyorlardı. Ömer ise adaletli gelir dağılımı, sosyal politika anlayışıyla halkın refah seviyesini artırmış ve bunu inancının gereği olarak uygulamıştı. Fakirin, yoksulun, yolda kalmışın, kimsesizin dertleriyle ilgilenmişti. Bu sorumluluğu yerine getirirken ailesine bile zaman ayıramamıştı.
Tarihçiler, devlet hazinesine şahsı için el sürmekten k açındığını, bir kişiyi özel bir işi için meşgul ettiği zaman devletin malı olan kandili söndürüp kendi kandilini yaktığını, devletin mutfağında ısıtılan su ile abdest almaktan kaçındığını, Müslümanların ortak mallarını özel işlerinde kullanmadığını, sarayda ve evinde her türlü israfı yasakladığını bildirirler.
Bir görevli bir gün mescitte şöyle bir ilanda bulunuyordu:
“Muaviye ve Yezid devrinden itibaren kimin elinden haksız bir şey alındıysa sahibine verilecektir. Devletten alacağı olanlar, derhal müracaat etsinler.”
Böyle bir ilan, Ümeyye oğullarını çileden çıkartmaya yetecek kadar büyüktü. Zira haksızlıkla alınan eşya ve emlak, kim tarafından gasp edilmiş olursa olsun gerçek sahibini veriliyordu.
Onun şeklen değil, samimi bir Müslüman olduğunu herkes kabul ediyordu. Eşi Fatıma, Ömer kadar namaz kılan ve oruç tutanı görmedim, diyordu. Beş vakit namazını muntazam kılardı. Hasır üzerinde uyumayı tercih ederdi. Camilerde süs ve tezyinattan hoşlanmazdı. Tezyinattan uzak olan yerlerde daha ihlaslı ibadet edileceğine inanırdı.
Bütün bu özelliklerinden dolayı zamanın şairleri, onu şöyle anlatıyorlardı:
“Hilafet kime geldiyse onu ziynetlendirmiştir.
Sen halife olmakla hilafet süslenmiştir.
İnci yüzlerin güzelliği için ziynet oldu;
Senin güzel yüzün ise inciye ziynet oldu.”
Ömer b. Abdülaziz, Emevi hükümdarlarının aksine “halife” niteliklerine uyuyordu. Hatta ilk dört halif enin devamı olarak görülüyor ve bu nedenle “Beşinci Raşit Halife” olarak anılıyordu. Hem de hilafet süresi sadece iki buçuk yıl, beş ay olmasına rağmen…
O, özellikle devlet hazinesini korumayı esas alıyordu. Belazuri’nin Fütuhu’l-Büldan adlı eserinde geçen bir olayda devletin parasını kaçak yolla basan bir kalpazan, Ömer b.
Abdülaziz’in huzuruna getirilir. Ömer, suçunu itiraf eden bu kalpazanı cezalandırır ve suç aletlerinin tümünü elinden alıp imha ettirir.
SIRA ÜMEYYE OĞULLARINA
GELİNCE
Ömer b. Abdülaziz, hilafetinin ilk günlerinde Ümeyye oğullarının, özellikle Abdülmelik oğullarının haksız yollarla edinilmiş mallarını devlet hazinesine irat kaydetti. Ömer, bu malları ‘Mezalim’ yani zulümle ele geçirilmiş mallar olarak değerlendirdi.
Ömer, önceki halifeler döneminde haksız olarak verilmiş olan bütün emlaki Ümeyye oğullarından aldıktan sonra onlara diğer Müslümanların aldıkları maaşlara denk maaşlar tahsis etti. Bu durum, Ümeyye oğullarının da halktan biri gibi yaşaması anlamına geliyordu. Bu hal, onları endişeye ve isyana sevk etti. Bunun üzerine Ümeyye oğullarını temsilen
Hişam b. Abdülmelik halifenin huzuruna geldi:
“Ey müminlerin emiri, ben akrabalarının elçisi olarak geldim. Diyeceğim şu ki; başkalarını nasıl yönetirsen yönet ama bize böyle davranma. Senden öncekilerin bize verdiği hakları geri alma. Mal, mülk ve imtiyazlarımıza dokunma.”
Tehdit büyüktü ama Ömer b. Abdülaziz, onların keyfine göre değil, Allah’ın kitabına göre davranacağını söyledi.
Hişam, eli boş döndü. Ömer, Ümeyye hanedanının damarına basmıştı. Haksız kazanç yollarını kapatmış, lüks yaşama imtiyazlarını ellerinden almıştı. Aralarında bir heyet teşkil ederek halifenin huzuruna çıktılar:
“Ömer, sen Müslümanların beytülmalini/hazinesini inşa ettin. Mezalim diyerek icat ederek bize ait olan pek çok malı hazineye aktarıp bizi fakir düşürdün. Halbuki bu mallar, senden öncekilerin bize verdikleriydi. Onları geri bize ver.
Sonra ne yaparsan yap” dediler. Aksi takdirde olacakları düşün diyerek de tehdit ettiler.
Fakat o, haksızlığı önlemekte kararlıydı. Ona dur demek, en azından iyice uyarmak lazımdı. Bu amaçla bir de halası
Fatıma’yı gönderdiler. İbni Esir, el-Kamil fi’t-Tarih adlı eserinde bu olayı şöyle anlatıyor:
Mervan’ın kızı yani halası Fatıma, atalarından gelen b ütün gelirlerin kesilmesi den dolayı hesap sormak üzere Halife’nin huzuruna çıktı. Kendilerini böyle yoksul bırakan
Ömer’in lüks hayat yaşadığını sanıyordu. Zira Ümeyye oğulları arasında böyle biliniyordu. Eve vardığında Ömer, akşam yemeği yiyordu. Önünde ekmek, tuz ve yağ vardı. Ne söyleyeceğini, nereden başlayacağını şaşırdı:
-Müminlerin emiri, bir ihtiyacım için sana gelmiştim
ama…
-Buyur halacığım…
-Yediklerine bakıyorum da… Kendin için daha münasip
bir şey yok mu?
-Eğer olsaydı öyle yapardım halacığım.
-Müminlerin emiri, diyeceğim o ki; amcan Abdülmelik,
kardeşim Velid ve Süleyman zamanında bizler, bolluk içinde
yaşıyorduk. Onlar bize bol gelir tahsis etmişti. Sonra sen
halife oldun, bunların hepsini bizden aldın.
Ömer b. Abdülaziz, halasına saygıda kusur etmiyordu:
-Halacığım, amcam Abdülmelik, kardeşim Velid ve Süleyman, sizlere müminlerin malını veriyorlardı. Ben, bu
malın bekçisiyim. Kimseye hakkından fazlasını ver emem.
İstersen kendi malımdan verebilirim.
Halası Fatıma, Ömer’in kendi kesesine davrandığını görünce birden ümitlendi. Baktı:
-Bu ne diye hayretle sordu.
-Benim maaşım. Yüz dinar… Sana vereyim.
Ömer, halife olmadan dört bin dinar maaş alıyordu.
Halife olunca maaşını yüz dinara düşünmüştü. Halası:
-Bu para neyi karşılar ki…deyince:
-Halacığım, ben bundan fazlasına sahip değilim, dedi.
Halasının itirazı üzerine:
Beşinci Raşit Halife Ömer b. Abdülaziz
42
-Başkasının malını mı vereyim, deyince orada söz bitmişti.
-Bu taleplerinizden vazgeçin. Yoksa Mekke’ye giderim
ve bu görevi de layık olan kimseye devrederim, dedi.
Ömer’in tutumu belliydi. Yaşadığı sürece adaletten a yrılmayacaktı. İşe kendisinden ve ailesinden başlamıştı.
Halası, bu sözleri üzerine Ömer b. Abdülaziz’i uyarmayı
da ihmal etmedi:
-Ümeyye oğulları, bir gün gelir, sana gösterirler.
Ömer’in cevabı netti:
-Şerrinden emin olmadığım kıyamet günü dışında ko rkacağım hiçbir gün yoktur.
Halası devam etti:
-Ümeyye oğullarının mallarını ellerinden aldığın için
kendi aralarında bir takım görüşmeler yaptıklarını gördüm. Bir gün sana zararlarının dokunmasından endişe
ediyorum.
Ömer, Allah’ın gazabından başka bir şeyden korkmadığını tekrarladıktan sonra kendisine bir et parçasıy la bir dinar
getirmelerini emretti. Dinarı önündeki ateşe attı. İyice kızınca alıp bir et parçasının üzerine koydu. Ateşle kızan para, eti
yakmaya ve kavurmaya başladı. Ömer:
-Halacığım, yeğeninin de cehennem ateşinde böyle yanmasını ister misin, dedi.
Halası, her şeyden ümidini kesmiş olarak Ümeyye oğu llarının yanına döndü. Sonucu soranlara:
-Başımıza ne geldiyse sizin yüzünüzden gelmiştir. Ad amınızı Ömer b. Hattab’ın oğlu Asım’ın kızıyla evlendirdiniz.
Tabi ki marşınıza Ömer b. Abdülaziz çıkacak ve Ömer’i
canlandıracaktır. Zamanında bu evliliğe karşı çıkmış o lsaydınız bunlar başınıza gelmezdi, diye sitem etti.
Ethem Erkoç
43
MEZALİM MECLİSİ
Yeni halife Ömer b. Abdülaziz, işe ayrım gözetmeksizin
bütün vatandaşlarının haklarını koruyacağını ilan etmekle
başladı. Her türlü kabilecilik anlayışını reddettiğini, ülkede
yaşayan herkesin eşit haklara sahip olduğunu, özellikle Müslümanlar arasında Arap-Mevali ayrımının da ortadan kaldırıldığını duyurdu.
Arap olmayan ve Mevali diye tanımlanan Müslümanlardan Emevi valileri haraç almaya devam ediyorlardı. Ömer b.
Abdülaziz, bu insanlara yüklenen mali yükleri kaldırarak
Müslümanlar arasında tam bir eşitlik sağladı. Bu konuda
vergi gelirlerinin azalmasına aldırış etmedi. Gayrimüslimlerin hukukuna da riayet ederdi. İslam hukukunun onlara tanıdığı bütün hakları vermeye çalıştı.
Celaleddin es-Süyuti’nin “Tarih-i Hulefa” adlı eserinde
anlattığı bir olay, Ömer b. Abdülaziz’e adeta yol göstermiştir. Süyuti, Ebu Haşim’den naklediyor:
Bir adam, Ömer b. Abdülaziz’e geldi. Şöyle dedi: “Hz.
Peygamber (sav)i rüyamda gördüm. Ebubekir sağında,
Ömer solundaydı. O esnada iki adam duruşmaya geldi. Sen
de onların önünde oturuyordun. Hz. Peygamber (sav) sana
dedi ki: “Ey Ömer, hüküm vereceğin veya bir iş yapacağın
zaman (Eliyle işaret ederek) Ömer ve Ebube kir gibi yap”
dedi. Sonra Ebubekir ve Ömer’i halife olarak işaret etti.”
Ebu Haşim diyor ki, adam, rüyasını böylece anlattı ve çekip gitti.
Ömer, bu rüya ile kendisine verilen talimatı derinden hissetti ve üzerine düşen sorumluluğun etkisiyle başladı ağl amaya.
Yeni halife, zaten bunun bilincindeydi. Sorumluluğunun
gereği olarak her vilayette birer Adalet Divanı niteliğinde
Mezalim meclisleri kurdurmuştur. Şam’daki kurumun başında da kendisi bulunuyordu. Ülkenin her şehrinde tellallar
Beşinci Raşit Halife Ömer b. Abdülaziz
44
bağırttırarak kimin malı ya da hakkı elinden alınmışsa gelip
bu meclise başvurmalarını, şayet haklıysalar haklarını almalarını ilan ettirdi.
Bunu duyan hak sahipleri, Mezalim Meclisine başvurmaya başladı. Bunların arasında bir heyet vardı. Onlar, Velid b.
Abdülmelik zamanında komutan Kuteybe zamanında fethedilen Semerkant’tan gelmişlerdi. Komutan Kuteybe hakkında şikayette bulundular:
“Ey müminlerin emiri, Kuteybe bize ihanet etti. Bize hiçbir teklifte bulunmadan mallarımızı elimizden alarak talan
edip bize zulüm etti. Hakkımızı istiyoruz.”
İslama göre savaş yapılmadan önce o belde halkına Müslüman olmaları teklif edilirdi. Kabul etmezlerse cizye vermek şartıyla İslam devletinde güven içinde yaşayabilecekleri
söylenirdi. Bunu de kabul etmezlerse savaş seçeneğini seçmiş oluyorlardı. Şikayete göre Semerkant valisi, bu usule
uymadan mallarına el koymuş oluyordu. Halife’nin bu durumdan hiç haberi yoktu. Duyar duymaz valiye mektup yazarak bu sorunun derhal çözülmesini emretti.
Halife Ömer b. Abdülaziz, her şikayeti dikkatle dinliyor,
haksızlık varsa derhal müdahale ediyordu. Bunu duyan ahali,
ülkenin her tarafından heyetler halinde geliyorlardı. Yemen
tarafından gelen adam gibi sorununu dile getirmek için tek
başına gelenler de vardı. Bu uygulamalar, idarecileri daha
dikkatli olmaya sevk ediyor, halka da güven veriyordu.
Devlet işlerine bu denli kendisini verdiği için Halife,
günde birkaç saat ancak uyuyabiliyordu. Bir gün çok yorulmuştu. Sünnet olduğu için öğle namazından sonra bir miktar
uyumak, kaylule yapmak istemişti. Uykuya henüz dalmıştı
ki biri gelip kendisini şiddetle sarsarak uyandırdı.
Gözlerini güçlükle açtı. Oğlu Abdülmelik’i fark etti.
-“Bu saatte senin Müslümanların dertlerine derman olman gerekmiyor mu ey babacığım” diyordu.
Ethem Erkoç
45
Halife, oğluna yorgun ve halsiz olduğunu anlatmaya çalıştı.
-Zulüm başını alıp gitse de sen uyuyacak mısın?
-Dün gece hiç uyuyamadım. Öyle namazını kılınca şik ayetlerini dinleyeceğim.
-Öğleye kadar yaşayacağını nereden biliyorsun?
Halife, bu sözler karşısında irkildi.
-Bana yaklaş evladım, dedi.
Yaklaşınca oğlu Abdülmelik’i alnından öpmüş ve şöyle
demişti:
Benim sulbümden beni dinim konusunda uyaracak bir evlat bağışlayan Rabbime hamd ediyorum.
Dinlenmeden kalkıp görevinin başına dönmüş ve halka:
“Ey ahali, dikkat edin; kimin haksız yere malı alınmışsa onu
halifeye teslim etsin” diye ilan yaptırmıştı. Bu çağrı üzerine
halk toplanmıştı. Gelenlerden biri de Hıms halkından bir
zımmi/gayrimüslim idi.
-Müminlerin emiri,Allah’ın kitabıyla hüküm vermenizi
istiyorum.
-Hangi konuda?
-Halife Velid’in oğlu Abbas, toprağımı gasp etti.
-Abbas, ne diyorsun?
-Velit, orayı tımar arazisinde vermişti. Tapusunu da üzerime yazdırmıştı.
-Zımmi, bu duruma ne dersin?
-Müminlerin Emiri, Allah’ın kitabı ne diyorsa ben ona
razıyım.
-Ey Abbas! Kalk, adamın malını iade et.
Abbas, derhal kalkıp araziyi sahibine mülkünü iade edeceğini ilan etti.
Beşinci Raşit Halife Ömer b. Abdülaziz
46
Halife, böyle hayırlı kararlara vesile olduğu için oğluna
tekrar teşekkür etti.
YÖNETİMDE DEĞİŞİKLİK
VE YENİLİKLER
Beşinci Raşit Halife Ömer b. Abdülaziz, sadece v alilere
ve kadılara genelge göndermekle yetinmemiş, ordu kumandanlarına da gerekli uyarıları yapmıştır. En önemli uyarısı
şudur:
“Bulunduğun şehri adaletle kuşat. Sokaklarını zulümden ve haksızlıktan temizle. Şehir, o zaman imar edilmiş
olur.”
Savaşa bizzat katılan düşman askerlerinin dışındaki fertlere dokunulmasını yasaklamıştır. İhtiyar, kadın ve çocuklara karşı silah kullanılmasını ve şehir merkezlerinde savaşa
kalkışılmasını da yasaklamıştır.
O, zaferin ancak Allah’ın yardımıyla olduğuna inanırdı.
Başarıyı askeri güç ve cesarete bağlamazdı, “Bizler, düşmanlarımızın günahlarından dolayı onlara galip geliyoruz.
Zira onların sayıları bizden daha çok, silahları ve teçhizatları bizden daha güçlüdür. Onun için düşmanlarınızdan çok
günahlarınızdan sakınınız” diyordu.
Ömer, sefer esnasında askerlerin fazla yorulmaması gerektiğini düşünüyordu. Silahlı ve güçlü ordulara karşı giden
askerlerin haftada bir gün dinlendirilmesini emrediyordu.
Böylece hem askerlerin hem de binek hayvanlarının dinlenmelerinin önemine işaret ediyordu.
Barış içerisinde yaşadığımız zımmi köylere asla girmeyin
diyordu ve şöyle emrediyordu: “Anlaşmaları bozmayanlara
ilişmeyin, onlardan uzak durun. Sefere katılanlar, onların
çarşı ve pazarlarına girmesin. Ancak bir ihtiyacı gidermek
Ethem Erkoç
47
maksadıyla alışveriş için Pazaryerlerine girebilirler. Ama
sakın ha onlara zarar verilmesin.”
Fetihlerde amacın zafer olmadığını söylerdi. Gerçek zaferin müslümanın iç âleminde başarıya kavuşmasına, gönüll erin fethine bağlı olduğuna işaret ederdi.
İbni Sa’d’ın Tabakat’nda naklettiğine göre Ömer b. Abdülaziz, komutanlarına savaş taktiği olarak şöyle derdi:
“Kumandan, askerin önünde yürümeli, ancak savaş
meydanlarında ön saflarda olmamalıdır. Zira ön saflarda
olursa ilk anda şehit düşmesi kuvvetle muhtemeldir. Bu
durumda askerin maneviyatı kırılır, savaşamazlar ve mağlup olurlar. Kumandan, askerlerin en arka saflarında da
olmamalıdır. Bu, onun korkaklığına yorumlanır, askerin
de moralini bozar. Onun için kumandan, ordunun orta
kesiminde bulunmalıdır. Öncü kuvvetlerin arkasında yer
almalıdır. Hem ön saftakileri hem de arka saftakileri d evamlı teşvik etmelidir.”
Komutanlara en önemli uyarısı, askerlerine iyi sahip
çıkmalarıydı: “Birbirinizi bırakmayınız ki hep birlikte dönebilesiniz. Yoksa helak olursunuz” diyordu.
Ömer, ani baskınlarla Müslümanların ölmelerini istemediği için merkezden uzakta olan ve Bizans saldırısına maruz
kalan sınır karakollarını kaldırmıştı. Bunları daha iç bölgelere çekerek onları koruma altına almıştı.
Ömer, askerlerine çok değer veriyordu. Mesela Bizans
imparatoruyla giriştiği esir takasında bir tek Müslüman askeri kurtarabilmek için on tane Bizans askerini salıveriyordu.
Valilere eldeki malın tümü karşılığında bile olsa Müslüman
esirleri kurtarmalarını emrediyordu.
O, askerlerinin her türlü ihtiyaçlarını düşünüyordu. Savaşa giden askerlerin memleket ve ailelerine bir an önce k avuşmaları gerektiğini inanıyordu. Bu düşünceyle askerlerin
sınır boylarında ve kalelerde kalma sürelerini kırk günle
sınırlandırmış ve bu sürenin sonunda memleketlerine dön-
Beşinci Raşit Halife Ömer b. Abdülaziz
48
melerini, ailelerine kavuşmalarını sağlamıştı. Onlar cephedeyken ailelerine ve çocuklarına da gerekli yardım ve desteği veriyordu.
Ömer b. Abdülaziz, islamın ön gördüğü savaş usullerini
aynen uyguluyordu. Anadolu’ya, Bizans topraklarına f etih
için gitmiş olan bir kumandanına gönderdiği mektupta şöyle
diyordu:
“Rumların bir kalesini kuşattığınız zaman önce onlara islamı tebliğ ediniz. Onları islama davet ediniz. Şayet islamı
kabul etmezlerse cizye vermelerini isteyiniz. Cizyeyi de
reddederlerse o zaman onlara savaş açmanız, sizin tabii hakkınızdır.”
Müslüman askerlerin devlet merkezlerinden çok uzaklarda telef olmalarını istemiyordu. Onun için İstanbul surlarının
aylardır bekleyen Mesleme b. Abdülmelik ve komutasındaki
askerlerin kuşatmayı kaldırarak geri dönmelerini emretti.
Böylece onları yaşadıkları perişanlıktan kurtarmış, daha
fazla askerin oralarda can vermesini önlemiş oldu.
O, bir bölgeyi işgal etmek için savaşmayı tercih etmiyordu. Ama İslam ülkesine yapılan her saldırıyı da anında önlüyordu. Hilafetinin ilk aylarında Azerbaycan’a yapılan saldırıya karşı derhal asker göndermişti.
Ömer b. Abdülaziz, genellikle iç ıslahatlarla meşgul oldu.
Bu arada Velid b. Hişam ve Amr b. Kays el-Kindi’yi yaz
döneminde ordularının başında cihada göndermişti. Aynı
şekilde onun zamanında Fransa içlerine doğru akınlar yapılmış ve Verbeta Kalesi fethedilmişti.
O içeride mezalime karşı derin ve etkin mücadele verirken bir yandan da cihadı ihmal etmiyordu ama devlet adamlarının da ganimetlerle şımarıp israfa gitmelerine asla göz
yummuyordu. Mesala Ömer b. Abdülaziz iktidara gelince
Adiy b. Ertat el Fezari’yi Basra’ya vali tayin etmişti. Adiy,
Basra’da vali konağının üstüne ek odalar yaptırmak istedi.
Bu haber alan Ömer, ona şunları yazdı:
Ethem Erkoç
49
“Ey Ümmü Adiyy’in oğlu! Annen seni kaybetsin. Ziyat
ve Ziyat ailesine geniş gelen ev, sana yetmiyor mu?”
Adiy, bu mektup üzerine odaların yapılmasını derhal
durdurdu ve konağı olduğu gibi bıraktı. (Bak: Fütuhu’lBüldan, sh.502)
VERGİ POLİTİKASI
Ömer b. Abdülaziz, kendinden önceki Emevi halifelerinin daha çok vergi toplayan calileri ödüllendirmesine ve
vergi adı altında halka zulüm edilmesine son vermiştir. Mesela Basra valisi Adi b. Erat’a yazdığı mektupta şöyle diyordu:
“Bölgendeki zekat memurlarının, Müslümanların mallarından zekat toplarken, mahsuller üzerinde tahmin yürüterek,
daha ürün elde edilmeden önce zekat aldıklarını ve aşırı
fiy