VERGİ POLİTİKASI
Ömer b. Abdülaziz, kendinden önceki Emevi halifelerinin daha çok vergi toplayan calileri ödüllendirmesine ve
vergi adı altında halka zulüm edilmesine son vermiştir. Mesela Basra valisi Adi b. Erat’a yazdığı mektupta şöyle diyordu:
“Bölgendeki zekat memurlarının, Müslümanların mallarından zekat toplarken, mahsuller üzerinde tahmin yürüterek, daha ürün elde edilmeden önce zekat aldıklarını ve aşırı fiyatlarla zekat miktarını hesapladıklarını öğrenmiş bulunuyorum. Bu uygulamanın senin emrinle yapıldığını veya buna razı olduğunu bilseydim seni vali yapmazdım. Bu şekilde alınan paraların sahiplerine derhal verilmesini emrediyorum.
Sakın ha zekat toplarken insanlara zulüm etme. Sana zekat getirenin zekatını al. Kim de zekat vermezse onların üzerine gitme, Allah’a havale et…”
Yeni halife, fetih yoluyla alınan topraklarda yaşayan Müslümanlardan haraç değil, zekat alınmasını emretmişti.
Böylece toprağı işlemeyi bilen yerli halkın tarım sektöründe kalmasını sağlamıştı. Harap araziyi ekime elverişli hale getiren yani ihya edenleri de desteklemişti: “Ölü bir toprağı kim diriltirse o toprak onundur” diyordu.
Ömer b. Abdülaziz, ülkeler arası ilişkilerde karşılıklılık ilkesine uygun olarak gümrük vergisi uygulamasına devam etmiş ama bölgeler arasındaki bir nevi iç gümrük niteliğindeki uygulamalara son vermiştir.
Böylelikle ticaretin önündeki engelleri kaldırmıştı. Karada ve denizde serbestçe ticaret yapılmasına izin vermiş ve bu konudaki pek çok vergiyi de kaldırmıştı. Ancak devlet görevlilerinin de ticaretle meşgul olmalarını yasaklamıştı.
“Yönetici ve amirlerin ticaretle meşgul olmalarını doğru bulmuyorum. Bir bölgenin amirinin idaresi altındaki yerlerde ticaret yapması, asla uygun değildir. Zira bir amir, ticaretinde dürüst davranmayı istese bile haksızlığa sebep olabilir” diyordu.
Ömer; Sasani geleneklerine göre Nevruz ve Mihrican günlerinde halifeye gönderilen değerli hediyeleri, resmi müracaatlarda kullanılan kağıt bedellerini, darphane işçilerinin ücretlerini, nikah parasını… yürürlükten kaldırdı.
Ömer, örfi vergiler konusunda seçiciydi. İslama uygun olmayan vergilerin tahsilini yasaklamıştı. Valilere gönderdiği mektuplarda hep bu konuya vurgu yapardı. Bir valiye
“Senin zımmilerin ürettikleri şaraptan öşür aldığını duydum. Bu öşrü de Beytülmale koyuyormuşsun. Sakın ha Müslümanların beytülmaline helal olmayan bir şey koymayasın.”
Ömer b. Abdülaziz, valilere gönderdiği genelgelerde gayrimüslim ahaliyi islama davet etmelerini ve müslüman oldukları takdirde onlardan cizyeyi kaldırmasını emrediyordu.
Cizye, gayrimüslimlerden alınan ve bütçenin önemli gelir kaynaklarından biriydi. Horasan valisi Cerrah b. Abdullah’a şöyle diyordu: “Cizye veren insanları islama davet et. Müslüman olurlarsa onların Müslümanlığını kabul et. Müslüman olanlardan yani arkanda namaz kılanlardan cizye alma.”
Bu genelgeden sonra Mısır valisi Hayyan b. Şureyh, zımmilerin (İslam devleti içindeki gayrimüslimlerin) büyük çapta islama yöneldiklerini, aralarında Müslümanlığın hızla yayıldığını, cizye vermedikleri için hazine gelirlerinde büyük bir azalma görüldüğünü bildirir. Bu mektup üzerine
Halife Ömer, “Yüce Allah, Hz. Muhammed (sav)i Hakk’a davetçi olarak göndermiştir, vergi memuru olarak değil…” cevabını veriyordu.
Ömer’in vergi politikasında Hz. Peygamber (sav) için
“O, tahsildar olarak değil, hidayetçi olarak gönderilmiştir”, “O, sünnetçi olarak değil, davetçi olarak gönderilmiştir” sloganları hep ön plana çıkmıştır.
(Sürecek)

Zımmilerin Müslüman olup cizyeden kurtulmaları, Mü slüman ahali arasında da bir takım dedikodulara sebep oluyordu. Mesela Horasan halkının ileri gelenleri ve Hıristiyanların cizye vergisinden kurtulmak için Müslüman olduklarını
ve yeni mühtedilerin sünnet olmaları gerektiğini, bu yolla
onların denenmesinin uygun olacağını vali Cerrah b. Abdullah’a bildirmişlerdi. O da bu konuda büyük tereddüde düşmüştü. Ömer b. Abdülaziz, durumu öğrenmiş ve valiye derhal bir mektup yazmıştı: “Allah, Hz. Muhammed (sav)i
davetçi olarak gönderdi, sünnetçi olarak değil…” Halifenin
bu siyaseti üzerine Horasan’da 4000 Hıristiyan birden Müslüman olmuştu.
Mısır valisine de şöyle yazmıştı: “İslama girenlerden kesinlikle vergi almayacaksın. Çünkü Allah, Muhammid
(sav)’i vergi tahsildarı olarak değil, hidayet rehberi olarak
göndermiştir.”
Ayrıca Mısır’daki rahiplerden ve diğer din adamlarından
cizye kaldırılmış, kendileri ve kilise malları her türlü vergiden muaf tutulmuştur.
Basra valisine de: “Vallahi benimle senin çift sürerek
elimizin emeğiyle geçinmemize mal olsa da tüm insanların
Müslüman olmasını istiyorum.”
Gayrimüslimlerin haklarını korumaya yönelik uygulamalar gerçekleştirdi. Önceki devlet başkanları ve valiler tar afından el konulmuş olan ibadethaneleri ve mülkleri eski sahiplerine iade etti.
Ömer, İslam beldelerindeki tüm yöneticilerin adaletli
davranmalarını istiyordu. Yeni paralar basmaya karar verdiğinde üzerine “Allah doğruluğu ve adaleti emreder” yazdırarak bu iki kavramın sürekli hatırda tutulmasını istiyordu.
Beşinci Raşit Halife Ömer b. Abdülaziz
52
REFAHIN TABANA YAYILMASI
Ömer b. Abdülaziz, kendisi ve ailesiyle topluma öncü ve
örnek oldular. Saltanat hırsından, israf ve ihtişamdan uzak
hayat yaşadılar. Emevi hanedanının da valilerin de hayatları
belli bir disipline sokuldu. Halkın üzerinde baskı ve zulme
son verildi. Vergilerde belli bir adalet sağlandı. Halkın devlete güveni arttı. Bu zamana kadar devletten kaçırabildikleri
zekatları, fazlasıyla vermeye başladılar. Valiler de “Halk,
Ömer’in başa geçtiğini işitince akın akın fitre ve zekatlarını
vermeye başladılar” diyordu.
Bütün bu gelişmeler sonucunda toplumda belli bir sosyal
denge ve sosyal adalet gerçekleşti. Öyle ki valiler, kendi
bölgelerinde topladıkları zekatları dağıtacak fakir bulamaz
hale geldi. Zira, toplumda zekata muhtaç olanlar, Ömer b.
Abdülaziz döneminde zengin olmuşlardı. Zenginler de zekatlarını kimlere verecekleri konusunda hayli zorlanmışlardı.
İmadüddin Hlil’in de naklettiği gibi Afrika bölgesinin zekat görevlisi Yahya b. Said, durumu şöyle dile getiriyordu:
“Ömer b. Abdülaziz, Afrika’nın zekatını toplamak ve fakirlere dağıtmak üzere beni bölgeye gönderdi. Zekatı topl adık, fakat verecek fakir bulamadık. Ömer b. Abdülaziz, İslami ahkamı gerçek anlamda uyguladığı için insanları zenginleştirdi. Bu zekatlarla artık köle satın alıp azat ediyorum.”
Süyuti naklediyor:
“Ömer b. Üseyd diyor ki: “Allah’a yemin ederim ki
Ömer b. Abdülaziz’in ölümüne kadar bize yanında büyük
malla gelen adam; bunu fakir bildiklerinize dağıtın derdi.
Ancak dağıtılacak kimse bulunamadığı için getirdiği mallarla geri dönerdi. Çünkü Ömer, bütün insanları zenginleştirmişti.”
Ömer b. Abdülaziz zekat verenlerin sayısı ve zekat gelirlerinin miktarı arttı. Onun yaşantısındaki ihlası görenler
“Koşusu açken tok yatan bizden değildir” düsturunun şuuruna vardılar ve zekat borçlarını fazlasıyla ödemeye başladılar.
Ethem Erkoç
53
İbnü’l-Cevzi anlatıyor:
“Ömer’in yanına Medine’den bazı insanlar gelmişti.
Ömer onlara şurada ve şurada oturan yoksullara ne oldu diye
sordu. Onlar da “Oradan ayrıldılar Ey Müminlerin emiri,
onlar da zengin oldular” diye cevap verdiler. Önceleri bu
yoksullardan bazıları, misafirlere odun satıyorlardı. Birisi,
son hallerini şöyle tasvir ediyordu: ‘Allah, bizi odun satmaktan kurtardı. Çünkü Halife’nin verdikleri bize yetiyor’ diyordu.”
Tağlip bölgesi zekat görevlisi İbni Cahdem şöyle diyordu:
“Bu bölgeden topladığım zekatı, onların fakirlerine dağıttım. Her adama iki üç hisse verdim. Tağlip’den ayrıldığımda
hiç yoksul kalmamıştı.”
Zeyd b. Hattab’ın torunlarından biri anlatıyor:
“Ömer b. Abdülaziz, iki buçuk yıl yani otuz ay halife olarak görev yaptı. Ölünceye kadar bize büyük mallarla gelen
bir adam ‘Bunu fakir bildiklerinize dağıtınız’ derdi. Ama
verecek kimse bulamadığımız için mallarını alıp geri dönerdi. Zira Ömer, halkı zenginleştirmişti.”
Ömer, Kufe valisine şöyle bir mektup göndermişti:
“Gönderdiğin yazıda yanında asker maaşından kalan
maldan söz ediyorsun. Onu öncelikle borçlanıp da darda
kalanların borçlarına harca. Sonra evlenemeyenleri evlendir”
diyordu. Vali, denilenleri yaptığı halde yine paranın arttığını
yazıyordu. Ömer de valiye “O malla zımmileri güçlendir.
Çünkü onlar, bizim himayemizdedir” diyordu.
Zımmiler, İslam idaresini kabul eden Yahudi ve Hıristiyanlardır. Ömer, bunların kendi dinlerine göre yaş amaları
konusunda geniş imkanlar tanımıştır. Mabetlerine dokunulmayacak, din eğitimi yapan papazlar, hahamlar islama dil
uzatmamak, islamın emir ve yasakları aleyhinde konuşmamak şartıyla serbestçe din eğitimlerini yapabileceklerdi.
Beşinci Raşit Halife Ömer b. Abdülaziz
54
Kendi yerlerinde yeni bir mabet yapmalarına ve buraya vakıfta bulunmalarında bir engel yoktu.
Basra valisi Adiy b. Erat, “İnsanlar öyle bolluğa kavuştular ki azgınlaşmalarından korkuyorum” diye halif eye dert
yanıyordu. Ömer de: “Maiyetindeki halka bu durumdan dolayı Allah’a şükretmelerini söyle” diye cevap yazıyordu.
Umman’da toplanan zekatı dağıtacak yoksul kalmadığı
anlaşılınca artanı Basra’ya gönderilmiş ancak orada da dağıtacak kimse bulunamayınca zekatlar geri gönderilmişti.
Şam’dan Irak’a gönderilen zekatı da verecek kimseler bulunamamıştı. Ülkenin her tarafında durum aynıydı.
Bir gün hizmetlilerden biri, beygirinin yuların çekiyordu.
Ömer ona sordu:
-İnsanlar ne durumdalar?
Hizmetlinin cevabı ilginçti:
-Sen, ben ve şu beygirin dışında bütün insanların durumu çok iyi.
Çok basit ve çok anlamlı bir cevap… Refahın tabana yayılışının en güzel ifadesi…
DEVLET GÜVENCESİ
İslam devletinde sosyal adaletin sağlanmasında en önemli
gelir kaynağı zekattı. Ondaki zenginden alınıp fakir ve yoksula dağıtılma özelliği, soysa adaletin ve sosyal güvencenin
temelini teşkil ediyordu. Valilere fakirleri kollama konusunda tam yetki vermişti. Ömer b. Abdülaziz, ihtiyacın devlet
bütçesinden karşılanamadığı durumlarda merkezi bütçeden
karşılanacağı garantisini vermişti.
Toplanan zekatlar, öncelikle kendi bölgelerinin ihtiyaçları için harcanacaktı. Orada dağıtılacak fakir bulunamazsa
Ethem Erkoç
55
komşu vilayetlere gönderilecekti. Buna rağmen zekat dağıtımı gerçekleştirilemediği takdirde ertesi yıla devredilirdi.
Burada zekat verecek durumda olanların sorumluluklarını
yerine getirmeleri, elbette takdir edilecek bir olaydır. Ama
fakirlerin de ihtiyaçlarından fazlasını almayarak hakkına razı
olması, bundan daha önemlidir. Her iki durum da günümüz
toplumuyla karşılaştırıldığı zaman durum daha iyi anlaşılacaktır.
Onun için bu refah dolu hilafet dönemini yaşayan ve tadına bir türlü doyamayan Müslümanlar, gördükleri bu mükemmel adaleti gelecek nesillere zevk ve heyecanla anlatmışlardır. Büyük tarihçi ve müfessir İbni Kesir, bunu şöyle
dile getiriyor:
Ömer b. Abdülaziz’in memurları, çarşı ve pazarlarda “Ey
borçlular! Ey evlenmek isteyenler! Ey fakir ve muhtaçlar!
Ey yetimler! Neredesiniz? Gelin, nasibinizi alın” diye bağırıyorlardı. Öylelikle Ömer, bütün insanları zengin yaptı.”
Başka bir ifadeyle zekat verecek fakir bırakmadı.
Borçlular, muhtaçlar, fakirler, yetimler halifenin huzuruna geliyorlardı. Kendilerine Beytülmalden her birinin ihtiyaçlarını karşılayacak kadar mal veya para veriliyordu.
Hatta Ömer b. Abdülaziz, ihtiyaç sahiplerine maaş bağlıyordu. Maaş bağlanan kişi ölse bile maaşı kesilmiyor, geride
kalan varisleri de yoksulsa onlara ödenmeye devam ediliyordu. Bu durum, günümüzdeki emekli maaş sistemiyle bazı
yönlerden benzerlik arz ediyor.
Ömer, ‘mesakin’ kavramı içinde mahpuslara da yer veriyordu. Mahpusların eş ve çocuklarının yoksul kalmamaları
için onlara da maaş bağlanmasını emretti.
Yine Ömer b. Abdülaziz, valiler gönderdiği fermanda
borçlu kimselerin borçlarının ödenmesini emretti. “O kimsenin evi, atı ve hizmetçisi olduğu halde borçlu duruma düşmüşse bunların da o kişinin zaruri ihtiyaçlarından olduğu
Beşinci Raşit Halife Ömer b. Abdülaziz
56
kabul edilerek o borçlunun tam ihtiyaçlarını giderin” diyordu.
Bu konuda en önemli şartı, kişinin fesat/haram yere borçlanmamış olmasıydı. Zira öyleleri desteklemek, haramı teşvik etmek olurdu. Bunun dışında işlerinin kötü gitmesi veya
takatten/güçten düşmesi sonucu borçlu duruma düşenlere her
türlü desteğin verilmesini istiyordu.
Hatta “Sehmü’l-Gârimin” (Borçlulara Yardım Fonu) bile
kurmuştu. Medine valisi Ebubekir b. Muhammed el-Hazm’e
bir mektup yazarak “Borçlu olarak ölen kimsenin borcunu
ödeyecek kadar malı yoksa bu borcu Beytülmal’den ödeyin”
diyordu.
Mali sebeplerden dolayı evlenemeyenlere de Beytülmalden gerekli yardımların yapılmasına rağmen hazinede hala
mal olduğunu belirten valisine “Öyleyse bölgedeki zımmilere uzun vadeli kredi veriniz” diye yazmıştır.
Ömer, malları zarara uğrayan çiftçi ve tüccarları da d üşünmüştür. Zararların devlet hazinesinden karşılanmasını
emretmiştir. Doğal afetlerin dışında ordunun mahsule zarar
vermesi halinde de zararın derhal devlet tarafından ödenmesini emretmiştir.
Savaşçıların aile ve çocuklarını da devlet güvencesi, günümüz tabiriyle sosyal güvence altına alıyordu. Belazuri’nin
Fütuhu’l Büldan adlı eserinde de zikredildiği üzere savaşa
katılanların eş ve çocuklarını onar dinar maaş bağlardı. Böylece cephede savaşa katılan Müslümanlar, geride kalanların
geçimi konusunda hiçbir endişe duymuyorlardı.
Ömer, Darü’t-Taam, günümüzde ‘Aşevi’ diyebileceğimiz
bir kurum kurarak yoksulların, yolcuların yemek ihtiyaçlarını buradan karşılamıştı. Fakat kendi ailesi ve çocuklarının
buradan bir lokma bile yemesine izin vermemişti. Devlet
memurlarının da burada yemek yemesini yasaklamıştı.
Ömer b. Abdülaziz, sütten kesilme cağındaki ç ocuklara
bile maaş bağlamıştı. Mervan b. Şuca el-Ceziri, henüz ke-
Ethem Erkoç
57
silmiş bir çocuk iken kendisine 10 dinar maaş bağlandığını
anlatmıştır.
Ömer’in küçük oğlu arkadaşlarıyla oynarken bir çocuk
oğlunu yaraladı. Çocuğu yakalayıp Ömer’e getirdiler. O
anda bir kadının sesi duyuldu.
-O benim oğlum… Yetim… Onu bırakın…
-Ağlama, üzülme dedi Ömer. Yanındakilere sordu:
-Hazine defterine bakın. Ona maaş veriliyor mu?
-Hayır.
-Ona maaş bağlayın, deyince eşi Fatıma:
-Oğlunu yaralayan birisine, bir de maş mı bağlayacaksın,
diye sitem etmeye kalkışınca Halife Ömer:
-O, bir yetim, diyebildi.
Ömer, zımmi statüsündeki gayrimüslimlere de her türlü
yardımı yapıyordu. Müslümanların ihtiyaçlarının karşılanmasından sonra artan malı zımmilere dağıtıyordu. Hatta zirai
işlerde kullanmak üzere zımmi çiftçilere faizsiz ödünç para
bile veriyordu. Bu durumu bilen birçok gayrimüslim yazarlar, o devri anlatırken Ömer b. Abdülaziz’e Allah’ın rahmetini dileyecek ölçüde iltifat etmişlerdir.
Vali Adiy b. Erat’a yazdığı mektupta şöyle diyordu.
“Zimmet ehline iyi bak, onlara yumuşaklıkla muamele et.
İhtiyar ve fakat malı mülkü olmayanları tespit et. Karınlarını
doyuracak maaş ve giyecek tahsis et. Bu durumda yakın
akrabası varsa onlara da yiyecek ve giyecek temin etmesini
emret. Yaralarını ve hastalarını tedavi edecek tabip bul”
Yolcular için konaklama tesisleri kurdurduğu bilinmektedir. Orada üç gün kadar konaklayan yolculara her türlü imkan sağlanıyordu. Hayvanlarının bakımı da yapılıyordu.
Ulaşacağı yere gidecek parası ve imkanı olmayanlara da her
türlü destek veriliyordu. Hatta bu hususu birer genelgeyle
tüm valilere bildirmişti.
Beşinci Raşit Halife Ömer b. Abdülaziz
58
Buna rağmen zekattan artan para varsa hacca gitmek isteyenlere de ödenek ayrılıyordu. Halife, hacıların geçtikleri
yolların güvenliğinin sağlanmasını emretmiştir. Hac esnasında okunmak üzere insanları Allah’ın emirlerine uymaya,
yasaklarından kaçınmaya, adalete ve hakka riayet etmeye
çağıran mektup göndermiştir.
Ömer b. Abdülaziz’in Emeviler döneminde islamı yeniden yaşanabilir bir hayat tarzı olarak topluma takdimde örnek oluşu, istenirse her dönemde islamın bir sistem olarak
yaşatılabileceği konusunda güzel bir model olmuştur.
Ömer b. Abdülaziz, halifeliği süresince halkın ihtiyaçl arını gidermeyi, açları doyurmayı her şeye tercih ederdi. Mesela önceki hükümdarlar her sene Kabe’nin örtüsünü değiştirirlerdi. Halifeliğinin ilk hac mevsiminde Mekke’de Kabe’nin örtüsü ve diğer hizmetlere bakmakla görevli olan
memuru, halifeye mektup yazarak örtünün değiştirilmesinin
zamanı geldiğini söyler. Ömer, ona şöyle cevap verir:
“Ben, buraya yapılacak harcamayla aç kimselerin karınlarını doyurmayı, Kabe’nin etrafına sarılacak örtüye harcanmasına tercih ederim. İhtiyacı olup da durumunu öğrenmiş
olduğum bir kimsenin ihtiyacını karşılama, benim için daha
büyük bir hizmettir.”
Onun bu tutumunu herkes biliyordu. Bir gün Kufe’den
bir dul kadın gelip halini arz eder:
“Müminlerin emiri, ben ve üç yetim kızım senin dağıttıklarından hiç yararlanamadık.”
Perde arkasından seslenen bu kadına Ömer, “Akşamleyin
gel de ihtiyacını karşılayayım” der. Sonra pişman
olur.”Hayır, hayır… Ya akşama kadar yaşayamazsam…
Hemen şimdi git. Fatıma’ya durumunu anlat, ihtiyacını karşılayalım” der.
Kadın Fatıma’ya gittiğinde Ömer de abdest almak için
eve girer. Kadın, Fatıma’nın halifenin eşi olduğunu bilmedi-
Ethem Erkoç
59
ği için “Ne biçim kadınsın. Şu adamdan hiç çekinmiyor musun? Örtünü başına alsana” diye çıkışır.
Kadın, halifeyi hiç görmediği için çok süslü giyinmiş, etrafında pek çok korumaları bulunan, sarayına merasimle
gelip giden birisi olarak hayal etmiştir. Onun için geldiği
evin halifenin konağı olduğunu, gelen insanın da halife olduğunu bir türlü kabullenememişti. Halbuki o, sarayda değil,
basit bir evde oturuyordu. Mütevazı bir hayat sürüyordu.
Halifenin eşi Fatıma, kadının derdini dinledi. İhtiyaçların
tespit etti. Ömer de Kufe valisine talimat vererek bu kadına
ve çocuklarına yetecek kadar maaş bağlanmasını emretti. Bu
olay, fakir fukarayı gözetmesiyle ilgili örneklerden sadece
birisidir.
Adaletin uygulanması konusunda da çok hassastı. Suç
unsurları tespit edilip hakim karşısına çıkarılmadıkça kişiye
ceza verilemeyeceği kuralını getirmişti. Bir gün yanına bir
hırsız getirilmişti. Adam, kendisini hırsızlık yapmaya zorlayan sebepleri anlatınca Ömer, adamı mazur görüyor ve kendisine bir miktar dirhem verilmesini emrediyor. Onun bu
hali, kıtlık döneminde hırsızlık yapmak zorunda kalan kimselere büyük dedesi Hz. Ömer b. Hattab’ın uygulamasını
hatıra getiriyordu.
ŞEHİR EFSANELERİ
Ömer b. Abdülaziz döneminde bırakın aç kimseyi, zekat
verecek fakir bile kalmamıştı. Adalet ve merhametinden
herkes yararlanırdı. Bu, tarihi bir gerçekti.
Bu dönemde bir halk inanışı vardı;sadece insanlar değil
vahşi hayvanlar bile tok geziyordu. Bu düşünce, halk arasında öylesine yayılmış ve yerleşmişti ki aç kurt kalmadığı için
onlar bile koyunlara, kuzulara saldırmıyorlardı. Hatta kurt ile
koyun birlikte dolaşıyorlardı.
Beşinci Raşit Halife Ömer b. Abdülaziz
60
Buna benzer şehir efsanelerinden birinde Malik b. Dinar
şöyle anlatıyor:
“Ömer b. Abdülaziz halife olunca dağlarda sürüleri otlatan çobanlar:
-İnsanların yönetimini yüklenen bu Salih insan kim, diye
sormuşlar.
-Yeni halifemiz, diye cevap verilince:
-Salih bir insanın halife olduğunu nereden anladınız, diye
sorulduğunda çobanlar:
-İnsanların başına adil bir halife geçince kurtlar kuzulara
saldırmaktan vazgeçiyorlarmış, diye cevap verirler.
Benzer bir şehir efsanesini de Muhammed b. Uyeyne anlatıyor:
“Kirman bölgesinde Ömer b. Abdülaziz döneminde sürüleri otlatıyorduk. Koyunlar ve kuzular, kurtlarla ve vahşi
hayvanlarla birlikte geziyorlardı. Bir gün bir kurdun bir kuzuya saldırdığını gördük. O zaman bu adil ve Salih kişinin
yani Halife Ömer’in vefat ettiğini anladık.”
Bu ve benzeri hikayeler, Hasan el-Kassab’dan ve Musa b.
Âyan’dan gelen rivayetlerde de geçmektedir. O dönemde
böylesi rivayetler dilden dile dolaşmaktaydı. Ancak bunlar,
hayvanların doğasına uymamaktadır. Bu ve benzeri rivayetler, Celalettin es-Süyuti’nin Halifeler Tarihi adlı eserinde
ısrarla zikredilmektedir. Aslında bunlar, birer şehir efsanesidir ama bir yönden de halkın Halife Ömer’in adaletine ve
merhametine ne kadar çok güvendiklerinin delilleridir. Anlatılanlar, mucize veya keramet değildir. Sadece birer şehir
efsanesidir.
Muhterem Prof. Dr. Ahmet Lütfi Kazancı hocam da
“Bunların hepsi uydurmadır. Bir insanı methetmek gerek iyorsa olmayacak şeylerle değil, yaptıklarıyla methedilmelidir.” diyerek bu şehir efsanelerine itirazını net biçimde ortaya koymaktadır.
Ethem Erkoç
61
DALKAVUK ŞAİRLERE KARŞI TAVRI
Önceleri şiir ve eğlence gecelerinin düzenlendiği sarayda
artık farklı bir hava vardı. İlmi toplantılar, hadis sohbetleri
yapılıyordu. Oralarda dalkavuk şairlere, devletten ulufe k oparmaya alışık avantacılara yüz vermiyor, devlet kasasından
para ödemeyi tercih etmiyordu.
Ömer b. Abdülaziz, fakir fukaranın dostuydu. Zalime
karşıydı, mazlumun yanındaydı. Ancak sultanları eğlendiren,
onları övüp bol bahşişler alan dalkavuklar ve şairler, bir
türlü Ömer’in yanına girmeye imkan bulamıyorlardı. Bu,
onlar için ölümden beter bir yıkımdı. Aslında onlar, bir bakıma o devrin medyası niteliğindeydi. Ömürleri boyunca
çalışmadan bolluk içinde yaşamaya alışmışlardı. Çalışmak,
didinmek, çabalamak onlara göre değildi. Para verenleri
överek göklere çıkarırken vermeyenleri de hiciv yoluyla linç
ediyorlardı. O, bunları hiç umursamıyordu. Bu yüzden o
şairler, eski Emevi halifelerini mumla arıyorlardı.
Ömer b. Abdülaziz, alimlerle sohbet etmeyi severdi. Onları bekletmeden içeri alır, saatlerce konuşurdu. Ancak, özelliklerini ve şiirlerini daha önce yakından bildiği şairler, kapıda günlerce bekledikleri halde bir türlü yanına giremezlerdi. Bir gün devrin alimi ve halifenin yakın arkadaşı ve danışmanı Reca b.Hayve’ye başvurdular. Halifeyle görüşebilmek için ondan yardım istediler. Reca, onları dinlemekle
yetindi fakat Halifeye bir şey söylemedi. Ondan sonra kapıda beliren Adiy b. Erat’a yaklaştılar. Sözcüleri konumundaki
şair Cerir el-Hatfi:
-Ey bineği salıveren süvari, dem senin demindir. Ne olur,
halimizi halifemize bildir de ihtiyacımızı unutmasın, diye
yalvardı.
Ömer b. Abdülaziz’in dalkavuk şairlere karşı tavrını
Cûde es-Sahhar, şöyle anlatıyor:
Adiy, halifenin huzuruna geldiğinde şöyle dedi:
Beşinci Raşit Halife Ömer b. Abdülaziz
62
-Ey müminlerin emiri, şairler kapında bekliyorlar. Onların okları zehirlidir, sözleri de delicidir.
-Yazık sana Adiy, benim şairlerle ne işim olabilir ki?..
-Müminlerin emiri, Resulullah (sav) şairleri dinlermiş ve
onları ödüllendirirmiş. Hatta Abbas b. Mirsad, övgü şiirleri
okumuş da Resulullah (sav) ona elbiseler hediye etmişti.
Halife, onun şiirlerinden birkaç beyit okumasını istedi.
Adiy’in okuduğu mısralar hep Allah, Peygamber ve Kuran
sevgisiyle doluydu. Ömer, hürmetle dinledi. Sonra dışarıda
kim olduğunu sordu. Ömer b. Ebu Rebia olduğunu öğrenince onun aşk, sevişme ve kadın uğruna her şeyi inkar ettiğini
söyledikten sonra “Keşke ahiret için de bir amel işleseydi…”
deyip öylesi bir adamı içeri almayacağını ifade etti.
-Başka kim var?
-Ferazdak yani Hemmam b. Galip.
Ömer, onu ve şiirlerini de yakından tanımaktadır. Kadın,
çöl ve şaraptan başka bir şeyle ilgilenmediğini iyi bilmektedir.
-Hayır, asla. O, yalancı ve ahlaksızdır. Bizim sergilerimize ayak basamaz. Def olup gitsin. Bundan başka kapıda kim
var?
-Ahtal et-Tağlibi.
Ömer, onun da hep sarhoş gezdiğini, oruç tutmaması ve
kurban kesmemesiyle öğündüğünü bildiğini söyler.
-“Sabah ezanı okunurken şarap içip secdeye gittiğini dile
getiren bir şair, asla huzuruma gelemez” der.
Sıra bekleyenleri tek tek sayarlar. Ahfaz el- Ensari’den
söz ettiklerinde Ömer, onun Medine halkından bir adamın
cariyesini azdırıp firar ettiğini ve şiirinde bu ahlaksızlığını
ballandıra ballandıra anlattığını söyler. Sıradaki Celil b.
Ma’mer’in şiirlerinden de örnekler okur ve bu fasıkların hiç
birini görmek istemediğini söyler:
Ethem Erkoç
63
-Dışarıda başka kim var?
-Şair Cerir el-Hatafi var.
-Hani şöyle diyen adam mı?
“Aşıkların kalbini avlayan bir sevgiliye muhabbet
ettim. Ne olur, bir gün karşılaşsak; o bana gelse,
selamına karşılık versem, onu sürekli görsem”
İlla yanıma bir şair girecekse onu içeri alın.
Bunun üzerine Cerir, içeri girer. Şu kasideyi okuyarak
söze başlar:
“Muhammed’i Peygamber olarak gönderen,
Hilafeti de adil imamın uhdesine tevdi etti.
O, bütün insanları adaletiyle birleştirdi.
İnsanları kötülerden kurtardı, korudu.
Zalimlerin zulmüne engel oldu.
Bu sıfatları taşıyan halifeden, senden
Bir an önce beklerim iyilik ve ihsan ben.
Gönül, verilen ihsanlara meyyaldir.”
Ömer b. Abdülaziz, duyduklarının bir kısmından hoşlanmadı. Cerir, halifeyi övmek için izin istedi, alamadı. Buna
rağmen uzun bir kasideyle onu övdü. Bundan hiç etkilenmeyen Ömer, şairin maksadının ne olduğunu biliyordu . Yine
de ne istediğini sordu:
-Senden öncekilerin bana verdikleri kadar…
-Öncekiler ne veriyorlardı?
-Dört bin dinar para, hediyeler, elbiseler…
-Niçin? Sen muhacir evladından mısın?
-Hayır…
Beşinci Raşit Halife Ömer b. Abdülaziz
64
-Ensar evladından mısın?
-Hayır. Ben, fakir ve yolda kalmış bir kimseyim.
-Öyleyse yaşadığın şehrin valisine yazayım da sana he rkese verdiği gibi maaş bağlasın.
-Ben daha fakirim.
-Öyleyse senin bazı ihtiyaçlarını karşılayalım. Bir elbise
verelim. Ayrıca maaşımdan bir bölümünü de sana ödesinler.
Cerir, dört bin dinar beklerken çok az bir dirhem ve birkaç ihtiyaç malzemesiyle dışarı çıkar. Kapıdaki şairler çevresini sararlar. Ne umduğunu, ne bulduğunu sorarlar. O da
derin bir ah çekip anlatmaya başlar:
-Hiç sormayın… Fakirlere cömertçe veren, şairlere vermeyen bir halifenin yanından çıktım. Durum f ena… Ben,
halifenin yanından çıkarken yoksullara yardım ediyordu.
Ama onlara verdiği kadar bile bana vermedi. Yine de ben,
onun ihsanından memnunum. Onun bu halini çok beğendim
Halife Ömer b. Abdülaziz, Beytülmale gözü gibi korurdu: “Dirhemler/devlet parası kandır. Asıl kaynağından başka
yere dökülemez/harcanamaz” diyordu. Haksız yere kimseye
bir ödeme yapılmasına izin vermiyordu. Her kuruştan hesaba
çekileceğinin bilincindeydi. Onun için saray dalkavuklarına
ve kendisini överek para kopartmak isteyen şairlere asla yüz
vermezdi. O, ilim ve alimden yanaydı.
İLME DÜŞKÜNLÜĞÜ
Ömer b. Abdülaziz, çocukluk yıllarında Kuran-ı Kerim’i
ezberlemişti. Babası, onu daha iyi yetişmesi için Medine’ye
göndermişti. Zira o dönemde Medine ilmin merkeziydi. Babası Mısır veliliğine tayin edildiğinde Ömer, Medine’den
ayrılma istemişti. Medine’de Abdullah b. Mesud, Mücahit b.
Cebr, Meymun b. Mihran, Salih b. Keysan gibi devrinin en
ünlü alimlerinden ders almıştı.
Ethem Erkoç
65
Tabiinin büyük fıkıh alimlerinden Enes b. Malik, Abdu llah b. Cafer b. Ebu Talip, Said b. Meseyyeb, Urve b. Zübeyir, Reca b. Hayve, Kasım b. Muhammed b. Ebubekir gibi
şahıslarla birlikte tahsil görmüş ve onlarla birlikte büyümüştür. Resmi görevi boyunca da bunlarla birlikte olmuştur.
Ömer, Medine’yi ve Hicaz bölgesini çok iyi biliyordu.
Bu nedenle amcasının oğlu Velid halife olunca 86/705 yılında onu Hicaz valisi olarak atadı. Henüz 25 yaşında vali olmuştu.
Medine’ye gelir gelmez en meşhur fakihlerden on tanesini kendisine danışman ve yardımcı seçti. Bir danışma meclisi oluşturdu. Onlara: “Ben, sizi istişare etmek için topladım.
Hak ve adalette bana yardımcı olmanız için bir araya getirdim. Bütün meseleleri sizinle görüşerek çözmek istiyorum”
diyordu. Bu durumdan Medineli alimler ve ahali oldukça
memnundu.
İmadüddin Halil’in anlattığına göre pek çok alim, içinden
çıkamadığı