Özgürlük, bireysellik, bağımsızlık ya da benlik gibi kelimelerle bir yerlerde rastlaştığınız oldu mu hiç? Ne sıklıkla duydunuz birilerinden bu kelimeleri? Oldukça sık, değil mi! Özellikle son yıllarda aynı amaca hizmet eden bu kelimelerle fazlasıyla haşır neşir olunduğu açıkça ortadadır. Batı toplumlarının bilinen tam bireysel insan anlayışının, kendi sınırlarını aşarak Doğu’nun da üzerine sirayet etmeye başlaması yeni bir oluşum değildir. Kökleri maziye dayanan bu oluşumun tohumları çoktan ekilmesine rağmen Batı’nın yavaş, istikrarlı ve ısrarcı stratejisi en çok meyveyi bu zamanda vermesinin de tesadüf olmadığını gözler önüne serer. Bu ileri görüşlü strateji Doğu toplumları için tehlikeli ve belki de dokunulması yasak bir meyve gibi işlev görür. Doğu toplumları bu meyvenin varlığını hisseder hissetmez uzaklaşmalıdır. Çünkü cadının uzattığı elma ne kadar kırmızı olursa olsun zehirlidir! Şimdi, bu konuya daha yakından bakalım.
Doğu ülkelerinin yüzyıllar boyunca kalabalık aileler halinde hatta ve hatta kabileler halinde yaşadığı bilinen bir gerçektir. Onlar için birlik ve beraberlik en mühim hayat anlayışı olurken bir önceki kuşak ve bir sonraki kuşak iç içe geçmiş şekilde yaşamayı hem bir gelenek hem de alışkanlık olarak görür. Atalarının varlıklarını her şeyin üzerinde tutan bu bütüncül zihniyet insanı tek görmez; insana aile anlamı yükler. Grupsallık ve beraberlik Doğu toplumlarının vazgeçilmezi olurken Batı bundan farklı olarak yalnızlığı, bireyselliği ve benliği savunur. Bu savunma hali Doğu’ya da etki edince sokak röportajlarında “Tek başıma eve çıkmak istiyorum!”, “Ailemden uzaklaşmak için başka şehirde okumak istiyorum!” ya da “Benden önemli hiçbir şey yok!” cümleleri sıkça duyulur. Bu cümleler buzdağının görünen kısmının çok küçük bir parçası olmasına rağmen dolu dolu bir tehlike saçtığı apaçık ortadadır. Çünkü bireysel olmanın derinliğini kavrayamayan bu yeni nesil söylemler var olan kimliklerini de sığ bir zihniyetin eline teslim ederler. Bu sığ zihniyet, kavramın kendisinden kaynaklı değildir. Çünkü bireysellik, benlik ya da özgürlük anlam bakımından oldukça derin ve insan hayatında oldukça da önemlidir. Ancak bu kavramı bir çeşit manipüle aracı olarak kullanmak oldukça sığ bir görüşün ürünüdür. Bireysel olma kavramının hakiki anlamından uzak, içi farklı amaca hizmet eden zihniyetlerle dolu bu Batılı ürün; Doğu toplumlarında alerjik reaksiyona sebep olabilir. Çünkü bireysellik aile kavramını yok etmek değil; insanın aile ve toplum gibi gruplarda içsel tezahürlerini kendi iradesiyle ifade etmesi ve öz kimliğini ortaya koymasıdır. Oysa Batı’nın Doğu’ya sunduğu bireysellik anlayışı aile kurumunun varlığına göz dikerek insanı yalnızlığa mahkum eder. Sokak röportajlarında ailelerinden, akrabalarından şikayet eden genç nesil; yalnız olmayı bir tercih sanarken büyük bir illüzyonun içinde olduğunun katiyen farkında değildir.
Öğrenme halinin ilk başladığı yer olan aile kurumunun yabana atılması bireysellik adı altında yapılan en çirkin dış saldırıdır. Bu saldırı karşısında dik bir duruş sergilemek genç nesilden çok eski kuşakların üzerine düşer. Aile ve akraba çemberinin dışına çıkmaya çalışan genç nesilleri sabırla dinleyerek onlara kendilerini ifade etme alanı oluşturmak ilk yapılacaklar arasındadır. Baş kaldırma dönemi olarak da bilinen gençlik ateşi, anlaşılmadığını hissettiği yerde bir dakika bile durmak istemez. Bu yüzden sevgiden mahrum etmeden, anlayış sahibi olarak aileyle birey olmayı öğütlemek gerekir. Ailenin koruyucu bir faktör olduğu tüm psikoloji camiasınca ortak görüş bildirirken Batı’nın bu bireysellik tiyatrosu direkt aile kurumunu hedef alır. Gerek ana haber bültenlerinde gerekse sokak röportajlarında ya da sosyal medya videolarında genç nesilin aile kurumuna bakış açısı ürkütücü derecede soğukkanlılık gösterir. Bu durum tehlikenin kapıda olduğunu değil, bizzat evin içerisinde olduğunu gösterir. Bu noktada söylenecek tek söz Batı’nın süsyleyerek sunduğu meyve tabağından uzak durulması gerektiğidir. Çünkü başlangıçta da ifade edildiği gibi cadının uzattığı elma ne kadar kırmızı olursa olsun zehirlidir.