Şadırvan, abdest almak için camilerin avlusuna yapılan su tesisidir. Mimarisi, kültürü ve su kullanımıyla özeldir. Genellikle sekiz köşelidir. Ortasında üstü kapalı havuz/su deposu vardır. Üzeri de genellikle kubbelidir. Kenarlarında oturulup istirahat edilir. Bilhassa yaz aylarında Ulucami'ye gelenlerin namaz vakitlerini beklemek, abdestten sonra biraz dinlenmek namaz sonrası sohbet etmek için faydalandığı yerdir. Çok zaman dostların buluşma mekanlarıdır.
Ben de Ulucami'ye giderek orada oturup dinlendiğimde ruhum huzur bulur. Yaşlıların gençlik hatıralarını, askerlik anılarını dinlerken gözüm ufuklara dalar. Onların yorulmam sandıkları yıllardaki gayretlerini duymak, insan azmini artırır. Öğrencilik yıllarımdan beri benim de uğrak yerimdir şadırvan.
İmam Hatip Okulu üçüncü sınıfta iken bir lacivert pardesüm vardı. Dışarı yağışlıydı. Pardesümü giyinip çıktım. Öğle vakti gelince Ulucami'ye gittim. Şadırvanda abdestimi aldım, camiye girdim. O anda hava günlük güneşlikti. Pardesü hiç aklıma gelmedi. Namazdan sonra çarşıda dolaştım, akşamleyin eve geldim.
Bir hafta sonra yine çarşıya çıkacağım sırada Nisan yağmurları başlamıştı. Pardesümü giyinip gideyim dedim, bir türlü bulamadım. Düşünürken pardesüyü Ulucami'nin şadırvanına astığımı hatırladım. Ve üzüldüm. Yepyeni pardesüm çalınmıştır, diye düşündüm. Fakat yine de şadırvana bakmak istedim. Zihnimden pek çok şey geçiyordu. Yeni pardesü almam da o mevsimde zordu. Karmaşık duygular içinde gide gide şadırvana vardım. Baktım ki benim pardesü, asıldığı gibi sevindim. Mutluluğumu kimseye de söyleyemedim. Bu kadar dalgın ve unutkan oluşumdan dolayı alay konusu olmaktan endişelendim. Evde de konuyu geçiştirdim.
Ama şadırvan aşkım bitmedi. Hatta daha da arttı. Namazdan on beş dakika önce orada abdest alıp dinlenmek hoşuma gidiyordu.
Bir gün ikindiden sonra şadırvana gittim. İki ihtiyar oturuyordu birisi okulumuzun eski hizmetlilerinden İsmail Amca idi. Selam verip yanlarına oturdum. Çoraplarımı çıkarıp abdest almaya başladım. Şadırvanda oturan ihtiyar, arkadan seslendi:
-Olmaz, öyle olmaz. Suyu hep etrafına sıçratıyorsun. Abdestin külliyen mekruh oldu, diye.
Ben de sakince:
-Nasıl olması gerekiyor amca, diye sordum. O da kalkıp geldi yanıma. Başladı, tarif etmeye. İşte böyle olacak, dedi.
Neyse, abdesti aldım, yanlarına oturdum.
İsmail Amca, yanındakine sordu:
-Dün akşam teravihten önceki vaizi dinledin mi?
-Dinledim.
-Nasıldı?
-O genç, çok muazzam konuşuyordu. Çok iyi okumuş. Yetiştiren hocasından da Allah razı olsun.
-İşte dün akşam vaaz eden genç, bu delikanlıydı.
Bunu duyan ihtiyar, yine de yelkenleri indirmedi:
-İyi emme, abdest almayı bilmiyor, dedi.
O sene ben son sınıf öğrencisiydim. Bazı öğrenciler, çeşitli camilerde vaaz ediyorlardı. Bazıları da Ulucami'de kürsüye çıkıyordu. Adamcağız o akşam beni dinlemiş ama şadırvanda bir genç görünce de ona ders vermek istemiş. Bu tür insanlara sık rastladığımız için hoş görmek ve onları da kırmamak ilkesiyle davranmaya çalıştım.
Şadırvanda oturanların içinde köy odalarında hocaların sohbetlerini dinleyenler de var, köylerde hak usulü hocalık yapanlar da. Kırkından sonra camiye ayağı alışanlar da var, yaşlı olduğu için eve sığmayanlar da… Onların sohbetleri daha farklı oluyor. Peygamber kıssalarından evliya kerametlerine kadar pek çok şey anlatıyor. Yarısı doğru ise yarısı hurafe. Pek çoğu İsrailiyyat dediğimiz rivayetler… Ama kusurlarına bakılmaz. Bunlar şadırvan vazileri… Sözlerini fetva sanmamak lazım. Anlattıklarında ilim aramamak lazım. Dedim ya bunlar, şadırvan vaizleri. Keşke aralarında ilim adamı bulunsa… Hoş, bulunsa da fark etmez. Onlar, her şeyin doğrusunu kendilerinin bildiğini sanarlar.