Hayatın akışı içinde zaman zaman öyle olaylarla karşılaşırız ki etkileri yalnız bireylerle sınırlı kalmaz, tüm toplumu derinden sarsar. Depremler, kazalar, savaşlar, salgınlar, göçler ya da ekonomik krizler gibi geniş çaplı felaketler yalnızca can ve mal kaybı yaratmaz.Toplumun ortak duygusal dünyasını da altüst eder. Bu tür sarsıcı olaylar toplumsal travma ya da kolektif travma olarak adlandırılır. Toplumun ortak belleğinde yer eden bu deneyimler; bireylerin günlük yaşamına sinmiş kaygı, güvensizlik ve belirsizlik duygularını beraberinde getirir. Özellikle ardı ardına yaşanan krizlerde çoklu travma etkisi ortaya çıkar ve toplumun iyileşme süreci daha karmaşık bir hal alır. Çünkü bu yalnızca bireysel bir sarsıntı değildir aynı zamanda toplumsal yapının duygusal bütünlüğünü tehdit eden geniş çaplı bir yara açar.

Toplumsal travma, bireysel travmalardan farklı olarak kişisel sınırları aşar. Yaşanan acı, toplumun ortak hafızasına kazınır ve hatta kuşaktan kuşağa aktarılabilir. Böylesi bir olayın ardından insanlar yalnızca "Ne yaşadık?" sorusuyla değil "Şimdi ne olacak?", "Güvende miyiz?", "Tekrar olur mu?" gibi belirsizliklerle baş başa kalır. Bu soruların cevapsızlığı bile travmanın derinliğini artırır. Toplumlar büyük travmalarla karşılaştıklarında verdikleri tepkiler kültürel yapıya, geçmiş deneyimlere ve sosyoekonomik koşullara göre değişkenlik gösterebilir. Bazı toplumlarda acı sessizlikle karşılanır ve duygular bastırılır, konuşulmaz, görünmeyen bir yük haline gelir. Bazılarında ise dayanışma ve yardımlaşma ön plana çıkar. Ortak yas tutma, ritüeller, anma törenleri ve semboller hem duygusal boşalımı sağlar hem de toplumsal bağı yeniden kurar.

Böylesi dönemlerde en çok etkilenen grupların görünür kılınması önemlidir. Yaşanan acının doğrudan ilgilileri yani birincil etkilenenler, travmanın merkezinde yer alır. Çocuklar, psikolojik dayanıklılıkları henüz gelişmekte olduğu için daha hassas bir gruptur. Daha önce benzer bir acıyı yaşamış kişilerde de tetiklenme riski yüksektir. Yaşlılar, engelliler, sosyal desteği zayıf olanlar ve yalnız yaşayan bireyler de kırılgan gruplar arasında yer alır. Bunun yanı sıra kriz anında sahada çalışan uzmanlar, sağlık çalışanları, arama kurtarma ekipleri ve psikososyal destek görevlileri de toplumun bir parçası oldukları için travmadan etkilenebilirler. Bu nedenle bu gruplar için psikolojik sağlamlığı destekleyen özel çalışmalar yapılması gerekir. Çünkü toplumu iyileştirenlerin de iyileşmeye ihtiyacı vardır.

Toplumsal travma sonrası müdahale çalışmalarında medya önemli bir rol oynar. Acıya ilişkin görüntüler ekranlarda yer alırken bir yandan da toplumun bu acıyla nasıl baş edebileceğine yönelik uzman görüşlerine yer verilmelidir. Travmayı yaşayan ailelerle yapılacak psikososyal destek programlarının nasıl işleyeceği, toplumun bu süreçte nasıl dayanışma gösterebileceği açıkça aktarılmalıdır. İnsanların "Onlar yalnız bırakılmayacak, bir dayanışma ağı kuruluyor." mesajını duyması iyileştirici bir etki yaratır. Bu aynı zamanda toplumsal umudu canlı tutar.

Çocuklar için ise farklı bir yaklaşım gerekir. Travmayı tüm ayrıntılarıyla hatırlatmak doğru değildir.Ancak hiçbir şey olmamış gibi davranmak da çocukların duygusal ihtiyaçlarını görmezden gelmek anlamına gelir. Okullarda yaşanan olay yumuşak bir dille ifade edilebilir. "Bu hafta hepimizi üzen bir olay yaşandı." Ardından çocuklara duygularını ifade edebilmeleri için alan açılmalıdır. Resim çizmek, yazı yazmak, konuşmak gibi yöntemler çocukların içsel yüklerini hafifletir. Ayrıca onlara, travmadan etkilenen ailelere nasıl destek olunacağına dair küçük bilgiler verilebilir. Böylece hem empati hem dayanışma duygusu güçlenir.

Ve tüm bu çabanın sonunda geriye şu gerçek kalır: Acılar her daim yaşanacaktır. Kimimiz buna hayatın akışı, kimimiz kader deriz. Dünya döndükçe acılar mutlaka olacaktır.Her zaman asıl mühim olan bu acıları birlikte karşılayıp birlikte yönetebilmektir. Travmayı yaşayanların yanında durmak, sırt dönmemek, iyileşme yolculuğunu ortaklaştırmak esastır. Çünkü acı kaçınılmazsa, iyileşmek de birlikte mümkün olmalıdır.